Hz.Muhammet
HAYATI (571-632)
Hz. Muhammed (s.a.s.) Mekke'de doğdu. 40 yaşında Peygamber oldu. 23 yıllık
Peygamberlik hayâtının 13 yılı Mekke'de, 10 yılı da Medine'de geçti. Medine'de
63 yaşında vefât etti. Bu sebeple:
Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in hayâtı (571-632):
a) Peygamberliğinden Önceki Hayâtı (571-610),
b) Peygamberlik Devri (610-632) olmak üzere iki kısma ayrılır.
Peygamberlik devri de:
a) Mekke devri (510-622)
b) Medine devri (622-632)
olarak iki döneme ayrılır.
Bu sebeple Siyer ve İslâm Târihi ile ilgili kitaplarda, Rasûlullah (s.a.s.)'in
hayâtı, "Peygamberlikten (Bi'setten) öncesi" ve "Peygamberlik
devri" diye iki devreye ayrılarak incelenmiştir. Peygamberlikten
önceki hayatını da:
1- Çocukluk devresi (8 yaşına kadar olan süre),
2- Gençlik çağı (8-25 yaşına kadar olan devre),
3- Evlilik dönemi (25-40 yaşı arasındaki devre) olmak üzere genellikle
üç bölüme ayırmışlardır.
Peygamber olduktan sonra, "Mekke Devri"nde geçen olayları incelerken,
târihbaşı olarak, Peygamberliğin (Nübüvvetin) l. 2. veya 5 inci yılı gibi,
Nübüvvetin başlangıcını; "Medine devri" olaylarında ise,-Hicretin,
1., 2. veya 3 üncü yılı şeklinde Rasûl–i Ekrem (s.a.s.)'in Hicret olayını
esâs almışlardır.
Bu kitapta da aynı usûle uyulacaktır.
İSLÂMİYETTEN ÖNCE ARABİSTAN
1— ARABLARIN DURUMU
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde,
Mekke şehrinde doğdu. O'nun hayâtını ve insanlık târihinde yaptığı büyük
inkılâbı kavrayabilmek için, yaşadığı asırda Arabistan'ın genel durumunun
ve Arapların yaşayışlarının, ana hatları ile de olsa, bilinmesinde fayda
vardır.
İslâmiyet'ten önce Araplar, henüz millet hâline gelemedikleri için; kabîleler
hâlinde yaşıyorlardı. Her kabîle, diğerlerinden ayrı bir devlet gibiydi.
Kabîle başkanına "Şeyh" deniyordu. Hicaz ve Yemen bölgelerinde
bazı şehirler kurulmuşsa da, genellikle çöllerde çadır ve göçebe hayâtı
geçiriyorlardı. Hicaz bölgesinde üç önemli şehir, Mekke, Yesrib (Medine)
ve Tâif'ti. Mekke'de Kureyş Kabîlesi, Tâifte Sakîf Kabîlesi, Yesrib (Medine)
de Evs ve Hazreç adlı Arap kabîleleri ile Kaynukaoğulları, Nadîroğulları
ve Kurayzaoğulları olmak üzere üç yahûdi kabîlesi bulunuyordu. Diğer kabîleler
genellikle göçebe idiler.
Kabîleler arasında kan davası ve sınır anlaşmazlıkları gibi sebepler yüzünden
savaş eksik olmazdı. Yalnızca yılın dört ayında (Muharrem, Recep, Zilka'de
ve Zilhicce aylarında) harbetmezlerdi. Bu aylara "eşhür-i hurum"(1)
(savaşılması, kan dökülmesi haram olan hürmetli aylar) denir. Bu esnâda,
bütün kabîleler güvenlik içinde seyâhat edebildikleri için, genellikle
büyük panayırlar bu aylarda kurulurdu. Mekke'nin hâkimi, Kâbe ve civârındaki
putların koruyucusu oldukları için Kureyş kabîlesi, diğer bütün kabîlelerden
saygı görürdü. Bu sebeple Kureyşliler, senenin her mevsiminde diledikleri
yere seyâhat edebiliyorlardı.(2)
Hicaz bölgesindeki panayırların en önemlileri, Mekke civârında kurulmakta
olan Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz panayırlarıydı. Bu panayırlara ülkenin
dört bir yanından akın akın gelenler arasında satıcılar, iffetsiz kadınlar,
şâirler, hatipler, kâhinler ve çeşitli dinlere mensup kimseler de bulunuyordu.
Tâif'le Nahle arasında kurulmakta olan Ukaz panayırında, şiir yarışmaları
yapılır; beğenilip derece alan şiirler, Kâbe'nin duvarlarına asılırdı.
Bu şekilde Kâbe duvarında asılmış olan yedi ünlü kasideye "el-Muallekatü's-seb'a"
(Yedi Askı) denilmiştir.
Müslümanlıktan önce, Arapların çoğunluğu putperestti. Yapmış oldukları
bir takım heykellere ilâh diye tapıyorlardı. En önemli putlar, Hubel,
Lât, Menât, Uzzâ, Vedd, Suva', Yeğûs, Yeûk ve Nesr adlarını taşıyanlardı.
Mekke'de Kâbe ve civârına 360 kadar put yerleştirilmişti. Her kâbîlenin
ayrı bir putu, her putun özel bir ziyâret günü vardı. Böylece yılın her
gününde putlarını ziyârete gelenlerle dolup taşan Mekke, bir ticâret merkezi
olduğu kadar, putperestliğin de merkezi hâline gelmiş bulunuyordu.
Arabistan'da putperestlerden başka, Mûsevî, Hıristiyan, Mecusî (ateşe
tapan) ve Sâbiî dinlerine mensup kimseler de vardı. Bunlardan başka, çok
az sayıda, Hz. İbrahim'in tebliğinden o devre ulaşan dinî esasları benimsemiş
tek Tanrı inancında olan "Hanîf"ler vardı. Nevfel oğlu Varaka,
Cahş oğlu Abdullah, Huveyris oğlu Osman ve Sâide oğlu Kuss bunlardandı.
İslâmiyetten önce Arap Yarımadasının kuzeyinde (Sûriye'de) "Nebtî",
güneyinde (Yemen'de) "Himyerî", Irak'ta ise "Süryânî"
yazıları kullanılıyordu. Hicaz Arapları Sûriye ve Irak'a ticâret için
yaptıkları seyâhatlarda Arapça'yı Nebtî ve Süryânî yazıları ile yazmayı
öğrendiler. Daha sonraki asırlarda, Nebtî yazısından "Nesih";
Süryânî yazısından da "Kûfî" denilen yazı sitilleri doğmuştur.
Ancak, Araplar arasında okuyup yazma bilenlerin sayısı son derece azdı.
Cömertlik, konukseverlik, sözde durma, düşmanları bile olsa kendilerine
sığınanları himâye, cesâret.. gibi bazı iyi hasletleri yanında, soygunculuk,
faizcilik, zenginleri üstün, fakirleri hor görme, içki ve kumar düşkünlüğü,
kabilecilik gayreti ile kan dökme gibi son derece çirkin âdetleri de vardı.
Hele köle ve kadınlara insan değeri vermezlerdi. Kadınlar, ölen kocasından,
babasından ve diğer yakınlarından mirâs alamadıkları gibi, kendileri mirâs
malları arasında, mirâscılara kalırdı. Erkekler istedikleri kadar kadınla
evlenebilirlerdi. Fuhuş âdeta meslek hâline gelmişti. Bu yüzden bazı kimseler
kız çocuklarını diri diri kumlara gömecek derecede vahşet göstermişlerdi.(3)
İslâmiyetin doğuşu sırasında yalnız Araplar ve Arabistan değil, bütün
dünya, zulüm, sefâhet ve cehâletin karanlığı içindeydi. Maddî ve rûhî
sıkıntılar içinde bunalmış olan insanlık, bir mürşit, bir kurtarıcı beklemekteydi.
Kur'ân-ı Kerîm "Câhiliyet Devri" denilen bu karanlık dönemi,
"İnsanların kendi elleriyle işledikleri kötülükler yüzünden, fesat
(her tarafı kapladı) karada ve denizde yayıldı."(4) ifâdesiyle en
vecîz bir şekilde anlatmaktadır.
--------------------------------------------------------------------------------
(1) "Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah' a
göre ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü hürmetli aylardır. (et-Tevbe
Sûresi,36)
(2) "Kureyş kabîlesinin yaz ve kış yolculuklarında uzlaşması ve anlaşması
sağlanmıştır. Öyleyse, kendilerini açken doyuran ve korku içindeyken güven
veren şu Beyt'in (Kâbe'nin ) Rabbine kulluk etsinler." (Kureyş Sûresi,
1-4)
(3) Bkz. Sünenü'd-Dârimî, 1/3, Beyrut, ts.
"Aralarında birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman, içi gamla
dolarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan
gizlenmeye çalışır. Şimdi onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı
gömsün? Ne kötü hüküm veriyorlar." (en-Nahl Sûresi, 58-59. Ayrıca
bkz. ez-Zuhruf Sûresi, 17; et-Tekvîr Sûresi,8-9)
(4) Bkz. er-Rum Sûresi, 41
--------------------------------------------------------------------------------
2—MEKKE VE KÂBE
Yeryüzünde Allah'a ibâdet için yapılan ilk binâ, bütün namazlarda kıblegâh
olarak yönelmekte olduğumuz Kâbe'dir.(5) Allah'ın emriyle Hz. İbrâhim
ve oğlu Hz. İsmâil tarafından(6) Milattan 2000 yıl kadar önce Mekke'de
yapılmıştır.(7) Tavâfa başlama yerinin işâreti olmak üzere, Kâbe'nin güney-doğu
köşesi (Rükn-i Hacer-i Esved) nde bulunan "Hacer-i Esved" denilen
siyah taşı Hz. İbrâhim, Ebu Kubeys dağından getirerek hâlen bulunduğu
köşeye koymuştur. İnşaatın tamamlanmasından sonra Hz. İbrâhim ilk tavâfı
oğlu Hz. İsmâil'le beraber yapmış, bütün insanları hacca, Kâbe'yi ziyârete
dâvet etmiştir.(8)
Mekke şehri, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in büyük dedelerinden Kusayy tarafından,
Kâbe'nin inşâsından çok sonra kurulmuştur. Allah'a ibadet için yapılmış
olan Kâbe, zamanla "Tevhid İnancı"nın unutulmasıyla, putlarla
doldurulmuş; Mekke puperestliğin merkezi hâline gelmiştir.
a) Mekke ve Kâbe ile İlgili Özel Vazifeler
Mekke şehrini kuran Kusayy, şehrin idâresi, Kâbe'nin bakımı ve Kâbe'yi
ziyârete gelenlere hizmetle ilgili bazı görevler ihdâs etti. Bu hizmetler
Hz. İsmâil'in neslinden olan kimseler tarafından yerine getiriliyordu.
Bu hizmet ve görevlerden bir kısmı şunlardır:
1- Hicâbe: Kâbe'nin perdedarlığı ve anahtarlarını taşıma görevidir.
2- Sikâye: Kâbeyi ziyârete gelenlerin suyunu temin etme ve Zemzem kuyusuna
bakma görevidir.
3- Rifâde: Kâbeyi ziyâret için Mekke'ye gelenleri ağırlama, barındırma
ve muhtaçlara yardımcı olma hizmetidir.
4- Nedve: Kusayy tarafından yapılan "Dâru'n-Nedve" adlı istişâre
meclisi binâsında yapılan toplantılara başkanlık etme görevidir. Savaş,
sulh ve memleketin diğer bütün önemli işlerinin kararı, burada yapılan
toplantılarda verilirdi. Kırk yaşından küçük olanlar, bu meclise alınmazlardı.
5- Livâ: Savaş zamanında ve askerin toplanmasında sancağı taşıma görevidir.
6- Kıyâde: Savaşta askere komuta etme görevidir.
7- Sefâre: Aynı toplum içindeki fertler veya kabîleler arasında meydana
gelen çekişmelerde hakem olarak arabulma hizmetidir.
8- Hazine-i emvâl: Savaş için hazırlanan silâh, mal ve âletleri muhâfaza
etme görevidir.
9- Ezlâm: Oklar ile fal bakma işidir.
Kâbe'nin üzerine konulmuş olan Hubel adlı putun yanında üç fal oku vardı.
Birinde: "emeranî rabbî" (Rabbım bana emretti); diğerinde "nehânî
rabbî" (Rabbım bana yasak kıldı), yazılıydı. Üçünçüsü ise boştu.
Yapacağı iş konusunda karar veremeyen kişi, ezlâm işiyle görevli kimse
aracılığı ile bu oklardan birini çekerdi. Birinci ok çıkarsa, tasarladığı
işi yapar, ikincisi çıkarsa o işten vazgeçerdi. Üçüncüsü çıkarsa, o işi
bir yıl erteler, ertesi sene falı yenilerdi.
10- Nezâre: Bir yerden başka bir yere nakledilecek eşyayı kontrol ve muâyene
ettikten sonra "taşıma ruhsatı" verme görevidir.
Araplar arasında her biri büyük bir şeref sayılan bu hizmet ve görevlerin
hepsi Kusayy'ın elinde toplanmışken daha sonra Kureyş arasında dağılmıştır.
b) Zemzem Suyu
Hz. İbrâhim, Milâttan yaklaşık 2000 yıl kadar önce, Irak'ta Sümer şehirlerinden
"Ur" sitesinde dünyaya geldi. Peygamber olduktan sonra, halkı
tek Allah'a imâna dâvet ettiği için, Bâbil Hükümdârı Nemrut tarafından
ateşe atıldı. Fakat Allah'ın emri ile ateş onu yakmadı.(9) Kendisine imân
eden İbrâni'lerle Filistin'e göçtü. Birara Mısır'a gitti, orada da kendisine
imân eden kimse bulamadığı için, tekrar Filistin'e döndü.
Hz. İbrâhim, karısı Hâcer ile henüz annesini emmekte olan oğlu Hz. İsmâil'i
Allah'ın emri ile Filistin'den alıp, Mekke'ye, Kâbe'nin bulunduğu yere
götürdü. Onlara bir dağarcık hurma ve bir kırba su bırakarak yanlarından
ayrılıp Filistin'e döndü. O esnâda, henüz Kâbe yapılmamış, Mekke şehri
kurulmamıştı. Etrâfta ne insan, ne su, ne de hayat işâreti vardı.
Hz. İbrâhim, eşi ve çocuğundan ayrılıp onları göremeyecek kadar uzaklaştıktan
sonra, Kâbe'nin bulunduğu yere yönelerek:
"Rabbımız, zürriyetimden bir kısmını senin kutsal evinin yanında,
ekin bitmez (çorak), bir vâdi içinde yerleştirdim. Rabbımız, (beyt'inde)
namaz kılmaları için, insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir,
şükretmeleri için onları meyvelerle rızıklandır..."(10) diye duâ
etti ve uzaklaşıp gitti.
Yanlarındaki hurma ve su bittikten sonra, Hâcer çocuğunu olduğu yerde
bırakıp, bir can yoldaşı görebilmek ve birkaç yudum su bulabilmek ümidiyle
Safâ ile Merve tepeleri arasında gidip geldiği esnâda bir melek, ökçesiyle
Zemzem suyunu ortaya çıkarmıştı. Hâcer bu sudan kana kana içti, çocuğunu
emzirdi ve Allah'a hamdetti.
c) Mekke Şehrinin Kurulması
Hz. İsmâil, daha sonra bu bölgeye yerleşen "Cürhümîler" den
bir kızla evlendi. Kendisi İbrânî, Cürhümîler Yemenli Âribe (halis) Arablarındandı.
Bu sebeple İsmâiloğullarına "müsta'rabe (arablaşmış) arabları"
denilir.
Yemen'de "Seylü'l-arim"(11) denilen sel felâketinden sonra bu
bölgeye gelen Huzâa Kabîlesi, İsmâiloğullarının da yardımı ile, Cürhümîleri
Mekke'den sürüp çıkardılar. Cürhümîler, Kâbe'ye hediye edilmiş olan altın
geyik heykelleri ile diğer kıymetli eşyayı Zemzem kuyusuna atıp, üzerini
toprakla doldurduktan sonra, kuyuyu belirsiz hâle getirerek Mekke'den
kaçtılar. Bu yüzden Zemzem kuyusu uzun müddet kapalı kaldı.
Mekke bölgesinin hâkimiyeti ve Kâbe muhafızlığı üç asır kadar Huzâalılarda
kaldıktan sonra Kilâb (Hâkim)' in oğlu Kusayy, milâdî 5 inci asırda Kâbe
muhafızlığını ele geçirdi. Kureyş'in başına geçerek, Huzâalıları bu bölgeden
çıkardı. Kâbe'nin etrâfında bugünkü Mekke şehrini kurdu. Ölümünden sonra
kabîle başkanlığı ve Kâbe muhâfızlığı oğlu Abdimenâfa, ondan da oğlu Hâşim'e
kaldı. Haşim ticâret için gittiği Şam seferinde Gazze'de ölünce, rifâde
(ziyâretçileri ağırlama ve barındırma) ve sikaye (ziyâretçilere su temin
etme) vazifelerini küçük kardeşi Muttalib üzerine aldı.
d) Şeybe'nin adı Abdülmuttalib kaldı
Hâşim, Medine'de Hazrec kabîlesinin Neccâr oğulları kolundan Amr kızı
Selmâ ile evlenmiş, "Şeybe" adında bir oğlu olmuştu. Selmâ Medine'den
ayrılmadığından, Şeybe de Medine'de dayılarının yanında büyümüştü. Hâşim'in
vefâtından sonra, amcası Muttalib O'nu Mekke'ye getirdi. Mekkeliler Muttalibin
yanında tanımadıkları bir çocuk görünce, Şeybeyi Muttalib'in kölesi sanarak,
Ona "Abdülmuttalib" dediler. Bu yüzden Şeybe, Abdülmuttalib
adıyla anıldı.
e) İki Kurbanlığın Oğlu
Abdülmuttalib, 10 oğlu olduğu takdirde, bunlardan birini Allah için kurban
etmeyi adamıştı.(12) Bu eski âdet, bize Hz. İbrâhim'in gördüğü bir rüyâ
üzerine oğlu Hz.İsmâil'i kurban etmek istemesini(13) hatırlatmaktadır.
Abdülmuttalib, çeşitli zevcelerinden 10 oğlu olunca aralarında kur'a çekerek
adağını yerine getirmek istedi. Kur'a sonucuna göre, ileride Rasûlullah
(s.a.s.)'in babası olacak olan Abdullah'ın kurban edilmesi gerekiyordu.
Bir arrafe (kadın kâhin)nin tavsiyesine uyularak, belirli sayıda deve
ile Abdullah arasında kur'a çekildi. Kur'a Abdullah'a düştükçe, develerin
sayısı onar onar arttırılarak, yeniden çekildi. 10 deve ile başlayan kur'a
çekimi, develerin sayısı 100 olunca nihâyet develere isâbet etti.(14)
Böylece Abdullah'ın yerine 100 deve kurban edildi. Bu olaya ve neslinden
geldiği Hz. İsmail'in kurban edilmesi teşebbüsüne işâretle Rasûlulllah
(s.a.s.) Efendimizin:
"Ben iki kurbanlığın oğluyum" (15) buyurduğu nakledilmiştir.
O zamana kadar 10 deve olan diyet (öldürülen bir kimsenin kan bedeli)
de, bu olaydan sonra, 100 deveye yükselmiştir.(16) İslâm Hukuku'nda kan
bedelinin 100 deve olması, zamanla örf hâline gelen bu olaya dayanmaktadır.
f) Zemzem Kuyusunun Temizlenmesi
Muttalib'in ölümünden sonra, kabîle başkanlığı ile Rifâde ve Sikâye hizmetleri
Abdülmuttalib'e verilmişti. Abdülmuttalib, Zemzem'in yerini bulup yeniden
kazdırdı. Cürhümîlerin Mekke'den kaçarken kuyuya attıkları altın geyik
heykelleri, kılıç ve zırhlar çıkarılarak kuyu temizlendi. Zemzem kuyusunun
idâresi, Abdülmüttaliboğullarında kaldı.
--------------------------------------------------------------------------------
(5) Bkz.Âl–i İmrân Sûresi, 96
(6) Bkz. el-Bakara Sûresi, 127
(7) Kâbe, Hicretten, yaklaşık 2793 yıl önce yapılmıştır. (Mahmut Esad,
Tarih-i Din-i İslâm,2/7)
(8) Bkz. el-Hacc Sûresi, 27-29
(9) Bkz. el-Enbiyâ Sûresi, 69-70
(10) Bkz. İbrâhim Sûresi, 37
(11) Bkz. es-Sebe' Sûresi,16
(12) İbn Hişâm, 1/160; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/5; İbn Sa'd, et-Tabakat,
1/88
(13) Bkz. Saffât Sûresi, 102-110
(14) İbn Hişâm, 1/160-164; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2 /6-7
(15) el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafa, 1/199 (Hadis No.606), Beyrut 1351
(16) İbn Hişâm, 1/163
--------------------------------------------------------------------------------
3- FİL VAK'ASI (Ebrehe'nin Kâbe'ye Saldırması) (571 M.)
Habeşistan Kırallığı'nın Yemen Vâlisi Ebrehe, Hristiyanlığı Arabistan'da
yaymak ve Arapları Kâbe ziyâretinden vazgeçirmek için, San'a'da muhteşem
bir kilise yaptırmıştı. Fakat, Araplardan bu kiliseye ilgi gösteren olmadı.
Üstelik, Kinâne Kabîlesi'nden bir Arap, bir gece gizlice kilise içine
pisledi. Ebrehe bunu bahâne ederek büyük bir ordu ile Kâbe'yi yıkmak üzere
Mekke üzerine yürüdü. Arapların bu orduya karşı koyabilecek güçleri yoktu.
Mekkeliler şehri boşaltarak etraftaki dağlara çekildiler.
Ebrehe, Mekke yakınlarında karargâhını kurdu. Kureyş Kabîlesinin reisi
olan Abdülmuttalib'e elçi göndererek, kan dökmek üzere değil, sâdece Kâbe'yi
yıkmak için geldiğini bildirdi. Bu esnâda Ebrehe'nin öncü kuvvetleri Mekkelilerin
sürülerini yağmalayıp ordugâha götürmüşlerdi. Bunlar arasında Abdülmuttalib'in
de yüz devesi vardı. Abdülmuttalib, Ebrehe'ye giderek yağmalanan sürülerin
geri verilmesini istedi. Ebrehe:
-"Ben, Kâbe'yi yıkmamam için ricâya geldiğini sanmıştım. Görüyorum
ki sen, develerinin derdindesin, bunu sana yakıştıramadım..." deyince,
Abdülmuttalib büyük bir vakarla:
-" Ben, develerin sâhibiyim, onları istiyorum. Kâbe'nin de sâhibi
var. O'nu sâhibi koruyacaktır" diye cevap vermişti. Bu cevap karşısında
Ebrehe, Abdülmuttalib'in develerini ve Mekkelilerin yağmalanan bütün mallarını
geri verdi.
Kur'an-ı Kerîm'de de açıklandığı üzere, Ebrehe amacına ulaşamadı. Kâbe'yi
yıkmak üzere hücûma geçileceği sırada, Ebrehe'nin her seferinde berâberinde
bulundurduğu Mamut adlı büyük fil ile diğer filler her türlü çabaya rağmen,
diz çöküp oldukları yerde kaldılar; Kâbe cihetine yürümediler. Bu esnâda
gök yüzünde beliren sürü sürü kuşlar, ağızlarında ve pençelerinde taşıdıkları
küçük taşları Kâbe'ye hücûma hazırlanan askerlerin üzerine bıraktılar.
Ebrehe'nin büyük ordusu bir anda perişan oldu.(17) Büyük bir kısmı orada
telef oldu. Kaçıp kurtulabilen askerlerin bir kısmı ile Ebrehe San'a'ya
döndü ise de, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak çok geçmeden öldü.
Ordu'nun önünde yürüyen filler sebebiyle, tarihte bu hâdiseye "Fil
Vak'ası", bu olayın meydana geldiği seneye de "Fil Yılı"
denilmiştir.
(17) "Kâbe'yi yıkmağa gelen fil
sâhiplerine, Rabbinin ne ettiğini görmedin mi? Onların kötü plânlarını
(hile ve düzenlerini) boşa çıkarmadı mı? Onların üzerine sert taşlar atan
sürü sürü kuşlar gönderdi. Sonunda onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi".
(Fil Sûresi, 1-5)
Rasûlllah (s.a.s.) Efendimiz, Fil Vak'ası'ndan 52 gün kadar sonra dünyaya
geldiği için bu olayı görmemişti. Fakat bu Sûre indiği esnâda bu olay
o kadar iyi biliniyordu ki, hayatta olanlardan, olayı görmemiş olanlar
da sanki görenler kadar olaydan haberdardı. Bu sebeple Hz. Muhammed (s.a.s.)
olay sırasında henüz dünyaya gelmemiş olduğu halde "görmedin mi?"
buyrulmaktadır. Burada görmek , "bilmek ve duymak" anlamında
kullanılmıştır.
BİRİNCİ KISIM
HZ.MUHAMMED (S.A.S)'İN PEYGAMBERLİKTEN ÖNCEKİ HAYÂTI
" Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik".
(el-Enbiyâ Sûresi, 107)
l- HZ. MUHAMMED (S.A.S)'İN ÇOCUKLUK
DÖNEMİ
1- DOĞUMU:
Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yılı'nda, 12 Rebiülevvel
(20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke'nin doğusunda bulunan
"Hâşimoğulları Mahallesi"nde, babasından kendisine mirâs kalan
evde doğdu. Arapların takvim başı olarak kullandıkları "Fil Vak'ası",
Peygamberimiz (s.a.s.)'in doğumundan 52 gün kadar önce olmuştu.(18)
Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği ziyâfette çocuğun adını
soranlara:
"Muhammed adını verdim. Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk,
O'nu hayırla yâdetsinler..." cevâbını verdi. Annesi de "Ahmed"
dedi. (Muhammed, üstünlük ve meziyetleri anılarak çok çok övülüp senâ
edilen; Ahmed de Cenab-ı Hakk'ı yüce sıfatları ile öven, hamdeden kimse
demektir.(19) İslâm târihçileri, Peygamberimiz (s.a.s.)'in doğduğu gece
bir takım olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler. O gece İran
Kisrâsı (Hükümdarı)'nın Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütûnu yıkılmış,
mecûsîlerin İran'da Istahrâbat şehrinde bin yıldan beri yanmakta olan
"ateşgede"leri sönmüş, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmış, bin
yıldan beri kurumuş olan Semâve deresi'nin suları taşmış, mecûsîlerin
büyük bilgini Mûdibân korkunç bir rüya görmüş, Kâbe'deki putların yüz
üstü devrildikleri görülmüştü. Gerçekten O'nun doğması ile bütün dünyada
hüküm sürmekte olan cehâlet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış,
zulmün baskısı son bulmuştur.
2- SOYU (NESEBİ)
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.s.)'in babası, Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah;
annesi ise Vehb'in kızı Âmine'dir. Babası Abdullah, Kureyş Kabîlesinin
Hâşimoğulları kolundan, annesi Âmine ise Zühreoğulları kolundandır. Her
ikisinin soyu, bir kaç batın yukarıda, "Kilâb"da birleşmektedir.
Her ikisi de Mekke'lidir.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Hz.İbrâhim'in büyük oğlu Hz. İsmâil'in neslindendir.
Soyu Adnân'a kadar kesintisiz bellidir.(20) Adnân ile Hz.İsmâil arasındaki
batınların sayısında neseb bilginleri ihtilâf etmişlerdir.(21)
Peygamber (s.a.s.) Efendimizin soyu, çok temiz ve çok şerefli bir neseb
zinciridir. Bir hadisi şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
"Ben devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek
intikal eden Âdemoğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda
içinde bulunduğum 'Hâşimoğulları' âilesinden neş'et ettim", buyurmuştur.(22)
Diğer bir hadisi şerifte bu seçilme işi şöyle anlatılmıştır.
"Allah, Hz İbrâhim'in oğullarından Hz. İsmâil'i, İsmâiloğullarından
Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyşi, Kureyşden Hâşimoğul-larını,
Hâşimoğullarından da beni seçmiştir." (23)
Bir başka hadis-i şerifinde de Rasûl–i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah beni, dâima helâl babaların sulbünden, temiz anaların rahmine
naklederek, sonunda babamla annemden ızhâr etti. Âdem'den, anne-babama
gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız birleşen olmamıştır". (24)
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah,
Suriye seyâhatinden dönerken Yesrib (Medine)'de hastalanarak 25 yaşında
vefât etmiş ve orada defnedilmişti. Peygamberimiz (s.a.s.)'e, babasından
mirâs olarak beş deve, bir sürü koyun, doğduğu ev ve künyesi Ümmü Eymen
olan Habeşli Bereke adlı bir câriye kalmıştır.(25)
3- HZ. MUHAMMED (S.A.S.) SÜT ANNE
YANINDA
Başlangıçta çocuğu (3 veya 7 gün) annesi Âmine emzirdi.(26) Sütü yetmediği
için, daha sonra amcası Ebû Leheb'in azatlı câriyesi Süveybe tarafından
emzirildi.(27)
Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.)'in devamlı süt annesi Hevâzin Kabîlesinin
Sa'doğlulları kolundan Halîme oldu.
Mekke'nin havası ağır olduğu için, Mekkeliler yeni doğan çocuklarını çölden
gelen süt annelere verirlerdi. Çöl ikliminde çocuklar hem daha gürbüz
yetişiyor, hem de bozulmamış (fasih) Arapça öğreniyorlardı. Hz. Muhammed
(s.a.s.)'de bu âdete göre süt annesi Halîme'ye verildi. Halîme, yetim
bir çocuğu emzirmenin kârlı bir iş olmayacağı düşüncesiyle, başlangıçta
tereddüt göstermişse de, daha sonra bu çocuğun evlerine uğur ve bereket
getirdiğini görmüş ve O'nu öz çocuklarından daha çok sevmiştir. Süt kardeşi
Şeyma da bakımında annesine yardımcı olmuştur.(28)
Hz.Muhammed (s.a.s.) süt annesi ve süt kardeşleri ile sonraki yıllarda
dâima ilgilenmiştir. Halîme kendisini ziyârete geldiği zaman onu "anacığım"
diyerek karşılamış, altına elbisesini yayarak, saygı göstermiştir.(29)
Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yaşına kadar, süt annesinin yanında çölde kaldı.
Dört yaşında Halîme çocuğu Mekke'ye götürerek annesine teslim etti. İslâm
târihçileri, bu esnada "şakk-ı sadr" (göğüs açma) olayının meydana
geldiğini, çocukta görülen bu gibi olağanüstü hallerin Halîme'yi endişelendirdiğini,
bu yüzden çocuğu annesine teslime mecbûr kaldığını naklederler.(30)
4- MEDİNE ZİYÂRETİ
Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi Âmine
ile kaldı, O'nun şefkat ve ihtimâmı ile yetişip büyüdü. Altı yaşında iken,
babasının Medine'de bulunan kabrini ziyâret etmek üzere, annesi ve sadık
hizmetçileri Ümmü Eymen'le beraber Medine'ye gittiler. Medine'deki akrabaları
Neccâroğullarında bir ay kadar misâfir kaldılar. Dönüşte, Medine'nin 23
mil güneyinde Ebvâ Köyü'nde Âmine hastalandı.(31) Henüz doğmadan babasından
yetim kalmış olan Hz. Muhammed (s.a.s.) altı yaşında iken annesinden de
öksüz kalıyordu. Bu acıyı bütün varlığı ile hisseden anne, oğlunu şefkat
dolu gözlerle süzdü. Bağrına basıp uzun uzun öptü. Masûm yüzüne bakarak
"Her yeni eskiyecek, her fâni yok olup gidecek,
Ben de öleceğim, fakat buna gam yemem,
Namımı ebedi kılacak hayırlı bir halef bırakıyorum..." anlamına bir
şiir söyledi. Bu sözlerden sonra vefât etti.(32)
Annesinin ölümünden sonra çocuğu Ümmü Eymen Mekke'ye götürüp dedesi Abdülmuttalib'e
teslim etti.
Altı yaşından sekiz yaşına kadar, çocuğa dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib
seksen yaşını geçmiş bir ihtiyârdı. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz sekiz
yaşında iken dedesi de öldü. Ölürken, on oğlu içinden Hz. Muhammed (s.a.s.)
Efendimizin yetiştirilmesini, öz amcası Ebû Tâlib'e bıraktı.(33/1)
Yıllar sonra, Hicret'in 6'ıncı yılı Hudeybiye Barışı dönüşünde Rasûlullah
(s.a.s.) Efendimiz, annesinin kabrini ziyâret edip, teessürle gözyaşı
döktü.
Annemin bana olan şefkatini hatırlayarak ağladım, buyurdu. (33/2)
BİR GECE
Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü bir Öksüz çıkıverdi!
Lâkin, o ne hüsrândı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî
Bir kerre, zuhûr ettiği çöl, en sapa yerdi.
Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar.,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkına sarmıştı zemînin.
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.
Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki Öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı O Mâsum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere rahmetti, evet, şer–i mübîni,
Şehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;
Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.
Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyyet...
Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Mehmed Âkif ERSOY
--------------------------------------------------------------------------------
(18) Siyer ve İslâm Târihi müellifleri,
Rasûlüllah (s.a.s.)'in doğumunun Rebiülevvel ayında bir pazartesi günü
sabaha karşı olduğunda genellikle ittifak etmişlerse de, ayın kaçıncı
günü olduğu konusunda birleşememişlerdir.
Rasûlüllah (s.a.s.) 1 Rebiülevvel 11 H./27 Mayıs 632 M. târihine rastlayan
Pazartesi günü öğleden sonra vefât etmiştir. (Bkz. Tecrid Tercemesi,9/298
ve 11/5-6) Sahih hadislerde, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz'in 63 yaşında
vefât ettiği belirtilmiştir (Bkz. Tecrid Tercemesi, 9/298, Hadis No. 1442
ve 11/33, Hadis No.1671)
Rasûlüllah (s.a.s.)'in, Hz. Mâriye'den olan oğlu İbrâhim'in vefât ettiği
gün, güneş tutulmuştu. (Bkz. Buhârî, 2/29-30; Tecrid Tercemesi, 3/428,
Hadis No. 547) Mısır'lı Muhammed Felekî Paşa, yaptığı hesaplama ve araştırma
sonucu, bu tutulma olayının, Milâdi 632 yılının 7 Ocak günü saat 8.30'a
rastladığını tesbit etmiştir. Rasûlüllah (s.a.s.)'in vefâtı, 1 Rebiülevvel
11 H/27 Mayıs 632 M. Pazartesi günü olduğuna göre, Muhammed Felekî Paşa
bu tarihten 63 kameri yıl geri giderek, Rasûlüllah (s.a.s.)'in doğumunun
9 Rebiülevvel/20 Nisan 571 veya 2 Rebiülevvel/13 Nisan 571 pazartesi olması
gerektiği sonucuna varmıştır. (Bkz. Asr-ı Saadet 1/191).
(19) Peygamberimizin en meşhûr ve Kur'an-ı Kerim'de geçen isimleri; "Muhammed"
ve "Ahmed"dir. Muhammed (s.a.s.) ismi Kur'ân-ı Kerîm'de 4 yerde
(Âl-i İmrân Sûresi 144, Ahzâb Sûresi 40, Muhammed Sûresi 2 ve Fetih Sûresi
19); Ahmed ismi ise 1 yerde (Saf Sûresi, 6) geçmektedir.
Fetih Sûresinde bu ism–i şerif, ayrıca "Rasûlüllah" olarak vasıflanmıştır.
Saf Sûresinin 6. âyetinde ise:
"Meryem oğlu İsâ: Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce indirilen
Tevrât'ı tasdik edici, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygemberi
de müjdeleyici olarak, Allah'ın size gönderilmiş bir peygemberiyim demişti..."
buyrulmuştur.
Bu ayet-i celilede Hz. İsâ'nın, kendinden sonra "Ahmed" adında
bir peygamberin geleceğini müjdelediği bildirilmektedir.
Bugün elimizde, Hz. İsâ'ya indirilen İncil'in orjinal nüshası bulunmayıp,
ondan çok sonraki târihlerde kaleme alınmış muharref nüshalar bulunduğundan
Hz. İsâ tarafından verilen bu müjdenin aslını bugünkü İncillerde aynen
bulmak mümkün olmamaktadır. Ancak Yunanca'dan Türkçe'ye çevrilen Yuhanna
İncili'nin 14. babı'nın 26 âyeti şöyledir:
"Baba'dan size göndereceğim "Tesellici", "Babadan
çıkan hakikat Ruhu geldiği zaman benim için o şehâdet edecektir."
Burada geçen "Tesellici" kelimesi, İncilin Yunancasında "Faraklit"
dir. İncil'in eski Arapça tercemelerinde bu kelime "Hammâd"
veya "Hâmid" olarak terceme edilmiştir. Nitekim bir kısım Hıristiyan
bilginleri de bu kelimeyi "Hammâd, yani çok hamd eden kimse olarak
açıklamışlardır ki aşağı yukarı "Ahmed" anlamındadır.
İncil'deki "Faraklit" kelimesini "Tesellici" diye
terceme etmiş de olsalar, Hz. İsâ ile Hz. Muhammed (s.a.s.) arasında bilinen
bir peygamber bulunmadığına ve günümüze kadar da zuhûr etmediğine göre,
Hz. İsâ'nın gönderileceğini bildirdiği "Tesellici" veya "Faraklit"
Rasûlüllah (s.a.s.) den başka kim olabilir? (Bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-293,
Hadis No: 1439 ve izâhı.)
Buhârî'nin Cübeyr b. Mut'ım'den rivâyetine göre, Hz. Peygamber (s.a.s)'in
eski kutsal kitaplarda, eski ümmetlerce bilinen üç adı daha vardır: Mâhi,
Hâşir, Âkıb. Bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Bana âit beş yüce isim vardır. Ben Muhammed ve Ahmed'im. Ben Mâhi'yim,
ki Allah benim (nübüvvetim)le küfrü izâle edecektir. Ben Hâşir'im ki (kıyamet
gününde) insanlar benim ardımdan haşrolunacaklardır. Ben Âkib'im, Çünkü
peygamberlerin sonuyum. (Buhârî 4/11;Tecrid Tercemesi, 9/291, Hadis No:
1439; Müslim, 4/1827, Hadis No: 2354. Rasûlüllah (s.a.s.)'in diğer isimleri
için bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-294 ve 10/43)
(20) Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Adnân'a kadar kesintisiz bilinen nesebi
sırasıyla şöyledir: Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdümenâf, Kusayy,
Kilâb, Mürre, Kâab, Lüey, Galib, Fihr (Kureyş), Mâlik, en-Nadr, Kinâne,
Huzeyme, Müdrike, İlyâs, Mudar, Nizâr, Meadd, Adnân, (el-Buhârî, 4/238;
İbn Hişâm, 1/1-2)
Annesinin nesebi de şöyledir: Vehb, Abdümenâf, Zühre, Kilâb, Mürre...
Görüldüğü üzere her iki tarafın nesebi Kilâb'da birleşmektedir. (İbn Hişam,
1/115)
(21) Aynî, Umdetü'l-Karî, 8/54; Tecrid Tercemesi, 10/43; Asr-ı Saâdet,
1/178-179
(22) El-Buhârî, 4/166; Tecrid Tercemesi, 9/316 (Hadis No: 1454) ve 10/44
(23) Müslim, 4/1782 ( Hadis No: 2276); Tirmizi, 5/583 (Hadis No: 3605);
Tecrid Tercemesi 10/44
(24) Bkz. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/255-256, Tecrid Tercemesi,
10/44;
Târih-i Din-i İslâm, 2/5
(25) Asr-ı Saâdet, 1/187
(26) Târih-i Din-i İslâm, 2/16
(27) İbnü'l-Esir, el-Kâmil, 1/459; İbn Sa'd, Tabakat 1/108
(28) İbnü'l-Esir, a.g.e., 1/460
(29) Mansur Ali Nâsıf, et-Tâc, 5/6, Kahire, 1382/ 1962 (Ebû Dâvud'dan)
(30) Bkz. İbn Hişâm, 1/174; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 461-462; Hamîdullah,
İslâm Peygamberi 1/40
Rasûlüllah (s.a.s.)'in hayatında şakk-ı sadr olayı bir kaç defa olmuştur.
İlki, süt annesi Halîme'nin yanında iken meydana gelmiştir. Melekler,
göğsünü açıp, "işte şeytanın sendeki nasibi" diyerek bir pıhtı
çıkarıp atmışlardır. (Müslim, 1/147 K. İmân B. 74, Hadis No: 261). İlk
vahyin gelişinden önce de, vahyin ağırlığına dayanabilmisi için, şakk-ı
sadr olayının tekrarlandığı rivâyet edilmiştir. Mirâc mucize'sinden önce
de Cebrâil (a.s.) Rasûlüllah (s.a.s.)'in göğsünü açıp "zemzem suyu"
ile yıkadıktan sonra imân ve hikmet doldurmuştur. (Tecrid Tercemesi, 2/227,
Hadis No: 227 ve izâhı)
(31) İbn Hişâm, 1/177; Tecrid Tercemesi, 4/699
(32) Târih-i Din-i İslâm, 2/23; Tecrid Tercemesi, 2/699
(33/1) Abdülmuttalib'in çeşitli zevcelerinden 10 oğlu ve 6 kızı vardı.
Bunlar içinde Hz. Ali'nin babası Ebû Tâlib ile Peygamberimiz (s.a.s)'in
babası Abdullah ana baba bir kardeşti. (Asr-ı Saâdet 1/ 197; Târihi-i
Din-i İslâm, 2/27)
Oğulları: Abbâs, Hamza, Abdullah, Ebû Tâlib (asıl adı Abdimenâf) Zübeyr,
Hâris, Hacl, Mukavvim, Dırar, Ebû Leheb (asıl adı Abduluzza) dır. Kızları
ise: Safiyye, Ümmü Hakim el- Beyda, Âtike, Ümeyme, Eravâ, Berre. (İbn
Hişâm, 1/113)
(33/2) İbn Sa'd, et-Tabakat, 1/116-117; Tecrid Tercemesi, 4/683
Kelime Açıklamaları:
Hasrân: Sapıklık, aldanma-Mamûre-i dünya: Dünyada insanların yaşadığı
yerler, kalkınmış ülkeler-Beter: daha kötü-Beşer: İnsan cinsi, bütün insanlar-Dişsiz:
(burada) güçsüz, zayıf, kimsesiz-Fevza: Kargaşa, anarşi-Âfak: Ufuklar-Ufuk:
Uzaklara bakıldığında yeryüzünün gökyüzüyle birleşmiş gibi görünen yeri-Zemin:
Yeryüzü. Şark: Doğu ülkeleri-Tefrika: Fikir ayrılığı-Nefha: Üfürme-Mâsûm:
Günahsız-Hamle: Atılma, saldırma-Kayser: Bizans imparatorlarına verilen
ünvan-Kisrâ: İran hükümdarlarına verilen ünvan-Acz: Güçsüzlük- Zevâl:
Yok olma-Şer'i mübin: İslâm dini-Şehbal: kanat, kanattaki uzun tüyler-Adl:
adalet-Medyûn: Borçlu-Beşeriyyet: İnsanlık-Mahşer: Kıyâmette insanların
toplanacağı yer-Haşretmek: Kıyâmet günü insanları dirildikten sonra mahşerde
toplamak.
--------------------------------------------------------------------------------
II- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN GENÇLİK DÖNEMİ
1- EBÛ TÂLİB'İN HİMÂYESİ
Peygamberimizin hayâtının sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar olan dönemine
"gençlik devresi" denilir. Bu devrede Rasûlullah (s.a.s.) amcası
Ebû Tâlib'in yanında, onun himâyesi altında bulunmuştur.
Ebû Tâlib, zeki ve âlicenâb bir zâtdı. Zengin olmamakla beraber, asâleti
ve âlicenâplığı sebebiyle herkesten saygı görüyordu. Yeğeni Hz. Muhammed'i
çok seviyor, hiç yanından ayırmıyordu.
2- SEYÂHATLERi
a) Şam Seyâhati
Mekke iklimi zirâate elverişli olmadığından, Mekkeliler ticâretle uğraşırlar,
çocuklarını da ticârete alıştırırlardı. Ticâret için kervanlarla, yazın
Şam'a, kışın Yemen'e seyâhet ederlerdi. Ebû Tâlip de diğer Mekkeliler
gibi kervan ticâreti yapıyordu. Bir defasında Şam'a giderken, Hz. Muhammed
(s.a.s.)'e amcasından ayrılmak zor geldi; kendisini de yanında götürmesini
istedi. Ebû Tâlib çok sevdiği yeğenini kırmadı. O'nu da kafileyle beraberinde
götürdü. Bu esnâda henüz oniki yaşındaydı.
Şam'ın 90 km. kadar güneyinde Busrâ (Eski Şam) denilen kasabada "Bahîra"
adında bir Hıristiyan râhibi vardı. Kasabaya uğrayan kervanlarla hiç ilgilenmediği
halde, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in içinde bulunduğu kervanı karşılayarak
bütün kafileye bir ziyâfet verdi. Bahîra okuduğu kutsal kitaplardan edindiği
bilgilerle, Hz Muhammed (s.a.s.)'in simâsından, O'nun istikbâlini sezmişti.
O'nunla konuştu. Sorular sordu. Aldığı cevâplar, kanâatini kuvvetlendirdi.
Şam yolculuğunun bu çocuk için tehlikeli olacağını düşündü. Ebû Tâlib'e:
-"Bu çocuk son Peygamber olacaktır. Şam Yahûdîleri içinde O'nun alâmet
ve vasıflarını bilen kâhinler vardır. Tanırlarsa, ihânet ve kötülüklerinden
korkulur. Bu çocuğu Şam'a götürmeyiniz..."dedi. Bu sözler üzerine
Ebû Tâlib Şam'a gitmekten vazgeçti. Alışverişini burada bitirip, geri
döndü.(34)
Son Peygamberin geleceği ve O'nun bir çok vasıfları Tevrât ve İncil'de
bildirilmişti. Bu sebeple, Yahûdî ve Hristiyan bilginleri, O'nun alâmetlerini
ve vasıflarını biliyorlardı. Hicretten sonra Müslüman olan Medineli Yahûdi
âlimi Abdullah İbn Selâm'ın "Tevrat'ta Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Hz.
İsa (a.s.)'ın sıfatları vardır" dediğini, "Kütüb-i Sitte"
denilen altı güvenilir hadis kitabından Tirmizi'nin es-Sünen'inde rivâyet
edilmiştir."(35)
Gülünç Bir İddiâ
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in 12 yaşında yaptığı bu seyâhatta râhip Bahîra
ile görüşmesini, bazı Hıristiyan yazarlar, Hıristiyanlığın bir zaferi
gibi göstermek istemişler, Peygamberimiz (s.a.s.)'in bütün dinî esasları
bu râhipten öğrendiğini iddia etmişlerdir.
Bu iddia son derece gülünç ve tutarsızdır. Oniki yaşındaki bir çocuğun,
İslâm gibi mükemmel bir dinin esaslarını bir kaç saatlik görüşme esnâsında
öğrenmesi mümkün değildir. Bu râhip bu esasları bilseydi, kendisi tebliğ
ederdi. Eğer burada böyle bir konu konuşulsaydı, kafilenin gözü önünde
yapılan bu konuşma ağızdan ağıza yayılırdı. Peygamberliğini ilân ettiği
zaman inanmayanlar, "bunlar Bahîra'nın sözleri" demezler miydi?
Üstelik İslâmiyet, Hıristiyanların "teslis" (üçlü tanrı sistemi)
inancını tamâmen reddetmiş "Tevhid inancını" getirmiştir. Görüldüğü
üzere, bu iddia son derece çürük ve çirkin bir iftirâdan başka bir şey
değildir.
b) Yemen Seyâhati
Hz. Muhammed (s.a.s.) 17 yaşında iken de, diğer bir ticâret kafilesi ile
amcalarından Zübeyr ve Abbâs'la birlikte Yemen'e gidip gelmiştir.(36)
3- FİCÂR SAVAŞINA KATILMASI
Müslümanlıktan önce (Câhiliyet Döneminde) Araplar arasında iç savaşlar
eksik olmazdı. Yalnızca "Eşhür-i hurum" denilen dört ayda savaşmak
haram sayılırdı. Bu dört ayda (Zilka'de, Zilhicce, Muharrem, Receb) savaş
yapılacak olursa fâcirane sayıldığı için buna "Ficâr Savaşı"
denirdi.
Kureyş kabîlesi ile Hevâzin kabîlesi arasında kan davası yüzünden bir
savaş başlamış, dört yıl sürmüştü. Savaş, kan dökülmesi haram olan aylarda
da devâm ettiği için "Ficâr Savaşı" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) yirmi yaşlarında iken bu savaşa amcaları ile birlikte
katıldı. Fakat kimseye ok atmamış, kimsenin kanını dökmemiştir. Sâdece
karşı taraftan atılan okları toplayıp, amcalarına vermiştir.(37)
4- HILFU'L-FUDÛL CEMİYETİNDE ÜYELİĞİ
Uzun süren Ficâr savaşı esnâsında Mekke'de âsâyiş bozulmuş, can ve mal
güvenliği kalmamıştı. Özellikle dışarıdan mal getiren yabancıların malları
yağmalanıyordu.
Vâil oğlu Âs, Mekke'ye gelen Yemen'li bir tâcirin bütün malını gasbetmiş,
haksız olarak elinden almıştı. Yemen'li, Ebû Kubeys dağına çıkarak uğradığı
haksızlığa karşı, bütün kabîleleri yardıma çağırdı. Yemenlinin bu feryâdı
üzerine Peygamberimiz (s.a.s.)'in amcası Zübeyr, Kureyşin bütün ileri
gelenlerini çağırdı. Hâşimoğulları, Zühreoğulları, Esedoğulları, Temimoğulları,
Abdülluzzaoğulları, Zübeyrin dâvetine icâbet ederek, Beni Temîm'den Cüd'ân
oğlu Abdullah'ın evinde toplandılar."Mekke'de zulmü önlemeğe yerli-yabancı
hiç kimseye karşı haksızlık ettirmemeğe" karar verdiler. Haksızlığa
uğrayan kimselere yardım edeceklerine yemin ettiler. Yemenlinin hakkını
Âs'tan alıp geri verdiler. Mekke'de âsâyişi yoluna koydular.
Vaktiyle, Cürhümîler zamanında Fadl b. Hâris,, Fudayl b. Vedâa ve Mufaddal
b. Fedâle isimlerinde üç kabîle başkanı, kabîleleri ile toplanarak,"Mekke'de
zulme meydan vermeyeceğiz, zayıfların hakkını adâlet üzere alacağız..."(38)
diye yemin etmişlerdi. Onların bu yeminlerine "Hılfu'l-fudûl"
(Fadılllar yemini) denilmişti. Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde aynı konuda
yapılan yemine de bu sebeple "Hılfu'l-fudûl" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) 20 yaşında iken bu toplantıda amcaları ile beraber
üye olarak bulundu. Bu cemiyetin çalışmalarından son derece memnun kaldığını
Peygamberliğinden sonra: "İslâm'da da böyle bir cemiyete cağrılsam,
yine icâbet ederim", sözleriyle ifâde etmiştir.(39)
--------------------------------------------------------------------------------
(34) Bkz. et-Tirmizi, es-Sünen, 5/590-591 (Hadis No: 3620); İbn Hişâm,
1/91-194; İbnü'l-Esîr,a.g.e., 2/37
(35) et-Tirmizi, 5/588, (Hadis No:3617)
(36) Târih-i Din-i İslâm, 2/33
(37) İbn Hişâm, 1/198
(38) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/41
(39) İbn Hişâm 141-142; Tarih-i Din-i İslâm, 2/ 36; Tecrid Tercemesi,
7/101
--------------------------------------------------------------------------------
III- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN EVLİLİK DÖNEMİ
1- TİCÂRET HAYÂTI
Bütün Mekke'liler gibi Hz. Muhammed (s.a.s.) de amcasıyle birlikte ticâret
yapıyordu. Gerek çocukluğunda, gerekse ticâret hayâtında, dürüstlüğü ile
tanınmıştı. Sözünde durmadığı, yalan söylediği, başkalarına zarar verecek
bir davranışta bulunduğu, bir kimseyi incittiği asla görülmemiş; dürüstlüğü
dillere destan olmuştu. Bu yüzden Mekke'liler O'na "el-Emîn"
(her konuda güvenilir kişi) diyorlardı. O'nun bu yüksek ahlâkını öğrenen
Kureyşin zengin kadınlarından Hatice, kendisine sermâye vererek ticâret
ortaklığı teklif etti. Böylece Peygamber (s.a.s.) ile Hatice arasında
ticâret ortaklığı başladı.
2- HZ. HATİCE İLE EVLENMESİ
Kureyşin Esed oğulları kolundan Huveylid kızı Hatice zeki, dirâyetli,
şeref ve asâlet sâhibi, 39-40 yaşlarında zengin ve güzel bir hanımdı.
Daha önce iki defa evlenmiş ve dul kalmıştı. Kureyşin ileri gelenlerinden
pek çok isteyenler olmuş, fakat hiç biri ile evlenmemişti. Güvendiği kimselere
sermâye vererek ticâret ortaklığı yapıyor, böylece servetini artırıyordu.
Yüksek ahlâk ve âli-cenâblığı sebebiyle, kendisine Müslümanlıktan önce
"Tâhire" denildiği gibi, sonra da "Haticetü'l-Kübra"
denilmiştir.
Hz. Hatice bir ticâret kafilesiyle Peygamberimiz (s.a.s.)'i Şam'a gönderdi.
Kölesi Meysere'yi de hizmetine verdi. Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.) Şam'a
kadar gitmedi; malları Busra'da satarak geri döndü. Çünkü Bahîra'nın ölümünden
sonra yerine geçen Râhip Nestûra da, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Şam'a gitmesini
uygun bulmamıştı.(40)
Üç ay kadar sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.) beklenilenin çok üzerinde kazanç
elde ederek döndü. Hz. Hatice, bu büyük insanın emniyet, dürüstlük ve
gayretine hayran oldu. Daha sonra araya vasıtalar girdi; evlenmeleri kararlaştırıldı.
Bu esnâda Hz.Muhammed (s.a.s.) 25, Hz Hatice ise 40 yaşlarındaydı.(41)
Nikâh, Hatice'nin amcazâdesi, Varaka oğlu Nevfel tarafından Hz. Hatice'nin
evinde kıyıldı. Ebû Tâlib ile Varaka birer hitâbede bulunarak, her iki
âilenin üstünlük ve meziyetlerini dile getirdiler.(42) Esâsen, Hz. Peygamber
(s.a.s.) ile Hz. Hatice'nin nesebleri Kusayy'da birleşir. Hz. Hatice'ye
20 dişi deve mehir verildi.(43) Nikâhtan sonra develer kesilerek dâvetlilere
ziyâfet çekildi.
Evlenmelerinden sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. Hatice'nin evine geçti.
Örnek ve mutlu bir âile yuvası kurdular. Hz. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e
derin bir saygı ve sevgi ile bağlıydı. Peygamberliğinden önce olduğu gibi,
Peygamberlik devrinde de en büyük yardımcısı oldu. Yüksek ve eşsiz ruhlu
bir hanım olduğunu gösterdi.
Peygamberimiz (s.a.s.)'de ondan son derece memnundu. O devirde çok evlilik
âdet olduğu ve bir çok teklifler aldığı ve aralarında yaş farkı da bulunduğu
halde, onun üzerine evlenmedi; ölümünden sonra da onu hep hayırla andı.
3- HZ. PEYGAMBER (S.A.S)'İN ÇOCUKLARI
Peygamberimiz (s.a.s.)'in Hz. Hatice'den ikisi erkek, dördü kız olmak
üzere sırasıyla, Kaasım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah
adlarında altı çocuğu oldu. Arablarda ilk çocuğun adı ile künyelendirme
âdet olduğundan Hz.Peygamber (s.a.s.)'e de "Ebü'l-Kaasım" denildi.
Kaasım ile Abdullah küçük yaşta öldüler. Kızları büyüdüler. Fakat Fâtıma'dan
başka hepsi de babalarından önce vefât ettiler. Yalnız Fâtıma, Peygamber
(s.a.s.)'in vefâtından sonra altı ay daha yaşadı.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s), kızlarının en büyüğü Zeyneb'i Ebu'l-Âs ile evlendirdi.
Ebü'l Âs, Müslüman olmadığı için, Zeyneb'in hicretine izin vermemişti.
Bedir Savaşında esir düştü. Zeyneb'i Medine'ye göndermek şartı ile serbest
bırakıldı. Daha sonra Müslüman olarak Medine'ye geldi. Zeyneb'i tekrar
aldı.(44)
Rukiyye ile Ümmü Gülsüm'ü, amcası Ebû Leheb'in oğullarından Utbe ve Uteybe
ile evlendirmişti. İslâmiyetten sonra Ebû Leheb, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e
olan düşmanlığı sebebiyle oğullarına eşlerini boşamaları için baskı yaptı.
Onlar boşadıktan sonra, Rasûlullah (s.a.s.) Rukiyye'yi Hz. Osman'la evlendirdi.
Rukiyye'nin ölümünden sonra da Ümmü Gülsüm'ü nikâhladı. Bu yüzden Hz.
Osman'a "iki nûr sâhibi" anlamına "Zi'n-nûreyn" denildi.
En küçük kızı Fâtıma'yı ise Hz. Ali ile evlendirdi. Hasan ve Hüseyin,
Hz. Fâtıma'nın çocuklarıdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in nesli, Hz. Fâtıma
ile devâm etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s.)'in Mısırlı eşi Mâriye'den de İbrâhim adlı bir oğlu
olmuş, fakat Hicretin 10'uncu yılında henüz iki yaşına girmeden ölmüştür.
4- KÂBE'NİN TÂMİRİNDE HAKEMLİĞİ (605 M.)
Hz. İbrâhim ve Hz. İsmâil tarafından yapılmış olan Kâbe, geçen uzun asırlar
içinde yağmur ve sel suları ile harabolmuş, tâmir edilmesi gerekmişti.
Kureyşliler, Kâbe binasını yıkarak, yeniden yapmaya karar verdiler. Yardımlar
toplandı, gerekli malzeme temin edildi. Hz. İbrâhim'in yaptığı temele
kadar yıkarak, duvarları yeniden örmeğe başladılar. Ancak; "Hacer-i
Esved"i yerine koyma sırası gelince anlaşamadılar. Kureyş'in bütün
kolları, bu şerefin kendilerine âit olmasını istiyordu. Anlaşmazlık dört
gün sürdü, kan dökülmek üzereydi ki,(45) Kureyş'in en ihtiyarı Ebû Ümeyye
veya Huzeyfe b. Muğîre"Harem kapısından ilk girecek zâtın hakem yapılarak,
onun vereceği karara uyulmasını" teklif etti.(46) Bu teklif kabul
edildi. Az sonra kapıdan Hz. Muhammed (s.a.s) girmişti. Buna o kadar sevindiler
ki, "el-Emîn, el-Emîn, O'nun hakemliğine râzıyız..." diye bağrıştılar.Yanlarına
gelince, durumu anlattılar.
Hz. Muhammed (s.a.s.), üzerine Hacer-i Esved-i koyduğu yaygının uçlarını
Kureyşin ulularına tutturdu; hep berâber, konulacağı yere kadar taşıdılar.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'de taşı alıp yerine yerleştirdi. Anlaşmazlığın
bu şekilde çözümlenmesi herkesi memnûn etti. Böylece büyük bir felâket
önlenmiş oldu.(47)
Bu olay, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in zekâ ve dirâyeti yanında, O'nun Mekkeliler
arasındaki sonsuz itibâr ve güvenini de göstermektedir. Bu esnâda Rasûl-i
Ekrem (s.a.s.) 35 yaşında idi.
Kâbe'nin tâmirinde Hz. Peygamber (s.a.s.) de bizzât çalışmış, taş taşımış,
hatta bu yüzden omuzları yara olmuştu. Bir defa, amcası Abbâs'ın sözüne
uyarak, taş acıtmasın diye elbisesini omuzuna topladığında vücûdu açılıverince
baygın halde yere düşmüştü. Rasûlullah (s.a.s.) o andan sonra hiç üryân
görülmemiştir.(48)
--------------------------------------------------------------------------------
(40) İbnü'l-Esîr, el-Kâmil 2/39
(41) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/39
(42) Her iki hutbenin metin ve tercemeleri için bkz. Târih-i Din-i İslâm,
2/ 47-48
(43) İbn Hişâm, 1/201. Beşyüz altın veya beşyüz dirhem.. gibi rivâyetler
de vardır.
(44) Ebûl-Âs ile ilgili daha geniş bilgi için, bkz. Tecrid Tercemesi,
2/373-376, (Hadis No: 313'ün izâhı)
(45) Abdü'd-dâroğulları, ellerini bir çanaktaki kana batırarak, "kanımız
dökülmedikçe, bu konuda kimse bizim önümüze geçemez" diye yemin etmişlerdi.
(Tarih-i Din-i İslâm, 2/55)
(46) Târihi-i Din–i İslâm, 2/55
(47) Bkz. İbn. Hişâm, 1/209; İbnü'l-Esir, a.g.e., 2/45; Tecrid Tercemesi,
6/40-44
(48) el-Buhârî, 1/96; Tecrid Tercemesi, 2/240, Hadis No. 237 ve 6/48
--------------------------------------------------------------------------------
İKİNCİ KISIM
HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN PEYGAMBERLİK DEVRİ (610-632)
Hz. Muhammed (s.a.s.) 40 yaşında Peygamber
oldu. 23 yıllık Peygamberlik devresinin 13 yılı Mekke'de, 10 yılı Medine'de
geçti. Bu itibârla Peygamberlik devresinin:
a) Nübüvvet'den Hicret'e kadar devâm eden 13 yıllık süresine "Mekke
Devri" (610- 622);
b) Hicretten vefâtına kadar olan 10 yıllık süresine de "Medine Devri"
(622-632) denir.
BİRİNCİ BÖLÜM
MEKKE DEVRİ
I- HZ.MUHAMMED (S.A.S.)'İN PEYGAMBER OLUŞU
1- HİRA'DA İNZİVÂ
Eskiden beri Mekke'deki hanîf ve zâhitler, recep ayında inzivâya çekilirlerdi.
Her biri, Mekke'nin 3 mil (bir saat) kuzeyinde Hira (Nûr) dağında bir
köşeye çekilir, tefekküre dalardı. (49)
40 yaşlarına doğru Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kalbinde de bir yalnızlık
sevgisi belirdi. O da Hira (Nûr) Dağında bir mağaraya çekilip, günlerce
orada kalıyor, Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz kudret ve azametini düşünerek O'na
ibâdet ediyordu. Giderken azığını da berâberinde götürüyor, bitince evine
dönüyor, sonra tekrar gidiyordu. Böylece Cenâb-ı Hakk, O'nu büyük vazifesine
hazırlıyordu. Zaman zaman "Sen Allah elçisisin..." diye kulağına
sesler geliyor, fakat etrafta hiç bir şey göremiyordu.(50)
Hz. Muhammed (s.a.s.)'e ilâhi vahyin başlangıcı, sâdık rüyâlar şeklinde
oldu. Gördüğü her rüya, olduğu gibi çıkıyordu. (51) Bu hâl, altı ay kadar
devam etti.
2-İLK VAHY
610 yılı Ramazan ayının(52) Kadir Gecesinde,(53) ridâsına bürünüp Hira'daki
mağarada düşünmeye dalmış olduğu bir sırada, bir sesin kendisini ismi
ile çağırmakta olduğunu duydu. Başını kaldırıp etrafına baktı; kimseyi
göremedi. Bu sırada her tarafı ansızın bir nûr kaplamıştı; dayanamayıp
bayıldı. Kendisine geldiğinde karşısında vahiy meleği Cebrâil'i gördü.
Melek O'na:
-"Oku" Dedi. Hz. Muhammed (s.a.s.):
-"Ben okuma bilmem", diye cevap verdi. Melek, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i
kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıkdı.
-"Oku" diye emrini tekrarladı. Hz. Muhammed (s.a.s.) yine:
-"Ben okuma bilmem..." cevâbını verdi. Melek emrini tekrarlayıp
üçüncü defa Hz. Peygamber (s.a.s.)'i sıktıktan sonra "el-Alak"
Sûresi'nin ilk beş âyetini okudu.
"Yaratan Rabb'ının adıyle oku. O, insanı alak'tan (aşılanmış yumurtadan)
yarattı. Oku, kalemle (yazmayı) öğreten, insana bilmediğini belleten Rabb'ın
sonsuz kerem sahibidir." (El-Alak Sûresi, 1-5).
Meleğin arkasından Hz. Peygamber (s.a.s.)'de bu âyetleri tekrarladı. Heyecanla
mağaradan çıkarak evine geldi. Yolda ilerlerken gök yüzünden bir sesin:
"Ya Muhammed. Sen Allah'ın elçisisin, Ben de Cibril'im" dediğini
duydu. Başını kaldırdığı zaman, Cebrâil'i gördü.(54) Korku içinde evine
vardı. Eşi Hz. Hatice'ye:
"Beni örtünüz, çabuk beni örtünüz" dedi. Bir müddet dinlenip
heyecânı geçtikten sonra gördüklerini Hz. Hatice'ye anlattı, kendimden
korkuyorum, dedi. Hz. Hatice, O'nu şu ölmez sözlerle teselli etti.
"Öyle deme. Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk hiç bir vakit seni
utandırmaz. Çünkü sen , akrabanı gözetirsin. İşini görmekten âciz kimselerin
ağırlıklarını yüklenirsin, Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını
kazandırırsın. Misâfiri ağırlarsın. Hak yolunda zuhûr eden olaylarda halka
yardım edersin..." (55)
3- VARAKA'NIN SÖZERİ
Hatice daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s.)'i amcazâdesi Nevfel oğlu Varaka'ya
götürdü. Varaka hanîflerdendi. Tevrât ve İncil'i okumuş, İbrânî dilini
ve eski dinleri bilen bir ihtiyardı. Varaka Peygamberimiz (s.a.s.)i dinledikten
sonra:
-"Müjde sana yâ Muhammed, Allah'a yemin ederim ki sen Hz. İsâ'nın
haber verdiği son Peygambersin. Gördüğün melek, senden önce Cenâb-ı Hakk'ın
Musâ'ya göndermiş olduğu Cibril'dir. Keşki genç olsaydım da, kavmin seni
yurdundan çıkaracağı günlerde sana yardımcı olabilseydim... Hiç bir Peygamber
yoktur ki, kavmi tarafından düşmanlığa uğramasın, eziyet görmesin..."
(56) dedi. Aradan çok geçmeden Varaka öldü.
--------------------------------------------------------------------------------
(49) Tarih-i Din-i İslâm, 2/60
(50) İbn Hişâm, 1/250
(51) el-Buhârî, 1/3; Tecrid Tercemesi, 1/3 (Hadis No:3); İbn Hişâm, 1/249-250
(52) Bkz. el- Bakara Sûresi, 185
(53) Bkz. el- Kadr Sûresi, 1
(54) İbn Hişâm, 1/253
(55) Bkz. el-Buhârî, 1/3; Tecrid Tercemesi, 1/3-10. (Hadis No:3)
(56) Bkz. el-Buhârî, 1/3;Tecrid Tercemesi, 1/3-10. (Hadis No:3)
--------------------------------------------------------------------------------
II- NEBÎLİK VE RASÛLLUK
Şüpheziz, seni biz, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik".
(Fetih Sûresi,
İlk vahiy'den sonra, kısa bir süre vahyin arkası kesildi.(57) Bir gün
Hz. Peygamber (s.a.s.) Hira'dan dönerken, bir ses işitti. Başını kaldırıp
semâya bakınca, kendisine daha önce Hira'daki mağarada gelen meleği gördü.
Korku ve heyecân içinde evine döndü.
"Hemen beni örtünüz, beni örtünüz." dedi. Bu esnada Cebrâil,
el-Müddessir Sûresinin ilk âyetlerini getirdi.
"Ey örtüsüne bürünen (peygamber). Kalk, (insanları) azâb ile korkut.
Rabb'ının adını yücelt (Namaz'da tekbir getir.) Elbiseni temiz tut. Kötü
şeyleri terket." (el-Müddessir Sûresi, 1-5).
İlk vahiy ile Hz. Muhammed (s.a.s.) "Nebî" olmuş, henüz başkalarına
"Hak Dini" tebliğ ile görevlendirilmemişti. Bu ikinci vahiy
ile "Risâlet" verildi. Hak Dini tebliğ ile görevlendirildi.
Ancak açık dâvet emredilmedi.
1- İSLÂMDA İLK İBÂDET
İslâmda Allah'a imândan sonra ilk farz kılınan ibâdet, namazdır. İkinci
vahiy ile el-Müddessir Sûresinin ilk âyetlerinin indirilmesinden sonra,
Mekke'nin üst yanında bir vâdide, Cibril (a.s.), Rasûlullah (s.a.s.)'e
gösterip öğretmek için abdest almış, peşinden Cibril'den gördüğü şekilde
Rasûlullah (s.a.s.) de abdest almıştır.
Sonra Cibril (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'e namaz kıldırmış ve namaz
kılmayı öğretmiştir.(58)
Eve dönünce Rasûlullah (s.a.s.) abdest almayı ve namaz kılmayı eşi Hz.
Hatice'ye öğretmiş, o da abdest almış ve ikisi birlikte cemâatle namaz
kılmışlardır.
2- İLK MÜSLÜMANLAR
"İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır."
(Vâkıa Sûresi, 10)
Hz. Peygamber (s.a.s.)'e ilk imân eden ve O'nunla birlikte ilk defa namaz
kılan kişi, eşi Hz. Hatice oldu. Daha sonra evlâtlığı Hârise oğlu Zeyd.(59)
ve amcasının oğlu Hz. Ali Müslüman oldular.
a ) Hz. Ali'nin İslâm'ı Kabûl Etmesi
Ebû Tâlib, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i, 8 yaşından 25 yaşına kadar evinde
barındırmış O'nu öz çocuklarından daha çok sevmişti. Evliliğinden sonra
Hz. Muhammed (s.a.s.), eşi Hz. Hatice'nin evine geçmiş ve maddî bakımdan
refâha kavuşmuştu. (60) Ebû Tâlib'in âilesi ise pek kalabalıktı. Peygamberimiz
(s.a.s.) amcasının sıkıntısının biraz azalması için 5 yaşından itibâren
Ali'yi yanına almıştı. Bu yüzden Ali, Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında
kalıyordu.(61)
Hz. Ali, Peygamberimiz (s.a.s.) ile Hz. Hatice'yi namaz kılarken görünce,
bunun ne olduğunu sordu. Peygamber Efendimiz, O'na Müslümanlığı anlattı.
O da Müslümanlığı kabûl etti. Bu esnâda Hz. Ali henüz on yaşlarında bir
çocuktu.
b) Hz. Ebû Bekir'in Müslüman Olması
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yakın ve en samîmi dostu olan Ebû Kuhâfe oğlu
Ebû Bekir, Kureyş kabîlesi'nin Teymoğulları kolundandır. Baba ve anne
tarafından soyu, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in soyu ile Mürre'de birleşir.
Hz. Ebû Bekir'in Mekke'de Kureyş arasında büyük bir itibârı vardı. Zengin
ve dürüst bir tüccârdı. Aralarındaki güven ve samîmiyet sebebiyle, Peygamberimiz
(s.a.s.) âilesi dışındakilerden ilk olarak Hz. Ebû Bekir'i İslâm'a dâvet
etti. Hz. Ebû Bekir bu dâveti tereddütsüz kabûl etti. Esâsen, câhiliyet
devrinde bile putlara hiç tapmamış, ağzına bir yudum içki koymamıştı.
Hz. Ebû Bekir'in Müslüman olmasıyla, Peygamberimiz (s.a.s.) büyük bir
desteğe kavuştu. Onun gayret ve delâletiyle, Mekke'nin önemli şahsiyetlerinden
Affân oğlu Osmân, Avf oğlu Abdurrahman, Ebû Vakkas oğlu Sa'd, Avvâm oğlu
Zübeyr, Ubeydullah oğlu Talha da Müslümanlığı kabûl ettiler. Hz. Hatice'den
sonra Müslüman olan bu 8 zata "İlk Müslümanlar" (Sabıkûn-i İslâm)
denilir.
(57) İlk vahiy ile ikinci vahiy arasında
geçen "fetret-i vahy" süresinin ne kadar devâm ettiğine dâir
rivâyetler 15 gün ile 3 yıl arasında değişmektedir. (Bkz. Tecrid Tercemesi,
1/11. Hadis No: 4'ün açıklaması) Olayların seyrine göre, 1-2 aydan daha
çok olmaması gerekir. 2-3 yıl gibi uzun süre olduğunu söyleyenler, "gizli
dâvet" süresi ile "fetret-i vahy"i ayıramamış olmalıdırlar.
(58) İbn Hişâm, 1/260-261; Tecrid Tercemesi, 2/231, (Hadis No: 227'nin
açıklaması); Tâhir Olgun, İbâdet Târihi, 28, İstanbul, 1946
(59) Zeyd, Kudâa kabilesindendi. Küçük yaşta esir edilmiş, köle olarak
satılmıştı. Hz. Hatice, evliliklerinden sonra O'nu Hz. Muhammed (s.a.s.)'e
hediye etti. Babası Hârise, oğlunu araya araya nihâyet Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
yanında buldu. Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisini âzâd ederek babası ile
gitmesine izin verdi. Fakat Zeyd, babası ile gitmedi; "babam da sensin,
annem de..." diyerek, Hz. Muhammed (s.a.s.)'den ayrılmadı. Hz. Muhammed
(s.a.s.)'de onu evlâd edindi. (İbn Hişâm, 1/265), Kur'an-ı Kerîm'de açık
olarak adı geçen sahâbî, yalnızca Zeyd'dir. (el-Ahzâb Sûresi, 37) Peygamberimiz
(s.a.s.) onu Ümmü Eymen ile evlendirmiş, bu evlilikten meşhûr komutan
"Üsâme" doğmuştur. Zeyd, Hicretin 8'inci yılında Mûte Savaşında
şehid olmuştur. (Geniş bilgi için bkz. Tecrid Ter. 4/538 - 540, Hadis
No: 644)
(60) Bkz. ed-Duhâ Sûresi, 8
(61) Abbas da aynı maksatla Câfer'i yanına almıştı. (Bkz. İbn Hişâm, 1/263)
3- AÇIK DÂVETİN BAŞLAMASI (613-614 M)
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ilk üç yıl halkı gizlice İslâm'a dâvet etti.
Yalnızca çok güvendiği kimselere İslâm'ı açıkladı. (62) Başta Hz. Ebû
Bekir olmak üzere, Hak dini kabul etmiş olanlar da, el altından güvendikleri
arkadaşlarını teşvik ediyorlardı. Bu üç yıl içinde Müslümanların sayısı
ancak 30'a çıkabildi.(63) Bunlar ibâdetlerini evlerinde gizlice yapıyorlardı.
Peygamberliğin dördüncü yılında (614 M.) inen: "Sana emrolunan şeyi
açıkca ortaya koy, müşriklere aldırma". (el-Hicr Sûresi, 94) anlamındaki
âyet-i celile ile İslâm'ı açıktan tebliğ etmesi emrolundu. Bunun üzerine
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) halkı açıktan İslâm'a dâvete başladı.
Harem-i Şerif'e gidip kendisine inen âyetleri açıktan okuyordu:
"Ey insanlar şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülk (ve hâkimiyetine)
sâhip ve kendinden başka hiç bir tanrı olmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın
sizin hepinize gönderdiği Peygamberiyim. O halde Allah'a, ümmî nebiy olan
Rasûlune-ki O'da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmıştır,- imân edin, O'na
uyun ki doğru yolu bulmuş olasınız..." (el-A'raf Sûresi, 158) diyerek
onları İslâm'a dâvet ediyordu.
Açık dâvetin başlamasından sonra, halkla daha kolay temas edebilmek için
Rasûlullah (s.a.s.), kendi evinden, Safâ ile Merve arasında işlek bir
yerde bulunan "Erkam"ın evine taşındı. Bir çok kimse bu evde
İslâm'la şereflendiği için bu eve "Dâr-ı İslâm" denildi.(64/1)
4- YAKIN AKRABASINI İSLÂM'A DÂVETİ
"Önce en yakın akrabanı (Allah'ın azâbıyla) korkut" (eş Şuarâ
Sûresi, 214) anlamındaki âyet-i celîle inince Rasûl-i Ekrem (s.a.s.),
Safâ Tepesi'ne çıkarak:
"Ey Abdülmuttaliboğulları, Ey Fihroğulları, Ey Abdimenâfoğulları,
Ey Zühreoğulları..." diyerek bütün akrabasına oymak oymak seslendi.
Hepsi toplandıktan sonra:
-"Ey Kureyş cemâati, size "şu dağın eteğinde veya şu vâdide
düşman süvârisi var. Üzerinize baskın yapacak desem, bana inanır mısınız?"
diye sordu. Hepsi bir ağızdan:
-"Evet, inanırız, çünkü şimdiye kadar senden hiç yalan duymadık,
sen yalan söylemezsin..." dediler. O zaman Rasûlullah (s.a.s.):
-"O halde ben size, önümüzde şiddetli bir azâb günü bulunduğunu,
Alah'a inanıp, O'na kulluk etmeyenlerin bu büyüyk azâba uğrayacaklarını
haber veriyorum... Yemin ederim ki, Allah'tan başka ibâdete lâyık tanrı
yoktur. Ben de Allah'ın size ve bütün insanlara gönderdiği Peygamberiyim...(Rasûl-i
Ekrem her bir oymağa ayrı ayrı hitâb ederek) Allah'tan kendinizi ibâdet
karşılığında satın alarak, azâbından kurtarınız. Bu azâbtan kurtulmanız
için, ben Allah tarafından verilmiş hiç bir nüfûza sâhip değilim..."(64/2)
-"Ey Kureyş Cemâati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır
gibi dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah divânına varınca, muhakkak
dünyadaki bütün yaptıklarınızdan hesâba çekileceksiniz. İyiliklerinizin
mükâfâtını, kötülüklerinizin de cezâsını göreceksiniz. "O Mükâfât
ebedi Cennet, cezâ da Cehennem'e girmektir..." (65) diyerek sözlerini
bitirdi.
Peygamberimiz (s.a.s.)'in bu sözleri, umumi bir muhâlefetle karşılanmadı.
Yalnızca Ebû Leheb:
-"Helâk olasıca, bizi bunun için mi çağırdın?" sözleriyle Rasûlullah
(s.a.s.)'in gönlünü kırdı. Bunun üzerine onun hakkında:
"Ebû Leheb'in iki elleri kurusun,yok olsun. O'na ne malı ne de kazandığı
fayda verdi. Alevli bir ateşe yaslanacaktır O. Boynunda bükülmüş bir ip
olduğu halde, karısı da odun hammalı olarak." (Leheb Sûresi, 1-5)
meâlindeki sûre-i celîle nâzil oldu.(66)
--------------------------------------------------------------------------------
(62) İbn Hişâm, 1/280
(63) Târih-i Din-i İslâm, 2/145; Bu esnâda Müslümanlık çevrede de yavaş
yavaş duyuluyor, ağızdan ağıza yayılıyordu. "Muhammed (s.a.s.) yeni
bir din çıkarmış.. Abdülmuttalib'in yetimine gökten haberler geliyormuş...
diye alay edenler oluyordu.
(64/1) Târih-i Din-i İslâm, 2/151,
(64/2) Bkz. Riyâzü's-sâlihîn Tercemesi, 1/361, (Hadis No: 327)
(65) el-Buhârî, 3/191 ve 4/161; Tecrid Tercemesi, 8/252-255 (Hadis No:
1170) ve 9/283-289; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/60-61
(66) İbnü'l-Esîr,a.g..e., 2/60-61; Târih-i Din-i İslâm, 2/154
--------------------------------------------------------------------------------
III- MEKKE MÜŞRİKLERİNİN MÜSLÜMANLARA KARŞI DAVRANIŞLARI
İslâm'ın Mekke'de yayılmaya başlaması ile Mekke halkı iki kısma ayrıldı.
l) Müslümanlar, 2) Müslümanlığı kabûl etmeyen müşrikler.
Müşriklerin, Müslümanlara karşı davranışları, sırasıyla beş safha geçirdi:
Alay, hakaret, işkence, ilişkileri kesme (boykot), memleketten çıkarma
ve öldürme (şiddet politikası).
1- ALAY VE HAKARET DÖNEMİ
Kureyşliler başlangıçta Hz. Muhammed (s.a.s)'in Peygamberliğini önemsememiş
göründüler. İmân etmemekle beraber, putlar aleyhine söz söylemedikçe,
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in dâvetine ses çıkarmadılar. Yalnızca, Rasûlullah
(s.a.s.)'i gördüklerinde, "İşte gökten kendisine haber geldiğini
iddia eden..." diyerek eğlendiler. Müslümanları alaya alıp küçümsediler.
Böylece "alay devri" başlamış oldu.
Kurân-ı Kerîm, onların bu tutumlarını bize bildirmektedir.
"Suçlular, şüphesiz mü'minlere gülerlerdi. Yanlarından geçtiklerinde,
birbirlerine göz kırpıp, kaş işâretiyle istihzâ ederlerdi. Arkadaşlarına
döndüklerinde, eğlenerek (neş'e içinde) dönerlerdi. Mü'minleri gördüklerinde,
"bunlar gerçekten sapık kimseler" derlerdi. (el-Mutaffifîn Sûresi,
29-32)
Putlarla ilgili, "Siz de; Allah'ı bırakıp tapmakta olduklarınız (putlar)
da, hiç şüphesiz Cehennem odunusunuz..." (el-Enbiya Sûresi, 98) anlamındaki
âyet-i kerîme inince, müşrikler son derece kızdılar. Artık Müslümanlara
düşman olup, hakaret ettiler. Böylece, "hakaret devri" başladı.
Kureyş'in puta tapıcılıkta yararı vardı. Mekke puta tapıcıların merkezi
durumundaydı. Kâbe ve civârındaki putları ziyâret için gelenlerle Mekke
hergün dolup taşıyor, bu yüzden Kureyş, hem para, hem itibâr kazanıyordu.
Mekke'de Müslümanlık yayılırsa bütün bu menfaatler elden gittiği gibi,
diğer kabîleler Kureyş'e düşman olabilirlerdi. Üstelik Müslümanlık herkesi
eşit sayıyor, soy-sop, asâlet, zenginlik-fâkirlik farkı gözetmiyordu.
Bu yüzden Kureyş ileri gelenleri Müslümanlığı kendi çıkarları için tehlikeli
gördüler. Müslümanlığın yayılmasını önlemek ve ortadan kaldırmak için
her çâreye başvurdular.
2- İŞKENCE DÖNEMİ
a) Kureyş'in Ebû Tâlib'e Başvurması:
Kureyş'in ileri gelenlerinden Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebû Cehil,
Ebû Süfyan, Velîd b. Muğıra, Âs b. Vâil ve Âs b. Hişâm'dan oluşan bir
hey'et Hâşimoğullarının reisi Ebû Tâlib'e gelerek:
"Kardeşinin oğlu ilâhlarımıza hakaret ediyor, dinimizi yeriyor, bizi
aptal, dedelerimizi sapık gösteriyor. Ya O bu işten vazgeçsin, yahut sen
himâyeden vazgeç de, biz hakkından gelelim..." dediler. Ebû Tâlib
onları tatlılıkla savdı.(67) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in eskisi gibi görevine
devam ettiğini görünce yeniden Ebû Tâlib'e geldiler.
"Artık sabır ve tahammülümüz kalmadı. Ne olacaksa olsun, iki taraftan
biri yok olsun, diğeri kurtulsun..." diye tehdit ettiler. Ebû Tâlib
durumun nâzik olduğunu gördü. Bütün Kureyş'e karşı koyamazdı. Yeğeni Hz.
Muhammed (s.a.s.)'e durumu anlatarak:
-"Bak oğlum, akraba arasında düşmanlık sokmak iyi olmaz. Sen yine
dinine göre hareket et, ama onların putlarını aşağılama, onlara sapık
deme. Kendini de , beni de koru, bana gücümün üstünde yük yükleme..."
dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) üzüldü. Artık amcası da kendisini koruyamıyacaktı.
Müslümanlar henüz sayıca az ve zayıftı. Mübârek gözleri yaşlarla dolarak:
-"Ey amca, Allah'a yemin ederim ki, onlar sağ elime Güneş'i, sol
elime de Ay'ı koysalar, ben yine görevimi bırakmam..." diyerek ayrılmak
üzere yerinden kalktı.Yeğeninin gücenmesine dayanamayan Ebû Tâlib:
-"Ey kardeşimin oğlu, istediğini söyle, yemin ederim ki, seni hiç
bir zaman, hiç bir şey karşısında himâyesiz bırakacak değilim." dedi.(68)
Daha sonra Ebû Tâlib, Hâşimoğullarını toplayarak durumu anlattı ve Kureyş'e
karşı âile şerefi adına Hz. Peygamber (s.a.s.)'in korunmasını istedi.
Ebû Leheb'den başka bütün âile fertleri, Müslüman olsun, olmasın, bu teklifi
kabûl ettiler.(69)
b) Kureyş'in Hz.Peygamber (s.a.s)'e
Başvurması
Ebû Tâlib'e yaptıkları mürâcaatlardan bir sonuç alamayınca Kureyş uluları
bizzât, Hz. Peygember (s.a.s.)'e geldiler:
-"Yâ Muhammed! Sen soy ve şeref yönünden hepimizden üstünsün. Fakat
Araplar arasında, şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadığını yaptın; aramıza
ayrılık soktun, bizi birbirimize düşürdün. Eğer maksadın zengin olmaksa,
seni kabîlemizin en zengini yapalım. Reislik istersen, başkan seçelim.
Evlenmek düşünüyorsan, Kureyş'in en asil ve en güzel kadınları ile evlendirelim.
Eğer cinlerin kötülüğüne kapılmışsan, seni tedâvî ettirelim. İstediğin
her fedakârlığa katlanalım. Bu davâ'dan vazgeç, düzenimizi bozma..."
dediler. Rasûlullah (s.a.s.):
-"Söylediklerinizden hiç biri bende yok. Beni Rabb'ım size Peygamber
gönderdi, bana kitâp indirdi. Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini size tebliğ ediyorum.
İmân ederseniz, dünya ve âhirette mutlu olursunuz. İnkâr ederseniz, Cenâb-ı
Hak aramızda hükmedinceye kadar sabredip bekleyeceğim. Putlara tapmaktan
vazgeçip, yalnızca Allah'a ibadet ediniz...." diye cevâp verdi. (70)
- "Bizim 360 tane putumuz Mekke'yi idâre edemezken bir tek Allah
dünyayı nasıl idâre eder..." diyerek gittiler.(71)
"O kâfirler, içlerinden bir uyarıcının (Peygamberin) geldiğine şaştılar.
'Bu yalancı bir sihirbâzdır' dediler. O (Peygamber) bütün ilâhları tek
bir Tanrı mı yapmış? Bu cidden şaşılacak birşey... dediler". (Sa'd
Sûresi, 4-5).
c) İlk Müslümanların Gördükleri Eza
ve Cefalar
Müşrikler, Ebû Tâlib ve Hz. Peygamberle yaptıkları görüşmelerden netice
alamayınca Müslümanlara ezâ ve işkenceye başladılar.(72)
Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman gibi kuvvetli ve itibârlı bir âileye mensup olanlara
pek ilişemiyorlardı. Fakat kimsesiz, fakir Müslümanlara, özellikle köle
ve câriyelere cihân târihinde eşine rastlanmayan vahşet derecesinde işkenceler
yapıyorlardı. Ebû Füheyke, Habbâb, Bilâl, Suhayb, Ammâr, Yâsir ve Sümeyye
bunlardandı.
Safvân b. Ümeyye'nin kölesi olan Ebû Füheyke, efendisi tarafından her
gün ayağına ip bağlanarak, kızgın çakıl ve kumlar üzerinde sürükletilirdi.
Demirci olan Habbâb, kor hâlindeki kömürlerin üzerine yatırılmış; kömürler
sönüp kararıncaya kadar, göğsüne bastırılarak kıvrandırılmıştı.
Ammâr'ın babası Yâsir, bacaklarından iki ayrı deveye bağlanıp, develer
ters yönlere sürülerek parcalanmış, kocasının bu şekilde vahşice öldürülmesine
dayanamayıp müşriklere karşı söz söyleyen Sümeyye, Ebû Cehil'in attığı
bir ok darbesiyle öldürülmüştü.(73)
Halef oğlu Ümeyye, kölesi Habeşli Bilâl'i hergün çırılçıplak kızgın kumlar
üzerine yatırır, göğsüne kocaman bir taş koyarak güneşin altında saatlerce
bırakır; Hz. Peygamber (s.a.s.)'e küfretmesi, Müslümanlığı terk etmesi
için ezâ ederdi. Birgün, ellerini ayaklarını sımsıkı bağlayarak boynuna
bir ip geçirmiş, sokak çocuklarının eline vererek çıplak vücûdunu kızgın
kumlar üzerinde Mekke sokaklarında sürütmüştü. Sırtı yüzülüp kanlar içinde
kalan Bilâl, bu durumda yarı baygın halde bile "Ehad, Ehad"
(Allah bir, Allah bir) diyordu.(74)
Anne ve babası vahşice öldürülen Ammâr, gördüğü işkencelere dayanamamış,
müşriklerin istedikleri sözleri söylemişti. Ellerinden kurtulunca, ağlayarak
Hz. Peygamber (s.a.s.)'e durumu anlatmış, Rasûlullah (s.a.s.)'de: "Sana
tekrar eziyet ederlerse; kurtulmak için yine öyle söyle" demişti."(75)
Hz. Ebû Bekir, müşrik sâhiplerinin işkencelerinden kurtarmak için, yedi
tane Müslüman köle ve câriyeyi büyük bedeller ödeyerek satın alıp âzâd
etmişti. Rasûlullah (s.a.s.)'in müezzini Bilâl bunlardandı.(76)
Hâşimîlerden çekindikleri ve Ebû Tâlib'in himayesinde olduğu için önceleri
Rasûlullah (s.a.s.)'in şahsına dokunamıyorlardı. Zamanla "mecnûn,
falcı, şâir sihirbaz" gibi sözler söylemeğe başladılar. En sonunda
fırsat buldukça O'na da hakaret, işkence ve her türlü kötülüğü yapmaktan
çekinmediler. Geçeceği yollara dikenler döküyorlar, üzerine pis şeyler
atıyorlar, kapısına kan ve pislik sürüyorlar, evinin önüne pislik atıyolardı.
Bir defa Harem-i Şerifte namaz kılarken "Ukbe b. Ebî Muayt"
saldırıp boğmak istemiş, Hz. Ebû Bekir kurtarmıştı (77) Başka bir zaman,
Kâbe'nin yanında namaz kılarken, Ukbe b. Ebî Muayt Ebû Cehil'in teşvikiyle
yeni kesilmiş bir devenin iç organlarını, secdeye vardığında üzerine atmış;
kızı Fâtıma yetişip üzerindeki pislikleri temizledikten sonra, başını
secdeden kaldırabilmişti.(78) Müşriklerin kötülükleri giderek dayanılmaz
bir duruma gelmiş. Müslümanlar Mekke'de barınamaz hâle gelmişlerdi.
--------------------------------------------------------------------------------
(67) İbn Hişâm, 1/283-284; İbnü'l-Esîr,
a.g.e., 2/63
(68) İbn Hişâm, 1/284; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/64; Târih-i Din-i islâm,
2/156
(69) İbn Hişâm, 1/287; Târih-i Din-i İslâm, 2/158
(70) İbn Hîşâm, 1/315-316; Târih-i Din-i İslâm, 2/161
(71) Târih-i Din-i İslâm, 2/163
(72) İbn Hişâm, 1/287
(73) Zâdü'l-Meâd, 2/116; Asr-ı Saâdet, 1/254
(74) Zâdü'l-Meâd, 2/116; Asr-ı Saâdet, 1/253
(75) "Kalbi imânla dolu olduğu halde, zor ve baskı altında olan kimseler
dışında, imândan sonra Allah'ı inkâr edip gönlünü küfre açan kimselere
Allah katından bir gazap vardır. Büyük azâb da onlar içindir." (en-Nahl
Sûresi, 106) anlamındaki âyet-i kerime o olaydan sonra indi.
(76) İbnü'l-Esîr, 2/66-70; Zâdü'l-Meâd, 2/117; Tecrid Tercemesi 6/ H.No
1017'nin izahı.
(77) el-Buharî, 4/240; Tecrid Tercemesi 10/45-48 (Hadis No : 1544); İbnül
Esîr, a.g.e. 2/279
(78) el-Buhârî, 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161-164 (Hadis No: 177) ve 2/377-378
(Hadis No: 314); Rasûlüllah (s.a.s.) namazını bitirdikten sonra, üç defa:
"Allahım, Kureyş'i Sana havale ediyorum" buyurmuş sonra da orada
aralarında gülüşüp istihza etmekte olan Ebû Cehil, Utbe b. Rabia, Şeybe,
b. Rabia, Velid b. Ukbe b. Ebî Muayt, Ümeyye b. Halef'i isim isim sayarak,
"Allahım, şu güruhu sana havale ediyorum" buyurmuştur. Bunların
hepsi de Bedir Savaşında öldürülerek bir çukura atıldılar. Tecrid Tercemesi,
1/161 (Hadis No: 177) ve 10/47-48
--------------------------------------------------------------------------------
3- HABEŞİSTAN'A HİCRET
"Zulme uğradıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri, and olsun
ki, dünyada güzel bir yerde yerleştiririz. Âhiret ecri ise daha büyüktür."
(en-Nahl Sûresi, 41)
a) Habeşistan'a İlk Hicret Edenler (615 M.)
Müşriklerin ezâları dayanılmaz bir hal almıştı. Müslümanlar serbestçe
ibâdet edemiyorlardı. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) Müslümanların Habeşistan'a
hicret etmelerine izin verdi.
Müslümanlar Habeşistan'a iki defa hicret ettiler. İlk defa 12'si erkek,
4'ü kadın 16 kişi Mekke Devri'nin (Peygamberliğin) 5'inci yılında (615
M.) Recep ayında Mekke'den gizlice ayrılarak Kızıldeniz kıyısında birleştiler.
Başlarında bir reisleri yoktu. Buradan kiraladıkları bir gemi ile Habeşistan'a
geçtiler. İçlerinde, Hz. Osman, eşi Rukiyye, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman
b. Avf ve Abdulllah b. Mes'ûd gibi muhterem zâtlar da vardı.(79)
b) İkinci Habeşistan Hicreti (616
M.)
İlk hicret edenler Habeşistan'da iken inen "en-Necm Sûresi"ni
Hz. Peygamber (s.a.s.) Hârem-i Şerifte müşriklere okudu. Bitince, sûrenin
sonunda "secde âyeti" bulunduğu için, Allah'a secde etti. Bu
sûrenin 19 ve 20'inci âyetlerinde müşriklerin putlarından "Lât, Uzza
ve Menât'ın" isimleri de geçtiğinden müşrikler de Hz. Peygamber (s.a.s.)'le
birlikte putları için secde etmişlerdi. Bu olay, "Mekkeliler toptan
Müslüman oldu" diye bir şâyianın çıkmasına sebep olmuş, bu asılsız
şâyia tâ Habeşistan'da duyulmuş, bu yüzden hicret eden Müslümanlar da,
Habeşistan'da üç ay kaldıktan sonra dönmüşlerdi.(80) Müslümanlar, Habeşistan'dan
döndüklerine pişman oldular. Çünkü müşrikler zulüm ve işkencelerini daha
da artırmışlardı. Bu sebeple Müslümanlar, Mekke Devri'nin 7'inci yılında
(616 M.) 77'si erkek, 13'ü kadın olmak üzere 90 kişi 2'inci defa Habeşistan'a
hicret ettiler. Bu ikinci hicrette kafile başkanı Hz. Ali'nin ağabeyi
Câfer Tayyar'dı.(81)
c) Kureyş Elçileri İle Câfer Arasında
Geçen Münâzara
Müslümanların Habeşistan'a hicreti, müşrikleri endişelendirdi. Müslümanlığın
etrâfa yayılmasından korktular. Hicret eden Müslümanların kendilerine
teslim edilmesi için Habeşistan Necâşi'si (82) Ashame'ye kıymetli hediyelerle
Amr b. Âs ile Abdullah b. Ebî Rabia'yı elçi olarak gönderdiler.(83) Necâşi
Müslümanlarla Kureyş elçilerini huzurunda karşılaştırdı. Müslümanlara:
-"Kureyşliler elçi göndermişler, sizi geri istiyorlar, ne dersiniz"
diye sordu. Müslümanların reisi Câfer ayağa kalkarak:
-"Ey hükümdar, sorunuz onlara, biz onların kölesi miyiz?"
Kureyş delegeleri adına Âs oğlu Amr (Amr b.Âs) cevâp veriyordu:
-Hayır, hepsi hürdür.
-Onlara borcumuz mu var?
-Hayır, hiç birinde alacağımız yok.
-Kısas edilmemiz için, onlardan öldürdüğümüz kimse var mı?
-Öyle bir isteğimiz yok.
-O halde bizden ne istiyorlar?
Amr cevap verdi:
-"Bunlar atalarımızın dininden çıktılar, ilâhlarımıza hakaret ettiler,
gençlerin inançlarını bozdular, aramıza ayrılık soktular."
Bu iddialara karşı Câfer:
-"Ey hükümdar, biz câhil bir kavimdik. Taştan, ağaçtan yaptığımız
putlara tapıyorduk. Kız çocuklarımızı diri diri taprağa gömüyor, ölmüş
hayvanların leşlerini yiyorduk. İçki, kumar, fuhuş ve hertürlü ahlâksızlığı
yapıyorduk. Hak hukuk tanımıyorduk. Kuvvetliler zayıfları eziyor, zenginler
fakirlerin sırtından geçiniyordu.
Cenâb-ı Hakk bizim hidâyetimizi diledi. İçimizden soyu-sopu, asâleti,
ahlâk, fazilet ve dürüstlüğü hakkında kimsenin kötü söz edemeyeceği bir
Peygamber gönderdi. O bizi puta tapma zilletinden kurtardı. Tek, Allah'ı
tanıttı. Yalnız O'na kulluğa çağırdı. Bütün ahlâksızlıklardan uzaklaştırdı.
Doğru söylemeği, emâneti gözetmeyi, akrabalık haklarına riâyeti, komşularla
hoş geçinmeyi öğretti. Yalan söylemeği, yetim malı yemeği, haksızlık etmeği
yasakladı.
Biz O'na inandık. O'nun gösterdiği Hak Dini kabûl ettik. Bu yüzden kavmimizin
hakaret ve işkencelerine uğradık. Fakat dinimizden dönmedik. Dayanamaz
hâle gelince onlardan kaçıp, sizin himâyenize sığındık..." dedi.
Kur'ân-ı Kerim'den âyetler okuyarak herkesi heyacâna getirip ağlattı.(84)
Hz. İsâ ve Meryem'le ilgili olarak:
"Meryem çocuğu alıp kavmine getirdi. Onlar: Meryem, utanılacak bir
şey yaptın. Ey Harûn'un kızkardeşi, baban kötü bir kimse değildi, annen
de iffetsiz değildi... dediler. Meryem çocuğu gösterdi: Biz beşikteki
çocukla nasıl konuşabiliriz... dediler. Çocuk: Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum,
bana kitap verdi ve beni Peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni
mübârek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve anneme
iyi davranmamı emretti, beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde,
öleceğim günde ve dirileceğim günde bana selâm olsun.. dedi".
İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsâ gerçek söze göre budur."
(Meryem Sûresi, 27, 34)
Bu âyetleri dinleyen Habeş hükümdarı:
-"Allah'a yemin ederim ki, bu sözler Hz. İsây'a gelen sözlerle aynı
kaynaktan," dedi ve Kureyş elçilerinin teklifini reddetti.(85)
Ertesi gün, Amr Necâşi'nin huzuruna çıkarak:
-"Onlar Hz. İsâ hakkında yakışıksız sözler söylüyorlar", diyerek
hükümdarı tahrik etmek istedi. Çünkü Habeş Necâşisi Ashame Hırıstiyandı.
Bu idiaya karşı Câfer:
-"Biz, Hz. İsâ hakkında Cenâb-ı Hak Kur'ân'da ne bildirmişse ancak
onu söyleriz" dedi ve sonra şu anlamdaki âyeti okudu.
"Meryem oğlu İsâ Mesih, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı
kelimesidir. O, Allah tarafından bir rûhdur..." (en-Nisâ Sûresi,
171)
Bunun üzerine Necâşi yerden bir çöp alıp göstererek:
"-Hz. İsâ'nın dedikleri ile sizin söyledikleriniz arasında şu çöp
kadar bile fark yok. Sizi ve Peygamberinizi tebrik ederim. Şehâdet ederim
ki, O zât, hak Peygamberdir. O'nu Hz İsâ müjdelemişti..." dedi. Sonra,
Kureyş elçilerine:
"-Peygamberlerini yalanlayan kavmin hediyesi bana lâzım değil,"
diyerek getirdikleri hediyeleri geri verdi.(86)
Habeşistan'da Müslümanlar güven içinde kaldılar. Bunlardan bir kısmı,
Müslümanlar Medine'ye hicret edince Medine'ye gittiler (622 M.). Bir kısmı
Hudeybiye barışına kadar orada kaldılar. (628 M.) Câfer'in başkanlığında
son 16 kişilik kafile ise Hayber'in fethi esnâsında Medine'ye döndü. (628
M.)
--------------------------------------------------------------------------------
(79) İbn Hişâm, 2/344-353; İbnü'l-Esir,
a.g.e., 2/76-77; Zâdü'l-Meâd, 2/117
(80) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/77; İbn Hişâm, 2/3; Zâdü'l-Meâd, 2/118
(81) İbnü'l-Esîr, a.g.e, 2/78.
(82) "Necâşi", Habeş hükümdârlarının ünvanıdır.
(83) İbn Hişâm, 1/356-357; İbnü'l-Esîr, 2/79; Zâdü'l-Meâd, 2/121
(84) İbn Hişâm, 1/359-360; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/79-81; Târih-i Din-i
İslâm, 2/216-218
(85) İbn Hişâm, 1/360; Târih-i Din-i İslâm, 2/221
(86) İbn Hişâm, 1/361-362; İbnü'l-Esîr, 2/81
--------------------------------------------------------------------------------
4- HZ. HAMZA VE HZ. ÖMER'İN MÜSLÜMAN
OLMALARI
a) Hz. Hamza'nın Müslüman Olması
Hamza, Peygamberimizin amcalarındandır. Süveybe'den O da emdiği için,
Rasûlullah (s.a.s.) ile süt kardeştir. Mekke Devri'nin 6'ıncı (616 M.)
yılında Müslüman olmuştur.
Peygamberimiz bir gün "Safâ" tepesinde otururken yanından Ebû
Cehil geçti. Rasûlullah (s.a.s.)'e çirkin sözlerle hakarette bulundu.
Peygamberimiz hiç bir karşılık vermedi.
Hamza o gün ava gitmişti. Dönüşünde, bir câriye, olayı Hamza'ya anlattı.
Hamza henüz Müslüman olmamıştı. Yeğenine hakaret edilmesine dayanamadı,
silahını çıkarmadan, derhal Kureyşin toplantı yerine gitti. "Kardeşimin
oğluna hakaret eden sen misin?" diyerek yayı ile Ebû Cehil'in kafasına
vurup yaraladı. Ebû Cehil, "Hamza Müslüman oluverir" korkusu
ile ses çıkarmadı. (87) Ebû Cehil'den, Peygamberimize yaptığı hakaretin
öcünü alan Hamza, Rasûlullah (s.a.s.)'e giderek O'nu teselli etmek istedi.
Rasûlullah (s.a.s.)'in ancak imân etmesi ile memnûn olacağını söylemesi
üzerine, şehâdet getirip Müslüman oldu.(88)
Hz. Hamza son derece cesûr, kuvvetli, gözünü budaktan sakınmaz bir kişiydi.
Kendisinden üç gün sonra da Ömer Müslüman oldu. Bu ikisinin Müslüman olmalarıyla,
Müslümanlar büyük destek buldular.
b) Hz. Ömer'in Müslüman Olması
Hz. Hamza'nın İslâm'ı kabûlü, Müslümanları sevindirmiş fakat müşrikleri
telaşlandırmıştı. Kureyş ileri gelenleri "Dârü'n-Nedve" de toplandılar.
"Bunlar gittikce çoğalıp kuvvetleniyorlar, çabuk çâresine bakmazsak,
ileride önünü alamayacağımız tehlikeler doğar... Buna kesin çâre bulmalayız"
dediler. Çeşitli teklifler ortaya atıldı. Ebû Cehil:
"-Muhammed (s.a.s.)'i öldürmekten başka çıkar yol yok. Bu işi yapana
şu kadar deve ve altın verelim," deyince Ömer ayağa kalktı:
"-Bu işi ancak Hattâb oğlu yapar"? dedi. Ömer alkışlar arasında
yola çıktı. Silahlarını kuşanıp giderken yolda Abdullah oğlu Nuaym'e rastladı.
Nuaym:
"-Nereye böyle ya Ömer"? diye sordu. Ömer:
"-Araplar arasına ayrılık sokan Muhammed'in vücûdunu ortadan kaldırmağa"...
diye cevâp verdi.
"-Ya Ömer, sen çok zor bir işe kalkışmışsın. Müslümanlar Muhammed
(s.a.s.)'in etrafında pervane gibi dönüyor, seni O'na yaklaştırmazlar.
Yapabildiğini kabûl etsek, Hâşimoğulları seni yaşatmazlar"... dedi.
Ömer bu sözlere kızdı.
"-Yoksa sen de mi onlardansın"? diye çıkıştı. Nuaym:
"-Sen benden önce kendi yakınlarına bak. Enişten Saîd ile kız kardeşin
Fâtıma Müslüman oldular," dedi.
Ömer buna hiç ihtimâl vermedi. Fakat içine düşen şüpheyi gidermek için,
yolunu değiştirip doğru eniştesi Saîd b. Zeyd'in evine vardı. Bu esnâda
içeride Kur'ân-ı Kerîm okunuyordu. Ömer, kapı önünde okunanları işitti.
Kapıyı kırarcasına vurdu.
İçerdekiler Ömer'i görünce telaşlandılar. Ömer'in İslâm'a olan düşmanlığını
biliyorlardı. Hemen Kur'ân sahifesini sakladılar ve kapıyı açtılar. Ömer:
-"Nedir o okuduğunuz şey"? diye bağırdı. Eniştesi:
-"Bir şey yok", diye cevap verdi. Ömer:
-"İşittiklerim doğruymuş" diyerek, hiddetle eniştesinin üzerine
atıldı. Araya giren kız kardeşinin, bir tokatla yüzünü kan içinde bıraktı.
Canı yanan kızkardeşi Fâtıma:
-"Ya Ömer, Allah'tan kork. Ben ve eşim Müslüman olduk, bundan gurur
duyuyoruz ve senden korkmuyoruz. Öldürsen de dinimizden dönmeyiz"...
dedi ve şehâdet getirdi. Yüzü kan içindeki kız kardeşinin bu hâli ve sözleri
Ömer'i sarstı, kalbinde bir yumuşama başladı, âdeta yaptıklarına pişmandı.
Olduğu yere oturdu:
-"Hele şu okuduğunuz şeyi getirin, göreyim", dedi. Kız kardeşi
Kur'ân-ı Kerîm sahifesini O'na verdi. Bu sahife "Tâ Hâ" veya
"Hadîd" Sûresinin ilk âyetleriydi. Ömer büyük bir ilgi ile sahifeyi
okumaya başladı.
"Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ı tesbîh ederler. Yegâne
galip ve hikmet sahibi olan O'dur. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur,
hem diriltir, hem öldürür. O her şeye hakkıyla kâdirdir. O her şeyden
öncedir. Kendisinden sonra hiç bir şeyin kalmayacağı Son'dur, varlığı
aşikârdır, gerçek mâhiyeti insan için gizlidir, O her şeyi bilir"...
(el- Hadîd Sûresi, 1-3)
Ömer bu âyetleri okuduktan sonra derin bir düşünceye daldı. Allah Kelâmı'nın
yüksek mânâ ve fesâhati onun kalbine işlemişti. "Göklerde ve yerde
olan şeyler hepsi Allah'ın, bizim putlarımızın bir şeyi yok...,"
diye düşündü. "Beni Rasûlullah (s.a.s.)'in yanına götürün" dedi
O esnada Hz. Peygamber (s.a.s.) Safâ semtinde Erkâm'ın evindeydi.
Ömer'in silahlı olarak geldiğini gören Müslümanlar telaşlandılar. Yalnızca,
Hz. Hamza:
-İyilik için gelirse ne âlâ, aksi halde geleceği varsa, göreceği de var,
telâşa gerek yok... dedi. Sağından ve solundan iki kişi tutarak Rasûlullah
(s.a.s.)'in huzuruna götürdüler. Ömer, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in önünde
diz çökerek şehâdet getirdi. Orada bulunanlar sevinçlerinden hep birden
tekbir getirdiler. Safâ tepesinde yükselen "Allâhü Ekber" sadâsı
ile Mekke ufuklarını çınlattılar.(89)
Ömer:
-"Kaç kişiyiz"? diye sordu.
-"Seninle 40 olduk," dediler. Ömer:
-"O halde ne duruyoruz"? Hemen çıkalım, Harem-i Şerîf'e gidelim,
dedi. Bütün Müslümanlar toplu halde Kâbe'ye gittiler.
Kureyş, Dâru'n-Nedve'de sonucu merak içinde beklemekteydi. Müslümanların
toplu halde Harem-i Şerîf'e ilerlediğini görünce:
-"İşte Ömer, hepsini önüne katmış getiriyor... " dediler.
Ömer Kureyşlileri görünce:
-"Beni bilen bilsin, bilmeyen öğrensin, Ben Hattab oğlu Ömer'im.
İşte Müslüman oldum..." dedi ve şehâdet getirdi. Kureyşliler şaşkına
döndüler. Her biri bir tarafa savuştu.
Müslümanlar ilk defa Harem-i Şerîfte saf olup topluca namaz kıldılar.(90)
Hamza ve Ömer'in Müslüman olmalarıyla, İslâm'ın yayılması hız kazandı.
Daha önce 6 yılda sayıları ancak 40 kişiye ulaşabilmişken bir yıl sonra
Müslümanların sayısı 300'ü geçmiş, bunlardan 90 kişi Habeşistan'a hicret
etmişti.
--------------------------------------------------------------------------------
(87) İbn Hişâm, 311-312; İbnü'l-Esîr,
2/83
(88) Târih-i Dini İslâm, 2/228
(89) İbn Hişâm, 1/366-371; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/84-87
(90) Târih-i Din-i İslâm, 2/238-239
--------------------------------------------------------------------------------
5- MÜŞRİKLERİN BOYKOT İLÂNI
a) Müslümanların Muhâsaraya Alınması (616 M.)
Mekke müşrikleri, İslâm nûrunun sönmesi için , ellerinden gelen her şeyi
yaptılar. Alay, hakaret ve işkencenin her çeşidini denediler. Bütün bunlar
İslâm'ın yayılmasına, Müslümanların sayılarının günden güne artmasına
engel olamıyordu.
Mekke Devri'nin 7'nci yılı (616 M.) Muharrem ayında Kureyş ileri gelenlerinden
40 kişi Ebû Cehil'in başkanlığında toplandılar. Hâşim oğullarıyla alış-veriş
yapmamağa, kız alıp-vermemeğe, görüşüp buluşmamağa, ekonomik ve sosyal
her türlü ilişkiyi kesmeğe karar verdiler. Bu kararı bir ahidnâme şeklinde
yazıp mühürlediler ve bir beze sararak Kâbe'nin içine astılar. Böylece
Müslümanları canlarından bezdirip Hz. Peygamberin kendilerine teslim edileceğini
umdular. Karara aykırı hiç bir şey yapmayacaklarına dâir yemin ederek
karar hükümlerini müsâmahasız uygulamağa başladılar.(91)
Bu karardan sonra, şurada-burada dağınık halde olan bütün Müslümanlar
Ebû Tâlib mahallesi'nde Hâşimî'lerle birleştiler. Ebû Leheb, Hâşimî'lerden
olduğu halde, müşriklerle beraber oldu ve mahalleden çıktı. Ebû Tâlib,
Müslüman olmadığı halde, Müslümanların başına geçti. Hz. Peygamber de
üç yıldan beri ikamet etmekte olduğu Erkâm'ın evinden, Ebû Tâlib Mahallesine
taşındı. Müslümanlar burada üç yıl (616-619 M.) abluka altında kaldılar.
b) Acıklı Günler
Müslümanlar abluka altında kaldıkları bu üç yıl içinde çok sıkıntı çektiler.
Yeteri kadar erzâk temin edemedikleri için, açlıktan ağaç yapraklarını
yediler. Bazı küçük çocuklar, gıdasızlıktan öldü. Ebû Cehil gece-gündüz
Ebû Tâlib Mahallesi'ne girip çıkanları kontrol ediyor, mahalleye gizlice
yiyecek maddesi sokulmasına imkân vermiyordu. Hamza ve Ömer gibi cesûr
olanların dışında kimse çarşıya çıkıp alış-veriş yapamıyordu. Sa'd İbn
Ebî Vakkas, bir defa bulduğu bir deri parçasını ıslatmış, ateşte kavurarak
yemişti. Kadınların ve çocukların açlıktan feryatları mahalle dışından
duyuluyordu. Müslümanlar yıllık yiyecek ve diğer ihtiyâçlarını ancak "eşhür-i
hurum" denilen kan dökülmesi yasak dört ayda (Zilkade, Zilhicce,
Muharrem ve Recep) temin etmeğe çalışıyorlardı. Peygamber Efendimiz de
dâvet ve tebliğ vazifesini, özellikle Mekke'ye dışarıdan gelenlere ancak
bu aylarda yapabiliyordu. Müslümanlar üç yıl süren bu boykot esnâsında
dayanılmaz sıkıntılara katlandılar. Fakat Kureyş bundan da hiç bir netice
alamadı.
c) Boykot Anlaşması'nın Yırtılması
Müslümanların bu acıklı durumu müşriklerden bazı insaflı kimseleri de
rahatsız etmeğe başladı. Hişâm b. Amr, Züheyr b. Ebî Ümeyye, Mut'im b.
Adıy, Ebu'l-Bahterî, Zem'a b. Esved ve Adıy b. Kays bu kararı bozmak üzere
anlaştılar.(92) Kureyş'in toplu bulunduğu bir anda Harem-i Şerîf'e gittiler.
İçlerinden Züheyr:
-"Ey Kureyş topluluğu, şu yaptığımız şey, insanlığa yakışmaz. Biz
her imkândan yararlanırken, bizim kabilemizin bir kolu olan Hâşimoğullarının
aç bırıkılması insâfla bağdaşmaz. Bu kararın bozulması gerekir... Yemin
ederim ki bu zâlim ahidnâme yırtılmadıkça buradan ayrılmıyacağım."
diye söze başladı. Ebû Cehil, Züheyr'i susturmak istediyse de, diğerleri
de onu destekledikleri için muvaffak olamadı.(93)
Esâsen Kâbe' ye astıkları bu ahidnâmenin ağaç kurtları tarafından yendiğini
Hz. Peygamber (s.a.s.) haber vermişti. Bir köşede oturmakta olan Ebû Tâlib
de:
-"Gidin, bakın. Eğer yeğenimin sözü doğru çıkmazsa ben her istediğinize
râzıyım. Ama doğru ise sizin de bu zulme son vermeniz gerekir." demiş,
bu haber bütün Mekke'de yayılmıştı. Gerçekten, ahidnâmeyi yırtmak için
ellerine aldıklarında, bütün yazıların kurtlar tarafından yenilmiş olduğunu
gördüler.(94) Müslümanlar Mekke Devri'nin 10'uncu yılında böylece bu korkunç
boykottan kurtulmuş oldular.
--------------------------------------------------------------------------------
(91) el-Buhârî, 2/158; Tecrid Tercemesi,
6/132 (Hadis No: 786); İbnü'l-Esîr, 2/87; Târih-i Din-i İslâm, 2/243-246;
İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, 2/122
(92) İbn Hişâm, 2/14-17; İbnü'l-Esîr, 2/ 88; Târih-i Din-i İslâm, 2/200-252
(93) İbn Hişâm, 2/15-16; İbnü'l-Esîr, 2/89.
(94) İbn Hişâm, 2/16; İbnü'l-Esîr, 2/89-90; Zâdü'l-Meâd, 2/123; Tecrid
Tercemesi, 6/133
--------------------------------------------------------------------------------
IV- HÜZÜN YILI (Nübüvvet'in 10.Yılı)
1- İKİ BÜYÜK ACI;
EBÛ TÂLİB VE Hz. HATİCE'NİN VEFATLARI
Müslümanlar ablukadan kurtuldukları için sevindiler. Çektikleri sıkıntıları
unutmağa başladılar. Fakat sevinçleri uzun sürmedi. Boykotun kalkmasından
8 ay kadar sonra, iki büyük acı ile karşılaştılar. Mekke Devri'nin 10'uncu
yılı Şevvâl ayında önce Ebû Tâlib, üç gün sonra da Hz. Hatice vefât etti.(95/1)
Ebû Tâlib, Müslüman olmamıştı.(95/2) Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.)'e son
derece bağlıydı. O'nu çok seviyor, bu yüzden her fedâkârlığa katlanarak,
müşriklerden gelecek kötülüklere karşı O'nu koruyordu. Ölürken bile, Hâşimoğullarına,
"O'na bağlı kalmalarını, uğrunda her fedâkârlığı yapmalarını, sözünden
çıkmamalarını" vasiyyet etmişti.
Hz. Hatice O'nun gam ortağı, şefkatli bir hayat arkadaşıydı. En sıkıntılı
anlarında O'nu teselli ediyor, bütün varlığı ile O'na destek oluyordu.
En büyük desteği olan, sevdiği iki insanı peşpeşe kaybettiği için Rasûlullah
(s.a.s.) çok üzüldü. Bu sebeple Mekke Devri'nin 10'uncu yılına "Senetü'l-huzn"
(Hüzün yılı ) denildi.
Müşrikler, Ebû Tâlib'in sağlığında, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şahsına
pek ilişemiyorlardı. O'nun ölümünden sonra, Rasûlullah (s.a.s.)'in şahsına
da her türlü kötülüğü yapmağa başladılar. Bir defa, Kâbe'de namaz kılarken,
Ebû Cehil'in teşvîki ile Ebû Muayt oğlu Ukbe, yeni kesilmiş bir devenin
barsaklarını getirip, secdede iken üzerine koymuş, Rasûlullah (s.a.s.)
başını secdeden kaldıramamıştı. Kızı Fâtıma yetişerek, üzerini temizlemiş,
Rasûlullah (s.a.s.) namazını bitirdikten sonra etrâfında gülüşen müşrikleri
işâret ederek üç defa:
-"Allah'ım Kureyşten şu zümreyi sana havâle ediyorum" dedikten
sonra:
"Ebû Cehil'i, Ebû Muayt oğlu Ukbe'yi, Haccâc oğlu Şu'be'yi, Rabîa'nın
oğulları Utbe ve Şeybe'yi, Halef'in oğulları Übeyy ve Ümeyye'yi, sana
havâle ediyorum." diye isimlerini birer birer saymıştı. Rasûlullah
(s.a.s.)'in isimlerini saydığı bu azılı müşriklerin hepsi de Bedir Savaşı'nda
katledilip, leşleri Bedir'deki "Kalîb" denilen kuyuya atılmıştır.(96)
2- TÂİF YOLCULUĞU (620 M.)
a) Hz. Peygamber'in Tâif'te Karşılanışı
Kureyş'in zulümleri artık katlanılamaz bir duruma gelmişti. Bu yüzden
Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekke Devri'nin 10'uncu yılı (620 M.) Şevvâl ayında,
yanına evlâtlığı Hârise oğlu Zeyd'i de alarak Tâif'e gitti. Tâiflileri
"Hak Din"e dâvet edecekti.
Tâif'te Sakiyf Kabîlesi vardı, onlar da putperestti. Rasûlullah (s.a.s.)
10 gün kadar, onlara İslâm'ı anlatmağa çalıştı, ileri gelenleri ile görüştü.
Hiç biri Müslüman olmadığı gibi, "Senden başka Peygamberlik gelecek
kimse kalmadı mı?" diye alay ettiler "Memleketimizden çık da
nereye gidersen git.." diye Allah sevgilisini kovup hakaret ettiler.
Tâif'ten ayrılırken de çoluk çocuğu ve ayak takımı düşük tabîatlı kişileri
yolun iki tarafına sıralayıp taşlattılar. Rasûlullah (s.a.s.)'in ayakları,
atılan taşlarla yara-bere içinde kaldı, ayakkabıları kanla doldu. Ayaklarındaki
yaraların verdiği acıdan yürüyemez hâle gelip oturmak istedikçe, zorla
kaldırıp yaralı ayaklarını taşlamağa devâm ediyorlar, bu yürekler parçalayan
acıklı hâline gülüp eğleniyorlardı. Vucûdunu atılan taşlara siper eden
evlâtlığı Zeyd, bir kaç yerinden yaralandı. Rasûlullah (s.a.s.) hayâtı
boyunca karşılaştığı sıkıntılardan en büyüğünü o gün yaşamıştı. Nihâyet
Rabîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe'nin yol üstündeki bağına sığınarak ayak
takımının tâkiplerinden kurtulabildi. Burada bir çardağın gölgesinde,
ellerini kaldırıp şu hazîn duâyı yaptı:
-"İlâhi, kuvvetimin za'fa uğradığını, çâresizliğimi, halkın gözünde
hor ve hakîr görüldüğümü ancak sana arzederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi,
herkesin zayıf görüp de dalına bindiği bîçârelerin Rabbı sensin, İlâhî,
huysuz ve yüzsüz bir düşmanın eline beni düşürmeyecek, hatta hayâtımın
dizginlerini eline verdiğim akrabamdan bir dosta bile bırakmayacak kadar
bana merhametlisin.
Yâ Rabb, eğer bana karşı gazablı değilsen, çektiğim belâ ve sıkıntılara
hiç aldırmam, fakat senin esirgeyiciliğin bunları da göstermeyecek kadar
geniştir.
Yâ Rabb gazabına uğramaktan, rızandan mahrûm kalmaktan, senin karanlıkları
aydınlatan, din ve dünya işlerini dengeleyen yüzünün nûruna sığınırım.
Râzı oluncaya kadar işte affını diliyorum. Bütün kuvvet ve kudret ancak
seninledir..." (97)
Görüldüğü üzere yapılan bunca ezâ ve cefâya rağmen bedduâ etmemiş, hatta
yolda Mekke'ye iki konak mesâfede "Karn" denilen yerde kendisine
Cebrâil gelerek:
-"Ey Allah'ın Rasûlü, Allah kavminin sana söylediklerini işitti,
yaptıklarını gördü, sana şu Dağlar Meleği'ni gönderdi. Kavmin hakkında
ne dilersen, bu meleğe emredebilirsin..." dedi. Dağlar emrine verilmiş
olan melek de kendisini selâmladıktan sonra:
-"Ya Muhammed, emrine hazırım. (Ebû Kubeys ile Kayakan denilen) şu
iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine devrilip, birbirine kavuşarak müşrikleri
tamâmen ezmelerini istersen emret..." dedi. Fakat Rasûlullah (s.a.s.):
-"Hayır, onların ezilip yok olmalarını değil, Rabbımın bu müşriklerin
sulbünden, O'na hiç bir şeyi ortak kılmayan ve yalnız Allah'a ibâdet eden
bir nesil meydana getirmesini istiyorum..." demiştir.(98)
Rabîa'nın oğulları, Peygamber Efendimizin acıklı hâlini gördüler. Hıristiyan
köle Addâs ile O'na bir salkım üzüm gönderdiler. Rasûlullah (s.a.s.) "Bismillah..."
diyerek üzümü yemeğe başlayınca, Addâs hayretle:
-"Bu bölge halkı böyle söz söylemezler, onlar Allah adını anmazlar",
dedi. Hz. Peygamber ona nereli olduğunu sordu. Addâs:
-"Ninovalıyım, Hıristiyanım", diye cevâp verdi. Rasûlullah(s.a.s.):
-"Demek kardeşim Yunus Peygamberin memleketindensin".... dedi.
Addâs:
-Sen Yûnus'u nerden biliyorsun? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):
-Yûnus benim kardeşim, O'da benim gibi Peygamberdi, dedi. Daha sonra Rasûl-i
Ekrem Addâs'a İslâmiyeti anlattı. Addâs da orada Müslüman oldu.(99)
Hz. Muhammed (s.a.s.) en zor ve en sıkıntılı anlarında bile Peygamberlik
görevini ihmâl etmiyordu.
b) Mekke'ye Dönüş
Rasûl-i Ekrem'in himâyesiz Mekke'ye girmesi imkânsızdı. Esasen, hayâtı
tehlikede olduğu için Mekke'den Tâif'e gitmişti. Bu sebeple dönüşte, Hira
(Nûr) Dağına çıkarak, Kureyşin hatırı sayılır büyüklerinden Adiyy oğlu
Mut'im'e haber gönderdi. O'nun himâyesinde gece vakti Mekke'ye girdi.
Kâbe'yi tavâf edip Hârem-i Şerif'de iki rek'at namaz kıldıktan sonra evine
döndü. Arap âdetlerine göre, bir kimse himâyesine aldığı kişiyi korumağa
mecburdu. Bu sebeple, Mut'im ve çocukları silahlanıp Kâbe'nin dört bir
tarafını tuttular. Peygamber Efendimizin Mekke'ye girip serbestçe tavâf
etmesini ve evine gitmesini sağladılar.(100) (620 M.)
Mut'im, Bedir savaşında müşrik olarak öldü. Peygamber Efendimiz, Mut'im'in
bu iyiliğini unutmamış, Bedir esirlerinin kurtarılması için Medine'ye
gelen oğlu Cübeyr b. Mut'im'e:
- "Eğer senin o ihtiyar baban, sağ olsaydı da bu murdar herifleri
benden isteseydi, hepsini ona bağışlardım." demişti. (101)
--------------------------------------------------------------------------------
(95/1) Zâdü'l-Meâd, 2/123; İbn-Hişâm, 2/57-58; İbnü'l-Esîr, 2/90-91 (Hz.
Hatice'nin Ebû Tâlib'den 50-55 gün kadar sonra vefât ettiği rivâyeti de
vardır.)
(95/2) Ebû Talib ile Hz. Peygamber (s.a.s.)in anne ve babasının ehli necattan
olup olmadığı hakkında bkz. Tecrid Tercemesi 4/679-703 (Hadis No: 665
ve izahı) ve 10/57-59 (Hadis No: 1549)
(96) Bkz. el- Buhârî 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161 (Hadis No: 177) ve
2/377 (Hadis No : 314) ve 10/45, (Hadis No: 1544)
(97) Bkz. Tecrid Tercemesi, 2/614 (431 No'lu Hadis ve açıklaması) İbn;
Hişâm, 2/61; İbnü'l-Esîr, 2/91-92; Zâdü'l-Meâd, 2/123-124.
(98) Bkz. el-Buhârî 4/83; Tecrid Tercemesi, 9/ 35 (Hadis No: 1333); Zâdü'l
Meâd, 2/124
(99) İbn-Hişâm, 2/62; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/92
(100) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/92-93; Zâdü'l-Meâd, 2/124; Târih-i Din-i
İslâm, 2/278-279
(101) Buhârî, 5/20; Tecrid Tercemesi, 10/170 (Hadis No: 1574)
--------------------------------------------------------------------------------
V- KABÎLELERİ İSLÂMA DÂVET ve AKABE BÎATLARI
1- KABÎLELERİ İSLÂMA DÂVET
Hz. Peygamber (s.a.s.) Tâif'e Şevvâl ayında gitmişti. Dönüşünde "eşhür-i
hurum" denilen kan dökülmesi yasak aylardan Zilkade girmiş hac mevsimi
başlamıştı.
Rasûlullah (s.a.s.) Hac mevsiminde Mekke yakınlarında kurulan Ukaz, Mecenne,
Zülmecâz.. gibi panayırlara gidiyor, oralarda toplanan diğer Arap kabîleleriyle
görüşüyor, onlara Kur'ân-ı Kerîm okuyor, Hak Dini tebliğe çalışıyordu.
Kureyşin ileri gelenleri Müslümanlığın Mekke dışında, diğer kabîleler
arasında yayılmasından endişeye düştüler. Rasûlullah (s.a.s.)'in gayretlerini
boşa çıkarmak, O'nun sözlerine diğer kabîlelerin değer vermelerini önlemek
için çâre aradılar. "Hz. Muhammed (s.a.s.) için ne diyelim?..."
diye düşündüler. İçlerinden en isâbetli karar verdiğini kabûl ettikleri
Muğire oğlu Velîd'den bu konuda yardım istediler.
Velîd, edebiyatın her çeşidinden anlayan, pek çok şâir ve hatibin düşünce
ve bilgisinden yararlandığı son derece zeki, zengin ve itibârlı bir yaşlıydı.
Rasûlullah (s.a.s.) ile görüşerek O'ndan Kur'ân-ı Kerîm dinledikten sonra
kanaatini şöyle özetledi.
- "Ben şiirin her çeşidini bilirim. Muhammed'den dinlediklerim şiir
değil. O halde O'na şâir denilemez. Dinlediklerim, nesir de değil. O sözlerdeki
güzellik ve belâgat hiç bir sözde bulunmaz.
Muhammed (s.a.s.)'e sihirbaz veya falcı da diyemeyiz. Çünkü sözlerinin
sihir ve fal ile bir ilgisi yok. Mecnûn veya deli de denilemez. Çünkü
bu takdirde size kimse inanmaz. Bu derece güzel sözleri, değil bir delinin,
akıllı kimselerin bile söyleyebilmesi mümkün değildir. Muhammed (s.a.s.)'e
sihirbâz da diyemezsiniz. Çünkü okuyup üflemiyor, düğüm bağlamıyor, sihirle
ilgili hiç bir şey yapmıyor..."
- "O halde ne diyeceğiz?" diye sordular.
- "Ne diyeceğinizi bilemem. Fakat sizin isnâd ettiğiniz, (şâir, falcı,
mecnûn, sihirbâz.. gibi) sözlerin hiç biri O'na uymuyor. O'nda böyle vasıflar
yok. Kimseyi bu sözlere inandıramazsınız..." dedi.
Fakat, Velîd ertesi gün:
- "O'na sihirbâz demek, başka sıfatlardan daha uygun. Çünkü sözleri
kardeşi kardeşten ayırıyor. Akraba arasına ayrılık sokuyor. Bu sebeple
O'nun sözleri sihir ve büyüden başka bir şey değil. O'na sihirbâz deyin."
dedi. (102)
Kur'ân-ı Kerîm Velîd'in bu tutumunu şöyle anlatır:
-"Çünkü o, düşündü, ölçtü, biçti. Canı çıkası ne biçim ölçtü biçti...
Sonra baktı (düşündü), sonra kaşlarını çattı, suratını astı. Sonra da
sırt çevirip büyüklük tasladı. Bu sâdece öğretilen bir sihirdir, bu Kur'ân
yalnızca bir insan sözüdür" dedi... (el-Müddessir Sûresi, 18-25)
Böylece O'na "sihirbâz, büyücü" demeğe karar verdiler. Rasûlullah
(s.a.s.) kiminle, hangi toplulukla görüşse, arkasından gidip:
Sakın O'nu dinlemeyin, sözlerine kanmayın. Büyücüdür, kardeşi kardeşten
ayırır... diye propaganda yapıyorlardı.(103) Fakat müşriklerin bütün çabaları
İslâm nûru'nun yayılmasını önleyemeyecekti.
"Allah'ın nûrunu ağızlarıyle söndürmek isterler. Oysa, kâfirler istemese
de Allah nûrunu mutlaka tamamlayacaktır." (et-Tevbe Sûresi, 32)
2- AKABE BİATLARI Zilhicce (621 ve
622 M.)
a) Akabe Görüşmeleri
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz Hac mevsimlerinde, Mekke yakınlarında kurulan
panayırlara gelen, Kâbe'yi ve putlarını ziyâret eden kabîleler arasında
dolaşıyor, onlara Kur'ân okuyor, onları İslâm'a dâvet ediyordu. Bir gün
Mekke'nin kuzeyinde, Mekke ile Mina arasında "Akabe" denilen
bir tepede altı kişilik bir topluluğa rastladı. Bunlar, Medine'den "Hazrec"
kabîlesinden idiler.(104) Rasûlullah (s.a.s.) onlarla konuştu. Kur'an-ı
Kerîm okudu, İslâm Dini'ni anlattı ve onları Müslümanlığa dâvet etti.
Medine'deki "Evs" ve Hazrec" adlı Arap kabîleleri ile "ehl-i
kitâb" olan Yahûdiler arasında eskiden beri geçimsizlik vardı. Ne
zaman aralarında bir tartışma veya kavga çıksa, putperest olan Evs ve
Hazreçlilere Yahûdîler:
Yakında bir Peygamber gelecek, biz O'na uyar, kuvvetleniriz, öcümüzü sizden
o zaman alırız.. derlerdi. Medine'liler yakında bir Peygamber geleceğini
yaşlı kimselerden de sık sık duyuyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s.), onları
yeni dine dâvet edince birbirlerine bakıştılar. "Yahûdilerin bekleyip
durdukları, yaşlıların haber verdikleri Peygamber işte budur, biz Yahûdîlerin
önüne geçelim..." diyerek, kelime-i şehâdet getirip, hemen Müslüman
oldular.(105)
Mekke Devri'nin 10'uncu yılının Zilhicce ayında (Nisan 620 M.) gerçekleşen
bu olaya "Birinci Akabe Görüşmesi", burada İslâm'ı kabûl eden
altı kişiye de "İlk Medineli Müslümanlar" denir.(106)
Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Medine'liler arasında, hac mevsimlerinde "Akabe"
tepesinde yapılan görüşmeler, Mekke Devri'nin 10-11 ve 12'inci yıllarında
olmak üzere üç defa oldu 11 ve 12'inci yıllardaki görüşmelerde "Bîat"
da yapıldı. Bu sebeple, Akabe görüşmelerinin sayısı üç; Akabe Bîatları'nın
sayısı iki'dir.
b) Birinci Akabe Bîatı (Zilhicce 621
M.)
Akabe Tepesinde Hz. Peygamber (s.a.s.)'le görüşüp Müslüman olan bu 6 kişi,
hac mevsimi sonunda Medine'ye döndüler. Gördüklerini, yakınlarına ve dostlarına
anlatarak, Medine'de Müslümanlığı yaymağa başladılar.
Bir sene sonra, hac mevsiminde Hz. Peygamber (s.a.s.) ile görüşmek üzere
Medine'den Mekke'ye 10'u Hazrec, 2'si Evs kabîlesinden olmak üzere 12
Müslüman geldi. Bunlardan 5'i, bir yıl önceki ilk Akabe görüşmesinde bulunanlardandı.
Başkanları yine, birinci görüşmede olduğu gibi "Zürâre oğlu Es'ad"tı.
Mekke Devri'nin 11'inci yılı Zilhicce ayında Rasûlullah (s.a.s.) ile buluştular.
Bu ikinci buluşmada Medine'li 12 Müslüman(107) "Allah'a şirk koşmayacaklarına,
hırsızlık ve zinâ yapmayacaklarına, (kız) çocuklarını öldürmeyeceklerine,
kimseye iftirâ etmeyeceklerine, Allah ve Peygamberine itâatten ayrılmayacaklarına"
dâir Rasûlullah (s.a.s.)'e taahhütte bulundular; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
elini tutarak bîat ettiler.(108)
Medine'li Müslümanlar, bu görüşme ve bîattan sonra, Müslümanlığın yayılmasına
gayret etmek üzere, memleketlerine döndüler. Rasûlullah (s.a.s.)'in Medine'de
Müslümanlığı ve Kur'ân-ı Kerîm'i öğretmek üzere öğretmen olarak görevlendirdiği
"Umeyr oğlu Mus'ab"ı da berâberlerinde götürdüler.(109)
Mus'ab, Akabe'de bîat edenlerin reisi Hazrec kabîlesinden Es'ad b. Zürâre'nin
evinde misâfir olmuştu. Evs ve Hazrec kabîlesi'nden Müslümanlığı kabûl
edenlerin evlerine birer birer giderek, onlara Kur'ân-ı Kerîm ve din bilgileri
öğretiyor, güzel ahlâkı, nezâketi ve kibarlığı ile herkesi İslâm'a bağlıyordu.
Es'ad b. Zürâre ve Mus'ab b. Umeyr'in gayretleriyle Medine'de Müslümanların
sayısı hızla artıyordu. Yalnız Evs kabîlesi reislerinden Sa'd b. Muâz
ile Üseyd b. Hudayr Müslümanlığı henüz kabûl etmemişlerdi. Bir gün Esâd
ile Mus'ab çevrelerine toplananlara Müslümanlığı anlatırken Üseyd yanlarına
geldi, maksadı onlara mâni olmaktı.
- Siz ne yapmak istiyorsunuz? Halkı atalarının yolundan saptırıyorsunuz...
diye söylendi. Mus'ab O'na çok nâzik davrandı. Kurân-ı Kerîm okudu. Kısaca
Müslümanlığı anlattı. Üseyd, Kur'ân-ı Kerîm 'in tesirinde kaldı, "Bu
ne güzel şey..." diyerek Müslüman oldu ve şöyle dedi:
- Ben gidip Sa'd b. Muâz'ı göndereyim. Eğer o da Müslümanlığı kabûl ederse,
bu memlekette Müslüman olmayan hiç kimse kalmaz.
Sa'd, Medine'de Müslümanlığın yayılmasından memnûn değildi. Es'ad ve Mus'ab'ın
yanlarına öfke ile gitti.
Ey Es'ad, seninle aramızda akrabalık bağları olmasaydı, kabilemiz arasına
bu ayrılık tohumlarını sokmana katlanmazdım... diyerek çıkıştı. Mus'ab
ona da son derece yumuşak ve kibar davrandı. Kısaca Müslümanlığı anlattı.
Kur'ân-ı Kerîm okudu. Neticede Sa'd b. Muâz da Müslüman olarak oradan
ayrıldı. Bu iki reisin tesiriyle Evs ve Hazrec kabîleleri içinde hemen
hemen Müslüman olmayan kimse kalmadı.(110)
Mus'ab, Medine'deki bu memnûniyet verici gelişmeleri Hz. Peygamber (s.a.s.)'e
bildirdi. Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar bu duruma çok sevindiler.
Bundan dolayı bu seneye "Senetü'l İbtihâc" (Sevinç yılı) denildi.(111)
c) İkinci Akabe Bîatı (Zilhicce 622
m.)
Mekke Devri'nin 12'inci yılı hac mevsiminde, Medine'den Mekke'ye gelen
ziyâretçiler arasında (73'ü erkek, 2'si kadın) 75 Müslüman vardı. Bunlar
hac'dan sonra (eyyâm-ı teşrik'in 2'nci gecesi), gece yarısı Hz. Peygamber
(s.a.s.) ile gene Akabe tepesi'nde gizlice buluştular. Dikkati çekmemek
için, her biri, değişik zamanlarda ve ayrı yollardan gelerek burada toplandılar.
İçlerinde, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'li akrabası Neccâr oğullarından
Zeyd oğlu Hâlid (Ebû Eyyûb el-Ensârî) de vardı.
Rasûlullah (s.a.s.) toplantıya amcası Abbâs'la birlikte geldi. Abbâs henüz
Müslüman olmamıştı. Fakat yeğenine son derece bağlıydı. Ebû Tâlib'in ölümünden
sonra, Arab âdetine göre O'nu himâyesine almıştı. Bu sebeple önce toplantıda
Abbâs konuştu:
- Ey Hazrec ve Evs Cemaati,
Siz de bilirsiniz ki, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in aramızda üstün bir yeri
vardır. Biz, O'nu şimdiye kadar, düşmanlarına karşı koruduk, yine de koruyacağız.
Siz şimdi O'nu, Medine'ye dâvet ediyor, orada kalmasını istiyorsunuz.
Kendisi de böyle arzu ediyor.
Ancak siz O'nu düşmanlarına karşı koruyabilecekseniz, götürünüz. O'nu
ele verecekseniz, bundan şimdiden vazgeçiniz.".. dedi.(112) Medineliler
Abbâs'ı dinledikten sonra:
- Yâ Rasûlallah, siz de konuşunuz. Bizden, Allah için, kendiniz için istediğiniz
andı alınız. Hazırız... dediler.
Hz. Peygamber (s.a.s.) bir mikdâr Kur'ân-ı Kerim okuduktan sonra:
- Sevinçli hâlinizde de, kederli hâlinizde de din işinde kusur etmeyeceğinize,
hakkın yerine getirilmesi için hiç bir şeyden çekinmeyeceğinize, yurdunuza
hicret ettiğimde beni âileleriniz ve çocuklarınız gibi koruyacağınıza..
sizden söz (and) istiyorum" dedi. Medineli Zürâreoğlu Es'ad:
Yâ Rasûlallah, biz buraya sana bîat etmeğe geldik. Sen nasıl emredersen
öyle yaparız. Çocuklarımızı, âilelerimizi nasıl korursak, seni daha fazla
koruruz . Sözümüzde dururuz. İnâyet Allah'tandır... dedi. Medineliler:
- Yâ Rasûlallah, Senin uğrunda, gösterdiğin yolda ölürsek bize ne var?
diye sordular.
Hz. Peygamber (s.a.s.):
- Ahirette mükâfat olarak Cennet, dedi.
- Öyleyse ver elini, dediler. Hepsi de Hz. Peygamber (s.a.s.)'in elini
tutarak, "İslâm yolunda gerekirse öleceklerine" and verip bîat
ettiler.(113)
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ve Müslümanların Medine'ye hicreti de bu görüşmede
kararlaştırıldı. Toplantı bittikten sonra, müslümanlar, geldikleri gibi,
gene gizlice ayrı ayrı yollardan dağıldılar.
Kureyşliler 2'nci Akabe Bîatını, ancak kabîleler Mekke'den ayrıldıktan
sonra duyabildiler.
--------------------------------------------------------------------------------
(102) İbn Hişâm, 1/288-289; Târih-i
Din-i İslâm, 2/188-192
(103) Bkz. İbn-Hişâm, 2/63-65; İbnü'l-Esîr, 2/93-94
(104) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in dedesi Abdülmuttalib'in annesi Selma hatunun
Hazrec kabilesinden oluşu sebebiyle, Rasûlüllah (s.a.s.) ile Hazrecliler
arasında akrabalık vardı.
(105) İbni Hişâm, 2/70-71; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/95; Zâdü'l-Meâd, 2/131
(106) Hepsi de Hazrec kabîlesinden olan bu altı kişi şunlardır. Zürâre
oğlu Es'ad, Mâlik oğlu Râfi, Hâris oğlu Avf, Âmir oğlu Kutbe, Âmir oğlu
Ukbe, Abdullah oğlu Câbir. (İbn Hişâm, 2/71-72; Zâdü'l-Mead. 2/132)
(107) İsimleri: Es'ad b. Zürâre, Râfi b. Mâlik, Avf b. Hâris, Kutbe b.
Âmir, Ukbe b. Âmir, Muâz b. Hâris, Zekvân b. Abd-i Kays, Ubâde b. Sâmit,
Yezid b. Sa'lebe, Abbas b. Ubâde, Ebu'l Heysem b. Teyyihan, Uveym b. Sâide,
(İbn Hişâm, 2/ 73-75; Zâdül-Meâd, 2/132)
(108) Bkz. El-Mümtehine Sûresi, 12; el-Buhârî, 1/10; Tecrid Tercemesi,
1/29; (Hadis No: 18); İbn Hişâm, 2/75
(109) İbn Hişâm, 2/76; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/96
(110) İbn Hişâm, 2/77-79; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 1/97-98
(111) Târih-i Din-i İslâm, 2/313
(112) İbn Hişâm, 2/84; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/98-99
(113) İbn Hişâm, 2/84-85; İbnü'l Esîr, a.g.e., 2/100
--------------------------------------------------------------------------------
3- İSRÂ VE MÎRÂC MÛCİZESİ (Receb 621
M.)
a) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Mîrâcı
İkinci Akabe görüşmesinden sonra, Mekke Devri'nin 11'inci yılı Recep ayının
27'inci gecesi (Hicretten 19 ay önce) Peygamber Efendimizin "İsrâ
ve Mîrâc" mûcizesi gerçekleşti.
İsrâ, gece yolculuğu ve gece yürüyüşü; Mîrâc ise, yükseğe çıkmak ve yükselme
âleti demektir. Bu büyük mûcize, gecenin bir bölümünde cereyân ettiği
ve Rasûlullah (s.a.s.) bu gece semâlara ve yüce makamlara yükseldiği için
bu mûcizeye "İsrâ ve Mîrâc" denilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de el-İsrâ Sûresi'nin 1'inci âyetinde:
"Kulu Muhammed (s.a.s.)'i, bir gece Mescid-i Harâm'dan, kendisine
bir kısım âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i
Aksâ'ya götüren Allah'ın şânı ne yücedir. Doğrusu O işitir ve görür."
buyrulmuştur.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in Mekke'deki Mescid-i Harâm'dan Kudüs'teki Mescid-i
Aksâ'ya olan mîrâcı, yukarıda anlamı yazılan âyet-i kerime ile sâbittir.
Mescid-i Aksâ'dan semâlara ve yüce makamlara yükseldiğini ise, Peygamber
Efendimizden nakledilen sahîh hadîs-i şerîflerden öğrenmekteyiz. Hadîs-i
şerîflerde anlatılanların özeti şöyledir.(114)
Rasûlullah (s.a.s.) bir gece Kâbe'nin "Hatîm" denilen kısmında
iken, Cebrail'in getirdiği "Burak" denilen bineğe binerek Kudüsteki
Mescid-i Aksâ'ya gelip burada namaz kılmıştır. Buradan da "Mîrâc"
denilen âlete binerek, semâlara yükselmiştir. 1'inci semâda Hz. Âdem,
2'inci semâda Hz. Yahyâ ve Hz. İsâ, 3'üncü semâda Hz. Yûsuf, 4'üncü semâda
Hz. İdrîs, 5'inci semâda Hz. Harûn, 6'ıncı semâda Hz. Mûsâ ve 7'inci semâda
Hz. İbrâhim ile görüştü. Bunlardan her biri Rasûlullah (s.a.s.) 'i selâmlayıp
tebrik ettiler, "hoşgeldin sâlih kardeş," dediler.
Daha sonra "Sidretü'l-müntehâ"ya yükseldi. Orada kazâ ve kaderi
yazan kalemlerin çıkardıkları sesler duyuluyordu. Sidretü'l-müntehâ'dan
ötesi, sözle anlatılması mümkün olmayan bir âlemdi. Buraya kadar beraber
oldukları Cebrâil de buradan öteye geçememiş, "benim için burası
sınırdır, parmak uçu kadar daha ilerlersem, yanarım..." demiştir
Mîrâcta Cenab-ı Hakk, sevgili Peygamberine nice âlemler gösterdi. Kuluna
vahyedeceğini vâsıtasız vahyetti. Bu makamda Hz. Peygamber (s.a.s.)'e
üç şey verildi.(115)
1) Beş vakit namaz farz kılındı.(116)
2) Bakara Sûresi'nin son iki âyeti (Amene'r-rasûlü...) vahyedildi.
3) Ümmetinden şirk koşmayanların Cennet'e girecekleri müjdesi verildi.
b) Mîrâc Mûcizesine Karşı Müşriklerin
Tutumu
Peygaber Efendimiz, mîrâcı ve mîrâcda gördüklerini ertesi sabah anlattı.
Mü'minler Rasûlullah (s.a.s.)'i tasdik ve tebrik ettiler. Müşrikler ise
inkâr ettiler. Bir gecede Kudüs'e gidip gelmek imkânsız bir şey, dediler.
İçlerinde Kudüs'e gitmiş ve Mescid-i Aksâ'yı görmüş olanlar vardı.
- Mescid-i Aksânın kaç kapısı var? Şurası nasıl, burasında ne var? diye
Rasûlullah (s.a.s.)'i soru yağmuruna tuttular.(117)
Hz. Peygamber bu konuyu daha sonra şöyle anlatmıştır:
"Kureyş bana seyâhat ettiğim yerler, özellikle Mescid-i Aksâ ile
ilgili öyle şeyler sordular ki, İsrâ gecesi bunlara hiç dikkat etmemiştim.
Fakat Cenâb-ı Hakk, benimle Beyt-i Makdis arasındaki mesâfeyi kaldırdı.
Ne sordularsa, oraya bakarak cevâp verdim".(118)
Bu durumda ne yapacaklarını şaşıran müşrikler Hz. Ebû Bekir'e koştular.
Muhammed dün gece Kudüs'e gidip geldiğini, göklere çıktığını... söylüyor.
Buna da mı inanacaksın, dediler. Ebû Bekir, hiç tereddüt göstermeden:
"Bunu O söylemişse inandım gitti. Ben O'nu bundan daha önemli olan
konularda tasdik ediyorum. Akşam- sabah göklerden vahiy geldiğini söylüyor,
buna inanıyorum..." dedi. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir'e "Sıddîk"
denildi.
Ehli- sünnet bilginlerinin çoğunluğuna göre, İsrâ ve Mîrâc aynı gecede;
Rasûlullah (s.a.s.) 'in rûh ve vücuduyla birlikte uyanık hâlde iken olmuştur.
İsrâ ile Mîrâcın ayrı gecelerde olduğunu, rüyâ hâlinde ve rûhâni olarak
vuku bulduğunu kabûl eden bilginler de vardır; fakat bunların sayısı azdır.(119)
c) Mîrâc'ta Teşri Kılınan Hükümler
Kur'ân-ı Kerîm'de, Mirâc'ın en yüksek hâli anlatılırken:
"(Rabbına) iki yay kadar veya daha da yakın oldu. Allah Kulu'na vahyettiğini
o anda vahyetti..." (en Necm Sûresi, 9-10) buyrulmaktadır.
Bu âyetlerden Rasûlullah (s.a.s.)'e, Mîrâc'ta pek çok esrâr ve maârifin
bildirildiği anlaşılmaktadır.
Baştan sona Mîrâc ve Mîrâc'ta teşri kılınan hükümlerin anlatıldığı el-İsrâ
Sûresi'nin 80'inci âyetinde Hz. Peygamber (s.a.s.)'e: "Rabbim, beni
şerefli bir girişle (Medine'ye) koy, sâlim bir çıkışla da (Mekke'den)
çıkar" diye dua etmesi emredilerek yakında hicretine izin verileceğini;
81 'inci âyetinde ise:
"De ki: Hakk geldi, bâtıl yok olup gitti, esâsen bâtıl yok olmağa
mahkûmdur" buyurularak çok yakında İslâm'ın küfre galebe çalacağına,
neticede Mekke'nin Rasûlullah (s.a.s.) tarafından fethedilip Kâbe'nin
putlardan temizleneceğine işâret olunmuştur. Yine aynı sûrenin 23-29'uncu
âyetlerinde dinin temelini teşkil eden hükümler yer almıştır. Bu âyetlerin
anlamları şöyledir:
"Rabb'ın şunları kesinlikle hükmetti: Kendisinden başkasına kulluk
etmeyin. Ana-babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi, senin yanında
ihtiyarlayacak olursa, onlara "öf" bile deme, onları azarlama,
her ikisine de hep tatlı söyle. Onlara şefkatle tevâzu kanadını ger ve
'Rabbım, onlar, küçükken beni nasıl ihtimâmla yetiştirmişlerse, sen de
kendilerini öylece esirge..' diye onlar için duâ et.
Rabbınız, içinizdekini en iyi bilendir. İyi kimseler olursanız, kendisine
yönelip tevbe edenleri bağışlar.
Hısıma, yoksula, yolda kalmışa, herbirine hakkını ver. Elindeki malını
saçıp savurma, saçıp savuranlar, şüphesiz şeytânla kardeş olmuşlardır.
Şeytân ise Rabb'ına karşı son derece nankördür.
Rabbından umduğun rahmeti elde etmek için hak sahiplerinden yüz çevirmek
zorunda kalırsan, bâri onlara yumuşak söz söyle (sert davranma).
Elini boynuna bağlayıp cimrilik etme, onu büsbütün açıp hepsini de saçma.
Yoksa pişmân olur, açıkta kalırsın,
Şüphesiz Rabb'n, dilediği kimsenin rızkını genişletir, dilediğininkini
daraltır, ölçü ile verir. O, kullarını gören ve her şeyden haberdâr olandır.
Çocuklarınızı yoksulluk korkusu ile öldürmeyin. Onları da sizi de Biz
rızıklandırırız. Şüphesiz ki onları öldürmek büyük bir suçtur.
Sakın zinâya yaklaşmayın. Doğrusu bu çirkindir ve çok kötü bir yoldur.
Allah'ın harâm kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça kıymayın. Haksız
yere öldürülen kimsenin velisine bir yetki vermişizdir. Artık o da öldürmekte
aşırı gitmesin. Çünkü o, ne de olsa yardım görmüştür.
Erginlik çağına ulaşıncaya kadar, yetîmin malına, en güzel şeklin dışında
yaklaşmayın. Bir de verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözde
sorumluluk vardır.
Ölçtüğünüz zaman ölçeği tam yapın, doğru terâzi ile tartın. Bu daha iyi
ve sonuç bakımından daha güzeldir.
Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalb, bunların hepsi
o şeyden sorumlu olur.
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü ne yeri delebilir, ne de boyca dağlara
ulaşabilirsin, (onlarla büyüklük yarışı yapabilirsin). Rabb'ının katında
bunların hepsi, beğenilmeyen kötü şeylerdir.
Bunlar Rabb'ının sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber
bir başka tanrı edinme. Yoksa kınanmış ve kovulmuş olarak Cehennem'e atılırsın."
(İsra Sûresi, 23-29).
Bu âyetlerdeki ilâhî emirler şöylece özetlenebilir:
1) Allah'tan başkasına kulluk etmeyin,
2) Anne-babaya iyi muâmele edin,
3) Hısıma,yoksula, yolda kalmışa haklarını verin,
4) Ne hasis, ne cimri, ne de müsrif (savurgan) olun,
5) Çocuklarınızı öldürmeyin,
6) Zinâya yaklaşmayın,
7) Haklı bir sebep olmadıkça cana kıymayın,
Daha iyiye götürmek amacı dışında yetim malına yaklaşmayın,
9) Verdiğiniz sözü yerine getirin, sözünüzde durun,
10) Ölçü ve tartıyı tam yapın,
11) Hakkında bilginiz olmayan şeyin peşine düşmeyin,
12) Yeryüzünde kibir ve azametle yürümeyin, alçak gönüllü olun.
--------------------------------------------------------------------------------
(114) Bkz. Buhârî, 1/91-93 ve 4/247-250;
Tecrid Tercemesi, 218-232 (Hadis No: 227) ve 10/60-80; (Hadis No: 1550-1552)
(115) Müslim, 1/157, (K.el-İmân, B.,76, Hadis No: 173/279)
(116) Mîrâc'dan önce namaz, akşam va sabah olmak üzere günde iki vakit
kılınıyordu. "Ey örtüsüne bürünen Peygamber! Kalk, azâb ile korkut.
Rabbinin adını (namazda tekbir ile) yücelt..." (Müddessir Sûresi,
1-3) anlamındaki âyetler inince, Rasûlüllah (s.a.s.) Cibril (a.s.)'ın
târifi ile abdest alıp namaz kılmıştır. Rasûlüllah (s.a.s.)'in Cibril'e
uyarak kıldığı bu ilk namaz, sabah vaktinde kılınmıştır. Aynı gün akşam
namazını Hz. Hatice ile cemâatle kıldılar. Ertesi gün bu cemâate Hz. Ali,
daha sonra Hz. Ebû Bekir ve Zeyd b. Hârise de katıldı. Böylece, (Mîrâc'da
5 vakit namaz farz kılınmadan önce) Risâletin başlangıcından itibâren
Rasûlüllah (s.a.s.) ve Müslümanlar, akşam ve sabah olmak üzere, günde
iki vakit namaz kılıyorlardı.
Bu iki vakit namazdan başka, "Müzzemmil Sûresi"nin ilk âyetleri
ile "gece namazı" farz kılınmıştı. Müslümanlar geceleri ayakları
şişinceye kadar namaz kılıyorlardı. Gece namazı bir sene kadar farz olarak
devâm ettikten sonra, aynı sûre'nin son âyeti (Müzzemmil Sûresi, 20) ile
farziyeti kaldırıldı, nâfile (tatavvu) namaz oldu. Mîrâc'da farz kılınan
5 vakit namaz ile bütün bu namazlar kaldırıldı. Ancak, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e
hâs, ona âit olmak üzere gece namazının farziyeti devâm etti. (Bkz. İsrâ
Sûresi, 79; Tecrid Tercemesi, 2/231-232, Hadis No: 227'nin açıklaması;
Tahir Olgun, İbâdet Târihi, 28-38, İst., 1946)
(117) Tecrid Tercemesi, 10/64
(118) Buhârî, 4/248;Müslim, 1/157; (K.el-İmân, B., 75); Tecrid Tercemesi,
10/63. (Hadis No: 1550)
(119) Bkz. Zâdü'l-Meâd, 2/126-127
--------------------------------------------------------------------------------
VI- MEDİNEYE HİCRET
"Rabb'ım, beni şerefli bir girişle (Medineye) koy, sâlim bir çıkışla
da (Mekke'den) çıkar".
(el-İsrâ Sûresi, 80)
1- MÜSLÜMANLARIN MEDİNE'YE HİCRETLERİ
Hicret bir yerden başka bir yere göç etme demektir. Müşriklerin zulümleri
yüzünden Mekke'de Müslümanlar barınamaz hâle gelmişlerdi. Bu sebeple 2'inci
Akabe Bîatında Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanların Medine'ye hicretleri
de kararlaştırılmıştı. Rasûlullah (s.a.s.) "Sizin hicret edeceğiniz
yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi..."(120)
diyerek Müslümanların Medine'ye hicretlerine izin verdi. 2'inci Akabe
Bîatı, Peygamberliğin 12'nci yılının son ayı olan Zilhicce'de yapılmıştı.
13'üncü yılın ilk ayı Muharrem'de (Temmuz 622) Medine'ye hicret başladı.
Mekke'den Medine'ye ilk hicret eden, Beni Mahzûm'dan Abdülesed oğlu Ebû
Seleme(121), en son hicret eden ise Rasûlullah (s.a.s.)'in amcası Abbâs'tır.
Mekke'nin fethine kadar geçen süre içinde, dini uğruna, evini-barkını,
malını-mülkünü, âilesini, kabîlesini, akrabasını, bütün varlığını Mekke'de
bırakarak Rasûlullah (s.a.s.)'in müsâdesiyle Medine'ye göç eden Mekke'li
Müslümanlara "Muhâcirûn" adı verilmiştir.
Medine'de muhâcirleri misâfir eden, onlara bütün imkânları ile yardımcı
olan Medine'li Müslümanlara da "Ensâr" denilmiştir. Muhâcirûn
ve Ensâr, Kur'ân-ı Kerîm'de bir çok vesîlelerle övülmüşlerdir.(122)
Muharrem ve safer aylarında Müslümanlar, âileleri ile birlikte hicret
ettiler. Birer, ikişer, gizlice Mekke'den ayrılıp Medine'ye gittiler.
Ensâr tarafından Medine civârındaki "Avâlî" denilen köylere
yerleştirildiler.
Hz. Ömer Mekke'den gizli ayrılmadı. Kılıcını kuşandı, Kâbe'yi tavâf etti.
Bütün müşriklere meydan okuyarak:
İşte ben Medine'ye gidiyorum. Analarını ağlatmak, karılarını dul, çocuklarını
yetim bırakmak isteyenler peşime düşsün... dedi. Ömer'in hicreti Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in hicretinden 15 gün kadar önce olmuştu.
Kısa zamanda, Mekke'li Müslümanların hemen hepsi Medine'ye göç etti. Yalnızca
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'yi Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'de alıkoymuştu.(123)
Ebû Bekir hicret için izin istediğinde, Rasûlullah (s.a.s.):
"Acele etme, Allah sana hayırlı bir arkadaş verecek..." diyerek
hicretini geciktirmiştil(124). Mekke'de müslümanlıkları yüzünden âileleri
tarafından hapsedilmiş olanlar ile köle ve câriyelerden başka Müslüman
kalmamıştı. Rasûlullah (s.a.s.) düşmanları arasında, en büyük tehlike
karşısında yapayalnız bulunuyordu.
--------------------------------------------------------------------------------
(120) el-Buhârî, 4/ 255; Tecrid Tercemesi,
10/86
(121) İbn Hişâm, 2/112; Zâdü'l-Meâd, 2/136; Tarîh-i Din-i İslâm, 2/320
(122) Bkz. el-Enfâl Sûresi 72, 74; Tevbe Sûresi, 20, 100; Nahl Sûresi,
41,110; Hac Sûresi, 58; Haşr Sûresi, 9; Fetih Sûresi, 10,18, 29,
(123) Zâdü'l-Meâd, 2/136
(124) el-Buhârî, 4/255; İbn Hişâm, 2/ 124; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/101
--------------------------------------------------------------------------------
2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'İN HİCRETİ
a) Dâru'n-Nedve'nin Korkunç Kararı
Akabe görüşmeleri ile Müslümanlık Medine'de yayılmağa başlamış, müşrikler
korktuklarına uğramışlardı. Üstelik Mekke'deki Müslümanlar da Medine'ye
göç etmişlerdi. Şimdi Hz. Muhammed (s.a.s.)'de Medine'ye gider, Müslümanların
başına geçerse, Mekke'lilerin Şam ticâret yolu kapanabilirdi. Mekke müşrikleri
Müslümanlara son derece kötü davranmışlar, târihte eşine ender rastlanan
işkence ve hakarette bulunmuşlardı. Bunlar Medine'lilerle birleşip, kuvvetlendikten
sonra kendilerinden öç alabilirlerdi. Esâsen Mekke'lilerle Medine'liler
arasında, öteden beri geçimsizlik vardı. Çünkü Mekke'liler Adnânîlerden;
Medine'liler ise Kâhtânîlerdendi. Durumun ciddiliğini anlayan Kureyş müşrikleri,
Mekke'de yapayalnız kalan Peygamber Efendimize ne yapmak gerektiğini kararlaştırmak
üzere Dâru'n-nedve'de toplandılar. Toplantıda Ebû Cehil, Ebû Süfyan, Ebu'l-Bahterî,
Utbe b. Rabîa, Cübeyr b. Mut'im, Nadr b.Hâris, Ümeyye b.Halef, Hakim b.Hızâm......
gibi Mekke ileri gelenlerinin hemen hepsi vardı. Müslümanlık tehlikesinin
önlenmesiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürdüler. İçlerinden Ebûl Bahteri:
- Muhammed (s.a.s.)'i bağlayıp her tarafı kapalı bir yerde ölünceye kadar
hapsedelim, dedi. Amr oğlu Hişâm:
- O'nu bir deveye bindirip Mekke'den çıkaralım, uzak yerlere sürelim,
dedi. Ebû Cehil ise:
- Kureyş'in bütün kollarından birer temsilci seçelim. Bunlar aynı anda
hücûm edip Muhammed (s.a.s.)'i bir hamlede öldürsünler. Kimin vurduğu,
kimin darbesiyle öldüğü belli olmasın. Böylece kanı bütün Kureyş kabîlesine
dağılsın, Hâşimîler bütün Kureyş kollarına karşı çıkamayacaklarından kan
davasına kalkışamazlar. Çâresiz diyete (kan bedeline) râzı olurlar. Bu
iş böylece kapanır... dedi. Ebû Cehil'in teklifi ittifakla kabûl edildi.
Diğer teklifler beğenilmedi. Hemen Kureyş kollarında 40 yeminli kişi seçip
toplantıyı bitirdiler.(125)
Müşriklerin Dâru'n-Nedve'deki bu konuşma ve plânları el-Enfâl Sûresi'nin
30'uncu âyetinde şöyle özetlenmektedir.
"Ya Muhammed, hatırla şu zamanı ki, inkâr edenler (Mekke müşrikleri)
seni bir yere kapatmak veya (hepsi birden) öldürmek yahut da (Mekke'den)
çıkarmak için sana tuzak hazırlıyorlardı. Onlar sana tuzak kurarken, Allah
da (onlara) tuzak kuruyordu. Allah tuzakların en iyisini kurar."
b) Rasûlullah (s.a.s.)'in Evinin Müşrikler
tarafından Kuşatılması
Müşriklerin bu korkunç plânını Cebrâil (a.s.) Peygamber Efendimize haber
verdi. "Bu gece, her zaman yatmakta olduğun yatağında yatmayacaksın,
evini terkedeceksin..." dedi. Böylece Rasûlullah (s.a.s.)'e de hicret
için izin verildi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Hz. Ali'yi çağırdı.
"Ben Medine'ye gidiyorum. Sen bu gece benim yatağımda yat, hırkamı
üstüne ört. Müşrikler beni yatıyor sansınlar, onlara bir şey sezdirme.
Sabahleyin şu emânetleri sâhiplerine ver.(126) Ondan sonra sen de hemen
gel" dedi.
Ortalık kararınca, Kureyş'in seçme cânileri evin etrâfını sardılar.(127)
Sabahleyin evinden çıkarken hep birden saldırıp öldüreceklerdi. Hz. Ali,
Rasûlullah (s.a.s.)'in yatağına yattı. Hz. Peygamber (s.a.s.) eline bir
avuç kum alıp, evini çeviren müşriklerin üzerine saçtı. Saçılan kum taneleri
cânilerden herbirine isâbet etmiş, hepsi de derin bir uykuya dalmışlardı.
Rasûlullah (s.a.s.) "Yâ-Sîn Sûresi"nin başından:
"Biz onların önlerine ve arkalarına birer sed çektik, böylece gözlerini
perdeledik. Onlar artık elbette görmezler" anlamındaki 9'uncu âyetine
kadar olan kısmı okuyarak, aralarından geçip gitti.(128) Müşrikler Hz.
Muhammed (s.a.s.)'in yatağında yattığını sanıyorlardı. Sabahleyin, yatakta
yatanın Ali olduğunu görünce, donakaldılar, ne yapacaklarını şaşırdılar;
hiddetlerinden çıldıracak hâle geldiler. Hemen her tarafı aramağa koyuldular.
Mekke'yi alt üst ettiler. Fakat Hz. Peygamber yoktu.
Muhammed (s.a.s.)'i bulana 100 deve verilecek, diye ilân ettiler. Bu haber
duyulunca, ne kadar mâceracı, cânî, katil varsa, hepsi etrâfa yayıldı.
Mekke'de ve Mekke dışında, harıl harıl Hz. Peygamber (s.a.s.)'i arıyorlardı.
Rasûlullah (s.a.s.), gece evinden ayrıldıktan sonra Kâbe'yi tavâf etti.
"Ey Mekke, sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı ve bana en sevimli
yerisin; eğer çıkmak zorunda bırakılmasaydım, senden ayrılmazdım",
dedi.(129) Ertesi gün öğle sıcağında Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah'ın
emri ile, berâber hicret edeceklerini bildirdi. Hz. Ebû Bekir, sevinç
göz yaşları ile, 4 aydır dışarıya bırakmayıp, ağaç yaprakları ile beslemekte
olduğu iki cins devesini işâret ederek:
Dilediğini seç, Yâ Rasûlallah, dedi. Rasûlullah (s.a.s.) bedelini ödeyerek
devenin birini aldı.
Rasûlullah (s.a.s.) ve Ebû Bekir için hazırlanan yol azığı bir dağarcığa
konuldu. Ebû Bekir'in kızı Esmâ, belindeki bez kemeri ikiye ayırıp bir
parçası ile bu dağarcığın ağzını bağladığı için Esma'ya "Zâtü'n-nitâkayn"
(iki kemerli) ünvânı verild.(130/1)
c) Mağarada Gizlenmesi
Gece olunca, her ikisi evin arka penceresinden çıktılar. Ayakkabılarını
çıkarıp, ayaklarının uçlarına basarak ıssız yollardan Mekke'nin güneyine
doğru ilerlediler. 1.5 saat (3 mil) mesafede Sevr Dağı'nın tepesindeki
mağaraya vardılar. Kureyşin araması bitinceye kadar, (perşembeyi cumaya
bağlayan geceden pazar gününe kadar) üç gün bu mağarada gizlendiler.
Ebû Bekir'in oğlu Abdullah, geceleri mağaraya gelip Mekke'de olup biteni
anlatıyor, ortalık ağarmadan gene Mekke'ye dönüyordu. Kölesi Âmr b. Füheyre
de koyunlarını otlatırken akşamları Sevr dağına götürüp onlara süt veriyordu.
Peygamber Efendimizi ve Ebû Bekir'i arayanlar, iz sürerek, nihâyet Sevr'deki
mağaranın ağzına kadar geldiler. Ayak sesleri ve konuşmaları içeriden
duyuluyordu. Hz. Ebû Bekir, başını kaldırdığı zaman onların ayaklarını
görmüş ve heyecanla:
-"Yâ Rasûlallah, eğilip baksalar, bizi görecekler, demişti, bunun
üzerine Peygamber Efendimiz:
-"Korkma, Allah'ın yardımı bizimledir.(130/2) İki yoldaş ki, üçüncüsü
Allah'tır, hiç endişe edilir mi?" buyurdu.(131)
Tâkipçiler Sevr dağı'na henüz çıkmadan, bir örümcek mağaranın ağzına ağ
örmüş, bir çift beyaz güvercin yuva yapıp yumurtlamıştı. Bu durumda Kureyşliler
mağaranın içine bakmanın ahmaklık olacağını düşünerek bırakıp gittiler.(132)
Kureyşlilerin aramaları üç gün sürdü. Peygamber Efendimiz ile Ebû Bekir
Mekke'de iken Abdullah b. Uraykıt adında henüz müslüman olmamış, fakat
son derece emîn bir şahsı kılavuz olarak kiralayıp develeri de ona teslim
etmişlerdi.(133) Kılavuz Abdullah, üç gün sonra, dördüncü günün (Pazar)
sabahı develeri mağaraya getirdi. Devenin birine Rasûlullah (s.a.s.) ile
Ebû Bekir diğerine ise kılavuz Abdullah ile Ebû Bekir'in kölesi Âmir b.
Füheyre bindiler. Sâhili takibederek Medine'ye doğru 24 saat hiç dinlenmeden
yol aldılar Deve yürüyüşü ile 13 günlük olan Medine yolunu 8 günde katederek
12 Rabiulevvel/23 Eylül 622 pazartesi günü Kuba'ya ulaştılar.
Rasûlullah (s.a.s.)ilk vahiy Hîra (Nûr) dağı'ndaki mağarada gelmişti.
Hira'daki mağara ile Sevr'deki mağara arasında geçen müddet, Rasûlullah
(s.a.s.) 'in Peygamberlik hayatının Mekke Devri'ni teşkil etmişti. Sevr
dağı'ndaki mağaradan başlayan hicret ise, Mekke Devri'nin sonu, Medine
Devri'nin başı olmaktaydı.
d) Rasûlullah (s.a.s.)'i Tâkibedenler
Hicret yolculuğunda Peygamber Efendimiz iki önemli takiple karşılaştı.
Müdliçoğullarından Sürâka, Kureyş'in ilân ettiği mükâfâtı ele geçirmek
hevesiyle, kendi bölgelerinden geçmiş olan hicret kafilesini tâkibe koyuldu.
Atını dört nala sürerek Rasûlullah (s.a.s.) ve arkadaşlarına yaklaştığı
sırada, atı sürçüp kapaklandı. Kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden atına
binip koşturdu. Tam yaklaştığı sırada, atının ön ayakları kuma saplandığı
için, yine düştü. Atını zorlukla kurtardı. Sürâka'nın morali iyice bozulmuştu.
Rasûlullah (s.a.s.)'den özür diledi. Yazılı bir emânnâme alarak geri döndü;
diğer tâkipçileri de "ben aradım, boşuna yorulmayın, bu tarafta yok..."
diyerek geri çevirdi.(134)
Eslemoğullarından Büreyde de, Kureyşin ilân ettiği mükâfâtı alabilmek
için Rasûlullah'ı tâkibe başlamıştı. Fakat ilk görüşte, yanındakilerle
beraber Müslüman oldu. Daha sonra başındaki beyaz sarığı çözerek mızrağının
ucuna bağladı. "Sizin gibi şanlı bir kafile bayraksız gitmez. İzin
verirseniz ilk alemdârınız olayım" diyerek ta Kuba Köyü'ne kadar
Rasûlullah (s.a.s.)'e bayraktarlık yaptı.
Daha sonra, Şam'dan Mekke'ye dönmekte olan bir ticâret kafilesine rastladılar.
Kafilede bulunan, ilk 8 Müslümandan Avvâm oğlu Zübeyr, Rasûlullah (s.a.s.)
ve Ebû Bekir'e beyaz elbiseler giydirdi.(135) Ve Medine'lilerin kendilerini
sabırsızlıkla beklediklerini haber verdi.
Rasûlullah (s.a.s.)'ın yola çıktığı Medine'de duyulmuştu. Bu yüzden Medineliler,
Rasûlullah (s.a.s.)'i karşılamak üzere her sabah şehir dışına çıkıp bekliyorlardı.
12 Rabiulevvel /23 Eylül 622 Pazartesi günü yine öğleye kadar beklemişler,
sıcak bastırınca ümitlerini kesip dönmüşlerdi. Bu esnâda bir iş için evinin
yüksek kulesinden etrafı seyreden bir Yahûdî, beyazlar giyinmiş bir kafilenin
uzaktan gelmekte olduğunu gördü ve yüksek sesle:
İşte günlerdir yolunu beklediğiniz devletli geliyor, diye haykırdı.
--------------------------------------------------------------------------------
(125) Bkz. İbn Hişâm, 2/125-126, İbnü'l-Esîr,
a.g.e., 2/102; Zâdü'l-Meâd, 2/ 136-137; Tecrid Tercemesi, 10/87-88
(126) Mekke'de en güvenilir kimse olduğu için, bütün Mekkeliler en değerli
şeylerini Hz. Peygamber (s.a.s.)'e emânet ederlerdi. Bu güvenirliği yüzünden
O'na "Muhammedü'l-Emin" diyorlardı. (İbn Hişâm, 2/129)
(127) Bu câniler arasında:Ebû Cehil, Hakem b.el-Âs, Ukbe b. Ebî Muayt,
Nadr b. Hâris, Ümeyye b. Halef, Zem'a b.Esved ve Ebû Leheb de vardı. (Tecrid
Tercemesi, 10/88; Târih-i Din-i İslâm,2/32)
(128) Kur'ân-ı Kerîm'de bu olaya işâretle: (Habibim, bir avuç kumu onların
üzerine) attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı, hedeflerine O ulaştırdı.
(el-Enfâl Sûresi, 17) buyrulmuştur.
(129) İbn Mâce, 2/1037 (Hadis No: 3108), Kahire, 1378/1953; Tirmizi, 5/722
(Hadis No: 3925), Kahire, 1385/1965; Asr-ı Saâdet, 1/294
(130/1) Tecrid Tercemesi, 8/415 (Hadis No: 125) ve 10/100 (Hadis No :
1ğ)
(130/2) et-Tevbe Sûresi, 40
(131) el-Buhârî, 4/263; Tecrid Tercemesi, 10/119 (Hadis No: 1557)
(132) Zâdü'l-Meâd, 2/137; Târih-i Din-i İslâm 2/330; M. Hamîdullah, İslâm
Peygamberi, 1/124
(133) Zâdü'l-Meâd, 2/137
(134) el-Buhârî, 4/256-257; Tecrid Tercemesi, 10/102-104; (Hadis No: 1ğ)
(135) el-Buhârî, 4/257; Tecrid Tercemesi, 10/105 (Hadis No: 1ğ)
--------------------------------------------------------------------------------
3- MEDİNE'YE VARIŞ
a) Hz. Peygamber (s.a.s.) Kuba'da
Medineliler derhal silahlanarak, bir bayram sevinci içinde yollara döküldüler.
Rasûlullah (s.a.s.)'i Medine'ye bir saat uzaklıkta Kuba Köyünde karşıladılar.
Rasûlullah (s.a.s.) burada Amr b. Avf Oğulları'nda 14 gece misâfir kaldı.(136)
Bu esnâda Kur'ân-ı Kerîm'de "takvâ üzere yapıldığı" bildirilen
Kuba Mescidi'ni binâ etti ve burada namaz kıldı.(137)
Rasûlullah (s.a.s.)'den 3 gün sonra tek başına yola çıkmış olan Hz. Ali
de, gündüzleri gizlenip, geceleri yürüyerek, Kuba'da iken kafileye yetişti.
b) İlk Cuma Namazı ve İlk Hutbe
14 gün sonra, bir cuma günü Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz devesine
bindi. Karşılamağa gelenlerle muhteşem bir alay içinde Medine'ye hareket
etti. Yolda "Sâlim b. Avf oğulları"na âit "Rânûnâ Vâdisi"nde
öğle vakti oldu. Rasûlullah (s.a.s.) burada arka arkaya iki hutbe okuyarak
ilk Cuma Namazını kıldırdı.
İlk hutbede Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra:
Ey nâs, ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz, fırsat elde iken iyi işlere
koşunuz. Allah'ı çok anmak, gizli ve âşikâr çok sadaka vermek sûretiyle
O'nunla aranızdaki bağı kuvvetlendiriniz. Böyle yaparsanız, rızıklandırılır,
yardım görürsünüz, kaçırdıklarınızı tekrâr elde edersiniz.
Biliniz ki, Cenab-ı Hakk, içinde bulunduğum yılın bu ayında, bugün şu
bulunduğum yerde Cuma namazını kıyâmete kadar, üzerinize farz kıldı. Hayâtımda
veya benden sonra, -âdil veya zâlim- bir imamı olduğu halde, önemsiz gördüğü
veya inkâr ettiği için kim bu namazı terkederse, Allah onun iki yakasını
bir araya getirmesin ve hiç bir işine hayır vermesin. Biliniz ki, böylesinin,
tevbe etmedikçe, ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de herhangi
bir iyiliği Allah katında bir değer taşır. Ancak, kim tevbe ederse Allah
tevbesini kabûl eder.(138)
Ey Nâs, kendinize âhiret için azık hazırlayıp önceden gönderin. Hepiniz
ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Rabbınız, -arada tercümân
veya perdedâr olmaksızın- bizzat:
- Sana benim peygamberim gelip haber vermedi mi? Ben sana mal vermiş,
ihsânda bulunmuştum. Sen bunlardan âhiretin için ne gönderdin? diye soracaktır.
O kimse sağına, soluna bakacak, hiç bir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak,
orada Cehennem'i görecek. Öyleyse yarım hurma ile de olsa, kendini ateşten
korumağa gücü yeten, bunu yapsın. Buna gücü yetmeyen, bâri güzel sözle
kendini kurtarsın. Çünkü bir iyiliğe 10'dan 700 katına kadar sevap verilir.
Allah'ın selâm ve rahmeti üzerinize olsun.(139)
Rasûlullah (s.a.s.) birinci hutbeyi böylece bitirdikten sonra ikinci hutbede
de şunları söylemiştir.
Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder. O'ndan yardım dileriz. Nefislerimizin
şerlerinden ve kötü işlerimizden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidâyet verdiğini
kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola koyamaz.
Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. O birdir, eşi , ortağı
ve benzeri yoktur.
Sözlerin en güzeli, Allah Kitabı (Kur'ân-ı Kerîm) dir. Allah'ın kalbini
Kur'ân ile süslediği, küfürden sonra İslâm'a soktuğu, Kur'ân'ı diğer sözlere
tercîh eden kimse felâh bulup kurtulmuştur.
Allah'ın sevdiğini seviniz. Allah'ı bütün kalbinizle (can ve gönülden)
seviniz. Allah Kelâmı Kur'an'dan ve zikrinden usanmayınız.
Allah'ın Kelâmına karşı kalbiniz katılaşmasın.
Yalnız Allah'a kulluk edip ibâdetinizde O'na hiç bir şeyi ortak yapmayınız.
O'ndan hakkıyla sakınınız. Yaptığınız iyi şeyleri dilinizle doğrulayınız.
Aranızda Allah'ın rahmet ve merhametiyle sevişiniz. Allah'ın selâm ve
rahmeti üzerinize olsun.(140)
c) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'de
Karşılanışı
Cuma namazından sonra Rasûlullah (s.a.s.) Medine'ye hareket etti.(141)
Medine, târihinin en önemli gününü yaşıyordu. Halk bayram sevinci içinde,
Kuba'dan itibâren yolu iki taraflı doldurmuştu. Kadınlar şiirler söylüyor,
çocuklar "Rasûlullah geldi, Rasûlullah geldi" diye bağrışıyor,
küçük kızlar def çalarak şenlik yapıyorlardı. Medine halkı, Rasûlullah
(s.a.s.)'in gelişinden duyduğu sevinci, hiç bir şeyden duymamıştı.
Herkes Peygamber Efendimizi kendi evinde misâfir etmek istiyor, "Ey
Allah'ın Rasûlü, bize buyurunuz... "diyerek deveyi durdurmak istiyorlardı.
Rasûlullah (s.a.s.) ise, kimseyi gücendirmemek için devesini serbest bırakmıştı.
- "Siz deveyi kendi hâline bırakınız. O memurdur, emrolunduğu yere
gider," diyerek dâvet edenlerden izin istiyordu. Nihâyet deve, hâlen
"Mescidü'n-Nebi"nin bulunduğu boş arsada çöktü, Rasûlullah (s.a.s.)
inmedi. Deve kalkarak bir kaç adım gittikten sonra geri dönüp ilk çöktüğü
yere yeniden çöktü, bir daha kalkmadı. Rasûlullah (s.a.s.) üzerinden inerek:
- "Akrabamızdan en yakın kimin evi?" diyerek etrâfındakilere
sordu. Zeyd oğlu Hâlid.(142)
- İşte evim, işte kapısı, buyurunuz Yâ Rasûlallâh... diyerek Rasûlullah
(s.a.s.)'i dâvet etti. Peygamber Efendimiz böylece Hz. Hâlid'in misâfiri
oldu. Bu misâfirlik "Mescidü'n-Nebî"nin inşâatı tamamlanıncaya
kadar 7 ay devam etti.(143)
--------------------------------------------------------------------------------
(136) el-Buhârî, 1/11; Tecrid Tercemesi,
2/306 (Hadis No: 270
(137) (Hicretin) ilk gününde, takva temeli üzerine kurulan (Kuba'daki)Mescidde
namaz kılman daha uygundur. Bu mescidde temiz olmayı sevenler vardır.
Allah da temiz olanları sever. (et-Tevbe Sûresi, 108)
(138) İbn Mâce, es-Sünen, 1/343, (Hadis No: 1081); Tecrid Tercemesi, 3/63,
(Hadis No: 487'nin izâhı)
(139) İbn Hişâm, 2/146; Şerafettin Yaltkaya, Hatiplik ve Hutbeler, 22;
Kısas-ı Enbiyâ, 1/176; Asr-ı Saâdet, 2/828
(140) İbn Hişâm, 2/147; Hatiplik ve Hutbeler, 22, 24; Kısıs-ı Enbiyâ,
1/177; Asr-ı Saâdet, 2/829
(141) Medine'nin eski adı Yesrib'ti. Rasûlüllah (s.a.s.) hicret edip yerleştikten
sonra "Peygamber Şehri" anlamında "Medinetü'n-Nebî"
denildi. Daha sonra kısaltılarak sâdece Medinetü'l Münevvere denilmiştir.
(142) Hâlid b. Zeyd Ebû Eyyûb el– Ensâri, Neccâr oğullarından ve Peygamberimizin
dedesi Abdülmuttalib'in annesi Selmâ Hatun'un âilesindendir. Müslüman
Araplar tarafından yapılan ilk İstanbul kuşatmasında bulunmuş ve şehit
düşmüştür. Fâtih, İstanbul'u fethedince Hz. Hâlid'in kabrini buldurmuş,
hâlen ziyâret edilmekte olan türbesini yaptırmıştır. İstanbul'da türbenin
bulunduğu semt (Eyyüb), adını onun isminden almıştır.
(143) İbn Hişâm, 2/143
4- HİCRETİN İSLÂM TARİHİNDEKİ ÖNEMİ
Hicret, Müslümanları müşriklerin zulüm ve baskılarından kurtarmış, İslâm'a
yayılma imkânı sağlamış, böylece İslâm inkılâbının başlangıcı olmuştur.
Bu itibârla olaydan 17 yıl sonra, Hz. Ömer'in hilâfeti esnâsında Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in hicret ettiği yılın 1 Muharrem'i olan 16 Temmuz 622 tarihi,
Hicrî-Kamerî Takvim için "takvim başı" olarak kabûl edilmiştir.
Rasûlullah (s.a.s.)'in hicreti Peygamberliğin 13'üncü yılında, 12 Rebiulevvel
/ 23 Eylül 622'de olmuştur. Bu tarih aynı zamanda Peygamber Efendimizin
53'üncü doğum yıldönümüdür.
Hicretle, 23 yıl süren Peygamberlik devrinin 13 yıllık Mekke Devri sona
ermiş, 10 yıllık Medine devri başlamıştır.
İKİNCİ BÖLÜM
MEDİNE DEVRİ
I- HİCRETİN BİRİNCİ YILI (622-623 M.)
"Doğrusu inanıp hicret edenler Allah Yolunda mallarıyla, canlarıyla
cihâd edenler ve muhâcirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar
birbirlerinin dostudurlar."
(el-Enfâl Sûresi, 72)
1- MEDİNE'DE GENEL DURUM
Medine, Mekke'nin kuzeyinde, üç tarafı
dağlarla çevrili, güneyi ise ovalık bir şehirdir. Havası güzel, toprağı
zirâate elverişli, hurmalıkları boldur.
Rasûlullah (s.a.s.)'in hicreti esnâsında, Medine'de Evs ve Hazrec adlı
iki Arap kâbilesi ile, Kaynuka, Nadîr ve Kurayzaoğulları adlı üç Yahûdi
kabîlesi vardı. Arap kabileleri buraya "Seylü'l-arim" denilen
sel felâketinden sonra Yemen'den; Yahûdîler ise, Romalıların Kudüs'ü işgal
ve tahriplerinden sonra Kudüs'ten gelip yerleşmişlerdi.
Başlangıçta, bir müddet Araplarla Yahûdîler iyi geçinmişlerse de, Yahûdîlerin
çıkarcı davranışları yüzünden zamanla araları açılmış, Arablar Yahûdîleri
yenerek Medine'de hâkim duruma gelmişlerdi. Fakat çok geçmeden Yahûdîlerin
entrikaları ile birbirlerine düştüler ve iki kardeş kabîle uzun yıllar
birbirleriyle savaştılar. Bu savaşların en sonuncusu Buâs Harbi'dir. Hicretten
yaklaşık 5 yıl önce sona eren ve bazı fâsılalarla tam 120 yıl süren bu
savaşta her iki taraf da büyük kayıp vererek zayıf düşmüşlerdir. Bu yüzden,
Hicret esnâsında Yahûdîler, özellikle iktisâdî yönden Medine'de hâkim
durumda bulunuyorlardı.
Evs ve Hazrec kabîleleri, aralarındaki bu düşmanlığın ancak Rasûlullah
(s.a.s.)'in hakemliği, İslâm'ın getirdiği adâlet, sevgi ve kaynaşma ile
ortadan kalkabileceğini anlayarak Müslümanlığa sımsıkı bağlandılar. Gerçekten
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medîne'ye gelmesiyle, bu iki kardeş kabile arasında
asırlarca sürmüş olan kin ve düşmanlıktan eser kalmamıştır.(144)
2- MESCİD-İ NEBÎ'NİN İNŞÂSI
Hicret esnâsında Medîne'de câmi yoktu. Rasûlullah (s.a.s.) namaz vaktinde
nerede bulunursa namazı orada kıldırırdı. İlk mescid, hicretin ilk günlerinde
Kuba'da yapıldı.
Hicret sırasında, Rasûlullah (s.a.s.)'in devesinin çöktüğü, Halid b. Zeyd'in
evinin karşısındaki boş arsaya mescid yapılacaktı. Neccâroğullarından
iki yetim çocuğa âit olan bu arsayı, Neccâroğulları hibe etmek istedilerse
de Peygamber (s.a.s.) Efendimiz kabûl etmedi. Bedeli olan 10 miskal (40.9
gr) altını Hz. Ebû Bekir ödedi.
Arsada müşrik kabirleri, yabâni hurmalar ve engebeler vardı. Kabirler
başka yere nakledildi. Hurma ağaçları kesildi, çukurlar düzlendi. Mescid'in
yapımında bizzât Rasûlullah (s.a.s.)'de bir işçi gibi çalıştı. Temeli
taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma ağaçlarından yapıldı. Üzeri
de hurma dallarıyla örtüldü; zemini ise topraktı. Kıblesi Kudüs'e doğru
olan bu mescid'in, biri mihrab'ın karşısındaki ana kapı, biri Rasûlullah
(s.a.s.)'in evine açılan kapı, diğeri de "Bab-ı Rahmet" denilen
kapı olmak üzere üç kapısı vardı. Kıble'nin değişmesinden sonra, ana kapı
ile mihrap yer değiştirdiler.(145/1)
3- HÂNE-İ SAÂDET'İN İNŞÂSI ve RASÛLÜLLAH
(S.A.S.)'İN HZ. ÂİŞE İLE EVLENMESİ
İnşâsı 7 ay süren Mescid'in bir tarafına Rasûlullah (s.a.s.) ve âilesinin
ikameti için odalar (hücreler) yapıldı. Bu odaların sayısı daha sonra
dokuza çıkmıştır. Odalardan her birinin genişliği 3-3,5 arşın, uzunluğu
5 arşın, yüksekliği ise bir adam boyu kadardı. Hz. Aişe, Safiyye ve Sevde'nin
odaları Mescid'in güneyinde; Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Meymûne, Cüveyriye,
Zeyneb bt. Cahş ve Zeyneb bt. Huzeyme'nin odaları ise Mescidin kuzeyinde
bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)'in hâlen "Kabr-i Saâdet"inin
bulunduğu yer, Hz. Âişe'ye tahsis edilen oda idi.
Mescid ve hücrelerin yapımı tamamlanınca, Hz. Peygamber (s.a.s.) misâfir
kaldığı Halid b. Zeyd'in evinden buraya taşındı. Evlâtlığı Zeyd b. Hârise
ve Ebû Râfi'i Mekke'ye gönderip kendi âilesi ile Ebû Bekir'in âilesini
de Medine'ye getirtti. Kendi âilesi, Hz. Hatice'nin vefâtından sonra evlendiği
Zem'a kızı Hz. Sevde ile kızları Ümmü Gülsüm ve Fâtıma idi. Kızlarından
Rukiyye daha önce eşi Hz. Osman'la birlikte hicret etmişti. Diğer kızı
Zeyneb, kocası henüz müşrik olduğu için gelemedi.(145/2) (Zeyneb, Bedir
savaşından sonra hicret edebildi)
Ebû Bekir'in âilesi ise, karısı Ümmü Rumân ile çocukları Abdullah, Esmâ
ve Âişe'den ibâretti. Bunlarla berâber Zeyd b. Hârise'nin eşi Ümmü Eymen
ile oğlu Üsâme de Medine'ye geldiler.
Hz. Ebû Bekir'in kızı Âişe ile Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) hicretten önce Mekke'de
iken nişanlanmışlardı. Hicretten 8 ay sonra, Şevval ayında Medine'de evlendiler.
Böylece, Rasûlullah (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir arasındaki mânevi bağ,
akrabalık bağı ile daha da kuvvetlenmiş oldu.
Hz. Âişe son derece zeki, bilgili ve kültürlü bir hanımdı. Dinî hükümlerin,
Müslüman kadınlara öğretilmesinde büyük gayreti yanında, özellikle Rasûlullah
(s.a.s.)'in ev ve âile hayatıyla ilgili bilgileri Müslümanlar O'ndan öğrenmişlerdir.
Kendisinden 2210 hadis rivâyet edilmiştir.
4- SUFFE ASHÂBI (ASHÂB-I SUFFE)
Mescid'in bir tarafına da, etrâfı açık, üstü hurma dallarıyla örtülü bir
gölgelik, (çardak, suffe) yapıldı. Evi ve âilesi olmayan fakir Müslümanlar
burada kaldıkları için onlara "Ashâb-ı Suffe" denilmiştir.
Suffe ashâbı son derece fakirdi. İş buldukları zaman çalışırlar, diğer
zamanlarda Mescidde ilim ve ibâdetle meşgul olurlardı. Burası İslâm Târihinde
ilk yatılı öğretmen okulu durumundaydı. Bu okulun dershanesi mescid, yatakhanesi
suffe, öğrencileri suffe ashâbı, öğretmenleri de bizzat Rasûlullah (s.a.s.)
idi. Medine'nin dışında yeni Müslüman olan topluluklara İslâm'ı öğretmek
üzere bir öğretmen göndermek gerektiğinde, bunlar arasından gönderiliyordu.
Sayıları 70 ile 400 arasında değişen Suffe ashâbının ihtiyaçları, ashâbın
zenginleri tarafından karşılanıyordu. Rasûlullah (s.a.s.) her akşam bunlardan
bir kısmını kendi sofrasına alır, bir kısmını da ashâb arasına dağıtırdı.
Getirilen sadakaları tamamen bunlara gönderir, kendisine gelen hediyelerden
de suffe ashâbı için hisse ayırırdı.(146/1) Rasûlullah (s.a.s.)'den en
çok hadis rivâyet etmiş olan Ebû Hüreyre de suffe ashâbındandı.
5- FARZ NAMAZLARIN DÖRT REKAT OLMASI
Mirâctan önce Müslümanlar akşam ve sabah olmak üzere iki vakit namaz kılıyorlardı.
Beş vakit namaz mirâcta farz kılındı. Ancak, Hicretten önce, akşam namazının
farzı üç rekât, diğer vakitlerin hepsi de ikişer rekâttı, Hicretten sonra,
öğle, ikindi ve yatsı namazlarının farzları dört rekâta çıkarıldı. Sefer
zamanlarında ise ilk farz kılındığı sayıda bırakıldı.(146/2)
6- EZÂN'IN MEŞRÛİYETİ
Mescid-i Nebi'nin inşâsı bittikten sonra, namaz vakitlerinin Müslümanlara
duyurulmasına ihtiyaç duyuldu. Çünkü, namaza erken gelenler vaktin girmesini
bekleyip işlerinden kalıyorlar; geç gelenler ise cemâate yetişemedikleri
için üzülüyorlardı.
Rasûlullah (s.a.s.) vahiy gelmeyen konularda ashâbı ile istişâre ederdi.(147)
Bu konuda yapılan istişâre esnâsında, namaz vakitlerinin "çan veya
boru çalınarak, ateş yakılarak, yüksek bir yere bayrak çekilerek duyurulması"
teklifleri yapıldı. Rasûlullah (s.a.s.), "çan çalmak Hristiyanların,
boru çalmak Yahûdîlerin, ateş yakmak Mecûsîlerin âdetidir." diyerek
kabûl etmedi. Bayrak çekme teklifi de beğenilmedi. İstişâre sonunda hiç
bir şeye karar verilemedi.
Ensârdan Zeyd oğlu Abdullah, rüyâsında elinde nâkûs (çan) bulunan birini
görmüş, namaz vakitlerini duyurmak için bu nâkûsu satın almak istemiş,
Rüyâsında gördüğü bu zât ona:
-"Ben sana daha güzelini öğreteyim" diyerek ezân lafızlarını
söylemiş. Abdullah uyanınca, Rasûlullah (s.a.s.)'e gelerek rüyasında gördüklerini
haber verdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
-"İnşâllah hak rüyâdır. Bilâl'in sesi seninkinden gür. Gördüğünü
ona öğret. Namaz vaktinde ezânı o okusun", buyurdu. Bilâlin okuduğu
ezân, Medine'nin her tarafından duyuldu. Aynı rüyâyı Hz. Ömer de görmüş,
fakat Abdullah daha önce haber vermişti.(148) Daha sonra Bilâl, sabah
ezânlarına "es-salâtü hayrun minen-nevm" (namaz uykudan hayırlıdır.)
cümlesini de eklemiştir.
Ezân, şeâir-i İslâmiye'dendir. Vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnetdir.
Yalnız rüyâ ile değil, Rasûlullah (s.a.s.)'in sünneti ve daha sonra inen
âyetlerle de sâbittir.(149)
7- ENSÂR İLE MUHÂCİRLER ARASINDA KARDEŞLİK
Mekke'li Müslümanlar, dinleri uğrunda bütün servet ve varlıklarını Mekke'de
bırakmışlar, Medine'ye hicret ederek muhâcir olmuşlardı. Medineli Müslümanlar,
onları kendi nefislerine bile tercih ederek, her türlü yardımı yapmışlar,
onların bütün ihtiyâçlarını karşılamışlardı.(150) Fakat muhâcirler, ensâr'a
yük oluyoruz, kendi kazancımız yok, diye üzülüyorlardı.
Rasûlullah (s.a.s.) muhâcirlerin bu üzüntüsünü gidermek, aradaki sevgi
ve samimiyeti güçlendirmek, herhangi ayrılık belirtisini önlemek için
Hicretin 7'inci ayında muhâcirlerle ensârı, Mâlik oğlu Enes'in evinde
topladı.(151) Burada, bir muhâciri, bir ensârla kardeş yaparak 90 (veya
360 kişi asarında kardeşlik bağı kurdu.(152) Ensâr, muhâcir kardeşlerini
alıp evlerine götürdüler Mallarına ortak ettiler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'e
başvurarak:
-Ya Rasûlallah, hurmalıklarımızı, muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır...
dediler. Rasûlullah (s.a.s.):
-Hayır, mülkiyet size âit. Muhâcir kardeşlerinizle birlikte çalışacak,
mahsûlü paylaşacaksınız... buyurdu.(153/1) İki taraf buna râzı oldular.
Kardeşler birbirlerine o derece bağlandılar ki, başlangıçta, zev'il-erhâmdan
önce birbirlerine mirâsçı bile oldular.(153/2)
Ensâr'dan Reb'i oğlu Sa'd, muhâcir Avf oğlu Abdurrahman'a:
-Ben malca ensârın en zenginiyim. Rasûlullah (s.a.s.) ikimizi kardeş yaptı.
Malımın yarısı senindir. İki zevcem var, dilediğini boşayacağım. Onu da
nikâhlarsın... dedi. Abdurrahman:
-Allah malını da, zevceni de sana mübârek kılsın. Benim bunlara ihtiyâcım
yok. Sen bana çarşıyı göster... dedi.(154)
Abdurrahman ticârete başladı, kısa zamanda zengin oldu. Muhâcirlerin büyük
kısmı ticâretle hayatlarını kazandılar.
Ensâr ve muhâcirlerden belirli kimseler arasında Hz. Peygamber tarafından
yapılan kardeşlik, daha sonra "Mü'minler ancak kardeştirler"(el-Hucurât
Sûresi, 10) âyet-i celîlesiyle genişledi. Fakat bu kardeşliğin, mirâsla
ilgili hükmü, Bedir Savaşı'ndan sonra "...Akraba olanlar (mîrâs hususunda)
Allah'ın Kitabında mü'minlerden ve muhâcirlerden daha yakındır.."
(el-Ahzâb Sûresi, 6) ve "Allah'ın Kitâbında (mirâs hususunda) hısımlar
birbirlerine daha yakındır." (el-Enfâl Sûresi, 75) ayet-i kerimeleri
ile kaldırıldı.(155/1) Çünkü muhâcirler, çalışıp ticâret yaparak ilk sıkıntılı
günlerinden kurtuldular. Bedir Savaşı ganimetlerinden de yararlandıktan
sonra, artık ensârın yardımına ihtiyaçları kalmadı.
8- MÜSLÜMANLARLA YAHÛDÎLER ARASINDA
VATANDAŞLIK ANLAŞMASI
Rasûlullah (s.a.s.) Mekkeli muhâcirlerle, Medineli ensârı kardeş yaparak
birbirlerine bağladıktan sonra, Medine'yi dış düşmanlara karşı müştereken
savunmak üzere muhâcirler, ensâr ve Medine'deki Yahûdîler arasında yazılı
bir "vatandaşlık anlaşması" yaptı. Bu anlaşmaya göre:
a) Diyet ve fidyelere ait kurallar, eskiden olduğu şekilde devam edecek:
b) Yahûdîler kendi dinlerinde serbest olacaklar;
c) Müslümanlarla Yahûdîler, barış içinde yaşayacaklar,
d) İki taraftan biri, üçünçü bir tarafla savaşırsa, diğer taraf yardımcı
olacak,
e) Taraflardan biri Kureyşle dostluk kurmayacak ve onları himâyesine almayacak,
f) Dışardan bir tecâvüz olursa, Medine müştereken savunulacak,
g) İki taraftan biri, üçüncü bir tarafla sulh yaparsa, diğer taraf bu
sulhü tanıyacak,
h) Müslümanlarla Yahûdîler arasında çıkacak her türlü anlaşmazlıkta Hz.
Peygamber (s.a.s.) hakem kabûl edilecekti. (155/2)
9- MEDİNE'DE MÜSLÜMANLARIN DURUMU
Müslümanlar Medineye göç etmekle rahata kavuşmuş olmadılar. Bir bakıma
tehlike ve düşmanları daha da çoğaldı. Hicretten önce karşılarında düşman
olarak yalnızca Mekke müşrikleri vardı. Hicretten sonra puta tapıcı müşrikler,
münâfıklar ve Yahûdîler olmak üzere üç sınıf düşmanla karşı karşıya geldiler.
a) Puta tapıcı müşrik Arablar: Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde Kâbe'yi
ve putlarını ziyârete gelen Arab kabîleleri sâyesinde bol kazanç elde
eden Mekkeliler, maddî çıkarlarını putperestliğin yaşamasında gördükleri
için, Müslümanlığa düşman olmuşlar, Müslümanları yok etmek için ellerinden
gelen her şeyi yapmışlardı. Müslümanlığın, Şam ticâret yolu üzerinde bulunan
Medine'de yayılması da onların işine gelmedi. Bu sebeple hicretten sonra,
Müslümanların peşini bırakmadılar. Müslümanlığı henüz kuvvetlenmeden yok
edebilmek için her tedbire başvurdular.
b) Yahûdîler: Evs ve Hazrec kabîleleri arasındaki anlaşmazlığı körükleyerek
onları zayıf düşürüp, Medine'de ekonomik yönden hâkim duruma gelen Yahûdîlerin
de, Müslümanlık menfaatlerine uygun gelmemişti. Hz. peygember (s.a.s.)
Efendimiz bunlardan gelecek tehlikeleri önlemek için Yahûdî kabîlelerinin
her biriyle ayrı ayrı anlaşmalar yapmıştı. Fakat, bunlar anlaşmalara sâdık
kalmıyorlar, Kureyş kabîlesi ve Müslümanlara düşman olan diğer unsurlarla
işbirliği yapıyorlardı.
c) Münâfıklar: Hicretten önce Hazrec kabîlesinin ileri gelenlerinden Übeyy
oğlu Abdullah'ın (Abdullah b. Übeyy b. Selûl) Hazrec kabîlesine reis olması
kararlaştırılmıştı. Taraftarları ona süslü bir taç bile hazırlamışlardı.
Müslümanlığın Medine'de süratle yayılması ve Rasûlullah (s.a.s.)'in hicret
etmesi, Abdullah'ın reisliğine engel oldu. Bu yüzden Abdullah ve taraftarları
Müslümanlığa düşman oldular. Fakat mücâdele ve bozgunculuklarını daha
etkili yapabilmek için, imân etmedikleri halde Müslüman göründüler. Böylece
bir de "Münafıklar zümresi" meydana geldi. Peygamber Efendimiz
(s.a.s.) bunları bilyor, fakat ayıplarını yüzlerine vurmuyordu.
Mekkeli müşrikler, Medine'deki Yahûdîlerle münâfıkları, Müslümanlara karşı
el altından devâmlı teşvik ve tahrik ediyorlar, Medine etrafındaki müşrik
Arab kabîleleriyle anlaşmalar yaparak Medine'ye baskın yapmağa hazırlanıyorlardı.
Münâfıkların reisi Übeyy oğlu Abdullah'a bir mektup yazarak:
"Siz Muhammed (s.a.s.)'in yurdunuzda barınmasına izin verdiniz. O'nu
ya öldürmez veya bize teslim etmez, yahut da Medine'den çıkarmazsanız
hepinizi öldürmek, esir etmek ve kadınlarınıza tecâvüzde bulunmak üzere
Medine'yi basacağız" (156/1) diye münâfıkları bile tehdit etmişlerdi.
Medine'lilerin gözlerini korkutmak ve Müslümanlara yardımcı olmaktan vazgeçirmek
için bir defa da Câbir oğlu Kürz komutasındaki bir çete ile Medine'lilerin
mer'ada otlamakta olan hayvanlarını sürüp götürmüşlerdi.
Görüldüğü üzere Müslümanlar, Medine'ye hicretten sonra da güven içinde
olmadılar. Bu yüzden Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Medine'nin savunmasıyla
ilgili bütün tedbirleri aldı. Medine'deki Yahûdîler ve Medine etrâfındaki
müşrik Arab kabîleleri ile saldırmazlık anlaşmaları yaptı. Etrafa seriyyeler
(küçük askeri birlikler) göndererek, düşmanın hareketlerini kontrol altına
aldı. Mekkelilerin Şam ticâret yolunu kapattı. Müşriklerin gece baskını
ihtimâline karşı geceleri Medine sokaklarında ashâb nöbet tuttu. Peygamber
Efendimiz (s.a.s.) bile ancak kapısında nöbet beklendiği zamanlarda endişesiz
uyuyabiliyordu.(156/2)
10- İLK NÜFUS SAYIMI
Savunma ile ilgili alınan tedbirler arasında, Müslümanların sayısını bilmeğe
de lüzûm görüldüğünden, Rasûlullah (s.a.s.) "Bana Müslüman olduklarını
söyleyenlerin isimlerini yazınız," buyurmuştur. Sayım sonunda Medine'de
1500 müslüman bulunduğu anlaşılmıştır.(157)
11- İLK SERİYYELER
Rasûlullah (s.a.s.) düşmanın hareketini kontrol altında tutmak, Medine'yi
muhtemel bir tecâvüzden korumak için, civârdaki bazı bölgelere "keşif
kolları" (seriyye) göndermiş, fakat kendilerine silahlı tecavüz olmadıkça
çarpışma izni vermemiştir.
Hicretin ilk yılında üç seriyye gönderilmiştir. İlk seriyye, Hz Peygamber
(s.a.s.)'in amcası. Hz. Hamza komutasındaki 30 kişilik seriyyedir. İslâm'da
ilk sancak bu seriyyeye verilmiştir.
2'inci seriyye, Rasûlullah (s.a.s.)'in amcalarından Hâris'in oğlu Ubeyde
komutasında; 3'üncüsü ise Sa'd b. Ebî Vakkas komutasında gönderilmiştir.
Bunlar Kureyş kervanlarını takip için gönderilmişlerdi. İlk iki seriyyede
karşılaşma olduğu halde çarpışma olmamıştır. Sadece Sa'd b. Ebî Vakkas,
ikinci seriyye'de bir ok atmıştır ki İslâm'da Allah yolunda atılan ilk
ok budur.
Bu seriyyeler, hicretin 7-8 ve 9' uncu (Ramazan, Şevval ve Zilkade) aylarında
gönderilmiştir.
Seriyye: Rasûlullah (s.a.s.)'in kendisinin bulunmadığı küçük harp müfrezesi
demektir. Rasûlullah (s.a.s.)'in katıldığı ve bizzât idare ettiği askeri
harekâta ise "Gazve" denir. Seriyyeler, genellikle gece çıkarılan
ve sayıları 5-400 arasında değişen askeri birliklerdir. Gazvelerin sayısı
19'dur. Seriyyelerin sayısı daha çoktur.
--------------------------------------------------------------------------------
(144) "Hepiniz, toptan sımsıkı Allah'ın ipine (İslâm Dini'ne ve Kur'ân-ı
Kerîm'e) sarılın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz
birbirinizin düşmanları idiniz de O, kalblerinizi birleştirmişti. İşte
O'nun bu nimeti sâyesinde kardeş olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarında
iken sizi oradan da O kurtarmıştı." (Âl-i İmrân Sûresi, 103)
(145/1) el-Buhârhi, 1/ 111; Tecrid Tercemesi, 2/306 (Hadis No: 270); Zâdü'l-Meâd,
2/145-146; Tarih-i Din-i İslâm, 3/21-26
(145/2) Târih-i Din-i İslâm, 3/14
(146/1) Tecrid Tercemesi, 12/202-207 (Hadis No: 2027);Târih-i Din-i İslâm,
3/26-27
(146/2) Bkz. el-Buhârî, 1/93; Tecrid Tercemesi, 2/233, (Hadis No: 228);
İbn Hişâm, 260
(147) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 159
(148) Bkz. Ebû Dâvud, es-Sünen, 1/116 (Hadis No: 499), Mısır, 1371/1952;
Tecrid Tercemesi, 2/451, (Hadis No: 358);
(149) Bkz.el-Mâide Sûresi, 58; el-Cum'a Sûresi,9; Tecrid Tercemesi, 2/451
(358 No. lu hadisin açıklaması)
(150) Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imânı yerleştirmiş
olan kimseler (ensâr), kendilerine hicret eden muhâcirleri severler, onlara
verilen şeylerden dolayı, içlerinde bir çekememezlik duymazlar, zaruret
içinde olsalar bile, muhacirleri kendilerine tercih ederler... (el-Hâşr
Sûresi,9)
(151) Tecrid Tercemesi, 7/99 (Hadis No: 1035); Zâdü'l-Meâd, 2/146
(152) Kimin kime kardeş olduğu için bkz. İbn Hişâm, 2/150-153; Tecrid
Tercemesi, 7/102-106
(153/1) Tecrid Tercemesi, 8/66-69, (Hadis No: 1145)
(153/2) İmân idip hicret eden ve Allah yolunda malları ve canlarıyla cihâd
eden muhâcirlerle, bu muhâcirleri barındırıp onlara yardımcı olanlar (ensâr)
bir birlerinin velisidir. (el-Enfâl Sûresi, 72)
(154) Bkz. el-Buhârî 3/3 Tecrid Tercemesi, 6/407, (Hadis No:958)
(155/1) Tecrid Tercemesi, 7/99-106 (1035 numaralı hadisin izahı); Zâdü'l-Meâd,
2/146
(155/2) 47 maddelik bu yazılı antlaşmanın tam metni için bkz. İbn Hişâm,
es Sîretü'n-Nebeviyye, 2/147-150; Tuğ, Doç.Dr.Salih, İslâm Ülkelerinde
Anayasa Hareketleri, 31-40, İst., 1969; M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi,
1/131-134, İst., 1966
(156/1) Asrı Saâdet, 1/327
(156/2) Bkz. el-Buhârî, 4/İ; Tecrid Tercemesi, 8/372 (Hadis No: 1217)
(157) Bkz. el-Buhârî, 4/34; Tecrid Tercemesi, 8/483 (Hadis No: 1277)
--------------------------------------------------------------------------------
II- HİCRETİN İKİNCİ YILI (623-624
M.)
"Sizinle savaşanlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın. Aşırı gitmeyin;
doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez"
(el- Bakara Sûresi, 190)
1- SAVAŞA İZİN VERİLMESİ
İslâm'da asıl olan barıştır. Savaş, zulmün önlenmesi, hakkın kabûl ettirilmesi
için meşrû kılınmıştır. 13 seneye yaklaşan Mekke Devri'nde ve Medine Devrinin
ilk yılında, müşriklerden gördükleri bunca zulüm, işkence ve haksızlığa
rağmen, mü'minlere sabırlı olmaları, Allah'ın dinini güzellikle tebliğe
çalışmaları emredilmiş(158), savaşa izin verilmemişti. Müslümanlardan:
-Ey Allah'ın Rasûlü, nedir bu çektiklerimiz? İzin ver de şunları gizli
gizli öldürelim, diye izin istiyenlere Hz. Peygamber (s.a.s.):
-Henüz savaş izni verilmedi, sabredin Allah'ın yardımı yakındır, çektiğiniz
çilelerin mükâfâtını göreceksiniz, diye cevap vermişti.
Hicretten sonra Müslümanlar, giderek müşriklere karşı koyabilecek duruma
geldiler. Üstelik Müslümanların düşmanları çoğaldı, sabır yolu ile barışı
sürdürmek artık mümkün değildi. Bundan dolayı Hicretin 2'inci yılı başlarında
Safer ayında;
"Zulüm ve haksızlığa uğratılarak, kendilerine savaş açılan kimselere
(mü'minlere) savaş izni verildi. Allah onlara yardım etmeğe elbette Kâdirdir.
Onlar, 'Rabbımız Allah'tır' dediler diye, haksız yere yurtlarından (Mekke'den)
çıkarıldılar..." (el-Hacc Sûresi, 39-40) anlamındaki âyet-i kerimelerle
Müslümanlara, kendilerini savunmak üzere savaş izni verildi.
2-İLK GAZVELER
Mekke müşrikleri, Medine'ye baskın hazırlığı içindeydiler. Rasûlullah
(s.a.s.) düşmanın hazırlıkları hakkında bilgi edinmek için zaman zaman
seriyyeler gönderdiği gibi, Medine ile Mekke arasındaki kabîlelerle görüşüp
anlaşmalar yapmak, kureyş'in planladığı yağmaları önlemek için bizzat
kendisi de askerî yürüyüşlere katıldı. Rasûlullah (s.a.s.)'in katılıp
bizzât idâre ettiği askeri harekâta "Gazve" denir.
Rasûlullah (s.a.s.)'in ilk gazvesi, 60 kişilik müfreze ile Ebvâ Köyüne
yapılan gazvedir.(159) Hicretin ikinci yılı Safer ayı başında yapılmıştır.
Aynı yıl içinde sırasıyla Buvat, Uşeyre, Küçük Bedir ve Büyük Bedir Gazveleri
olmuştur. İlk dördünde düşmanla karşılaşma olmamış, kan dökülmemiştir.
Büyük Bedir Gazvesi, Müslümanların yaptığı ilk savaş olmuştur.
3- KIBLENİN DEĞİŞMESİ
İslâm'ın ilk yıllarında namaz, Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) doğru kılınıyordu.
Ancak, Hicret'ten önce Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'de namaz kılarken, mümkün
mertebe Kâbe'yi arkasına almaz; Kâbe, kendisiyle Beyt-i Makdis arasında
kalacak şekilde, Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer-i esved arasında namaza
dururdu. Böylece hem Kâbe'ye hem de Kudüsteki Mescid-i Aksa'ya yönelmiş
oluyordu. Hicretten sonra Medine'de Mescid-i Aksa'ya yöneldiğinde Kâbe'nin
arka tarafta kalmasından Rasûlullah (s.a.s.) üzüntü duyuyor, kıblenin
Kâbe'ye çevrilmesini içten arzu ediyordu.(160) Çünkü Kâbe, atası Hz. İbrahim'in
kıblesiydi.
Hicretten 16-17 ay kadar sonra, Şaban ayının 15'inci günü Hz. Peygamber
(sa.s.) Medine'de Selemeoğulları Yurdu'nda öğle namazı kıldırırken, ikinci
rek'atın sonunda;(161)
"Yüzünü gök yüzüne çevirip durduğunu görüyoruz. Seni elbette hoşnut
olduğun kıbleye çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Harâm'a doğru çevir.
(Ey mü'minler) siz de nerede olursanız, (namazda) yüzlerinizi, onun tarafına
çeviriniz..." (el-Bakara Sûresi, 144) anlamındaki âyet nâzil oldu.
Hz. Peygamber yönünü hemen Kudüs'ten Mescid-i Harâm'a çevirdi. Cemâat
da saflarıyla birlikte döndüler. Kudüs'e doğru başlanılan namazın, son
iki rek'atı, Kâbe'ye yönelinerek tamamlandı. Bu yüzden Selemeoğulları
Mescidine "Mescid-i Kıbleteyn" (iki kıbleli mescid) denilmiştir
4- CAHŞ OĞLU ABDULLAH SERİYYESİ ve
BATN-I NAHLE OLAYI
Medine'ye baskın hazırlığı yapan Kureyş'in harekâtından haber almak üzere,
Peygamber Efendimiz, Recep ayının son günlerinde, Mekke tarafına halasının
oğlu Cahş oğlu Abdullah komutasında, 8 kişilik bir seriyye gönderdi. İki
gün sonra açılmak üzere Abdullah'a bir de mektup vermişti. Mektupta, Mekke
ile Tâif arasındaki Nahle Vâdisi'ne kadar gidilmesi, Kureyş'in faâliyetleri
konusunda bilgi toplanması isteniyordu.(162)
Nahle Vâdisinde, Kureyş'in Tâif'ten dönmekte olan bir kervanına rastladılar.
Kervanın reisi Hadramî oğlu Amr'ı öldürüp ele geçirdikleri iki esir ve
zaptettikleri mallarla Medine'ye döndüler. Rasûlullah (s.a.s.) bu olayı
hoş karşılamadı. Çünkü kendilerine çarpışma izni verilmemişti. Üstelik
bu olay, kan dökülmesi yasak sayılan "eşhür-i hurum"dan Recep
ayında meydana gelmişti. Mekke müşrikleri bu olayda öldürülen Hadramî
oğlu Amr'ın intikamını vesile ederek savaş hazırlıklarını hızlandırdılar.
"Muhammed harâm aylara bile saygı göstermiyor, harâm aylarda kan
döküyor, yağma yapıyor.." diye de yaygara kopardılar.(163)
5- BEDİR SAVAŞI (17 Ramazan 2 H/13
Mart 624 M.)
"Siz güçsüz bir durumda iken Allah size Bedir'de yardım etmişti".
(Âl-i İmran Sûresi, 123)
a) Kureyş'in Gönderdiği Kervan
Kureyş Medine'yi basıp Rasûlullah (s.a.s.)'i öldürmek, Müslümanlığı ortadan
kaldırmak için hazırlanıyordu. Yapılacak savaşın masraflarını karşılamak
üzere, Ebû Süfyân'ın başkanlığında büyük bir ticâret kervanını Medine
yolu ile Şam'a göndermişlerdi. Nahle Vâdisinde öldürülen Hadramî oğlu
Amr'ın kardeşi Âmir, Mekke sokaklarında çırılçıplak:
-"Vâh Emrâh, vâh Amrâh..." diyerek dolaşıyor, halkı savaşa ve
intikama teşvik ediyordu. Kervan döner dönmez, Medine'ye hücûm edeceklerdi.
Gönderdiği seriyyeler (keşif birlikleri) vasıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.s.),
Mekke'de olup bitenleri, yapılan hazırlıkları tamâmen öğrenmişti. Ebû
Süfyân'ın idâresindeki ticâret kervanından elde edilecek kazanç, Müslümanlarla
yapılacak savaş için kullanılacaktı. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.s.) Şam'a
giderken engel olmak üzere "Uşeyre" denilen yere kadar bu kervanı
tâkip etmiş fakat yetişememişti. Dönüşünü haber alınca, kervanı ele geçirmek
üzere, Ramazan'ın 12'inci günü Abdullah b. Ümmi Mektûm'u imâm bırakarak
313 kişi ile Medine'den çıktı. Yolda ensârdan Ebû Lübâbe'yi Medineye muhâfız
tâyin ederek, geri çevirdi. 8 kişi de mâzeretleri sebebiyle izin aldıklarından
64'ü muhâcir, diğerleri de ensârdan omak üzere 305 kişi kaldılar. 6 zırh,
8 kılıç, 3 at, 70 develeri vardı. Binek yetişmediği için develere nöbetleşe
biniyorlardı.
Ebû Süfyan, dönüşte Müslümanların kervana saldırma ihtimâline karşı Mekke'ye
haberci göndererek korunması için yardım istemişti. Esâsen aylardan beri
savaş hazırlığı içinde olan Mekkeliler kervanı kurtarmak ve Müslümanlardan
intikam almak üzere Ebû Cehil'in komutasında 950-1000 kişilik bir ordu
ile hareket ettiler. Ebû Leheb'den başka bütün Kureyş ulularının katıldığı
bu ordunun 200'ü atlı, 700'ü develi, diğerleri de yaya idi. Zırh, ok,
mızrak, kılıç gibi her türlü savaş âlet ve silahları tamamdı. Ebû Leheb,
hastalığı sebebiyle sefere katılamamış, yerine bedel göndermişti.
b) İki Tâifeden Biri
Kervanı araştırdığı esnâda, yolda Safrâ yakınlarında Zefiran Vâdisi'nde
Kureyş'in büyük bir ordu ile kervanı kurtarmak üzere Medine'ye doğru yürümekte
olduğunu haber alan Rasûlüllah (s.a.s.) durumu Müslümanlara anlatarak:
-Kureyş Mekke'den çıkmış, üzerimize doğru geliyor. Kervanı mı tâkip edelim,
yoksa kureyş ordusunu mu karşılayalım, diye istişârede bulundu. Medine'den
savaş hazırlığı ile çıkılmadığı için, çoğunluk kervanın tâkibini istiyordu.(164)
Rasûlullah (s.a.s.)'in bu duruma üzüldüğünü gören Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Ömer sıra ile ayağa kalkarak, Kureyş ordusuna karşı çıkmanın daha uygun
olacağını savundular. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda ensâr'ın düşüncesini
öğrenmek istiyordu. Sonra ilk Müslümanlardan Mikdad b. Esved, Muhâcirler
adına söz alarak:
-Biz, kavminin Hz. Musa'ya "Sen ve Rabbın gidin ve düşmana karşı
savaşın. Biz burada oturup bekleyelim,(165) dedikleri gibi demeyiz. Biz
senin sağında, solunda, önünde arkanda çarpışırız. Allah ve Rasûlünün
emri ne ise ona itâat ederiz. Sen nereye gidersen oraya gideriz,(166)
dedi. Ensar adına konuşan Sa'd b. Muâz da:
-"Ey Allah'ın Rasûlü, biz sana imân ettik. Getirdiğin Kur'ân'ın hakk
olduğuna şehâdet ettik, sözlerini dinlemeğe ve itâat etmeğe, düşmana karşı
seni korumağa söz verdik. Sen nasıl istersen öyle yap. Seni hak Peygamber
gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen bize denizi gösterip dalsan biz
de dalarız, hiç birimiz geri dönmeyiz. Biz düşmanla savaşmayı, harpte
sebât göstermeyi biliriz. Allah'a güvenerek düşman ordusunun üzerine gidelim..."
(167) dedi. Rasûlullah (s.a.s.) bu konuşmadan son derece memnun oldu.
-Öyleyse haydi Allah'ın bereketine yürüyünüz. Size müjdelerim ki, "Allah
iki tâifeden birini (kervanın ele geçirilmesi veya Kureyş ordusunun yenilgisini)
bize vâdetti".(168) Zaferimiz kesindir. Ben şimdiden Kureyş reislerinin
harp meydanında yıkılacakları yerleri görüyor gibiyim, buyurdu. Sonra
da Bedir'e doğru hareket etti.(169)
Bedir deve yürüyüşü ile Medine'ye 3; Mekke'ye ise 10 günlük (80 mil) mesâfede
bir köydü. Her yıl burada panayır kurulur, bu sebeple Suriye'ye giden
kervanlar buradan geçerdi. Kureyş ordusu buraya Müslümanlardan önce gelip,
suyun başını tutmuştu. Ebû Süfyân idâresindeki 50 kişilik Kureyş kervanı
ise, henüz Müslümanlar Medine'den çıktıkları sıralarda, sâhil yolunu izleyerek
Medine'den uzaklaşmış, Kureyşlilere de geri dönmeleri için haber göndermişti.
Fakat, ordusuna çok güvenen Ebû Cehil, mutlaka savaşmak istiyordu. Bu
yüzden Mekkeliler geri dönmeyip, Bedir'e kadar ilerlemişler ve burada
karargâh kurmuşlardı.
c) İki tarafın durumu
17 Ramazan 2 H./13 Mart 624 M. Cuma sabahı iki ordu Bedir'de karşılaştı.
Araplar ötedenberi hep kabîlecilik gayretiyle savaşmışlardı. Bu savaşta
ise din uğrunda aynı kabîlenin insanları birbirleriyle çarpışacak, kardeş,
amca, yeğen, hatta, baba-oğul birbirlerini öldüreceklerdi.(170/1)
Müslümanların sancaktarı Mus'ab b. Umeyr'in kardeşi Ebû Azîz, Kureyş'in
bayraktarıydı. Utbe b. Rabîa'nın oğullarından Velîd kendi yanında, ikinci
oğlu Ebû Huzeyfe mü'minlerin arasındaydı. Hz. Ebû Bekir'in bir oğlu Abdullah
kendisiyle beraber, diğer oğlu Abdurrahman ise müşrik saflarındaydı. Rasûlullah
(s.a.s.)'in amcalarından Hz. Hamza kendi yanında, diğer amcası Abbâs ise
karşı tarafta yer almıştı. Hz. Peygamberi ömrü boyunca himâye etmiş olan
amcası Ebû Tâlib'in bir oğlu Hz. Ali Müslümanlar içinde, diğer oğlu (Ali'nin
kardeşi) Âkil ise müşrikler safında bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)in
ilk hanımı Hz. Hatice'nin kardeşi Nevfel ile damadı (kızı Zeyneb'in eşi)
Ebu'l-Âs müşrikler içinde yer almışlardı.(170/2)
Düşman ordusu sayı, silah, tecrübe ve maddi kuvvet bakımından Müslümanlardan
kat kat üstündü. Bulundukları yer de savaş için daha elverişliydi. Ancak,
sabaha karşı yağan yağmur, üzerinde rahat yürünemeyen kumlu zemini sertleştirmiş
ve Müslümanların su ihtiyacını gidermişti. Böylece Müslümanların moralleri
yükselmiş, Allahın yardımına sonsuz güven duymaya başlamışlardı. Kendileri
için ölüm-kalım demek olan bu savaşta, İslâm'ın izzeti ve üstünlüğü için
Müslümanlar, Allah'a duâ ediyorlardı.
d) Savaş Başlıyor.
Kureyş adım adım Müslümanlara yaklaşıyordu. Manzara pek hazîndi. Bir avuç
Müslüman, "Allah adını yüceltmek için", tepeden tırnağa silahlı
koca şirk ordusunun karşısına çıkıyordu. Rasûlullah (s.a.s.) yanına Hz
Ebû Bekir'i alarak, kendisi için hazırlanan gölgeliğe çekildi, ellerini
semâya kaldırıp:
-Yâ Rabb, işte Kureyş bütün gurûr ve azametiyle senin dinini ortadan kaldırmak
için geldi. Sana meydan okuyor, Peygamberini yalanlıyor. Yâ Rabb, peygamberlerine
yardım edeceğine dâir ahdini, bana verdiğin zafer va'dini lütfet. Şu bir
avuç mü'min telef olup yok olursa, bu günden sonra yeryüzünde sana ibadet
ve kulluk edecek kimse kalmayacak.. "diye dua ediyordu.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) vecd içinde, kendinden geçerek, o kadar çok duâ
etmiş ve ellerini öylesine semâya kaldırmıştı ki, sırtından ridâsının
düştüğünün farkına varmamıştı. Hz. Ebû Bekir ridâsını örttü, elinden tutarak:
-Ey Allah'ın Rasûlü, yetişir artık, duan arşı titretti, Allah va'dini
yerine getirecektir, dedi. Rasûlullah (s.a.s.)'in bu hâlini gören müslümanlar
heyecandan ağlıyorlardı. Nihâyet Rasul-i Ekrem (s.a.s.): "Taplulukları
bozulacak, arkalarını dönüp kaçacaklar" (el- Kamer Sûresi, 45) anlamındaki
âyet-i kerîmeyi okuyarak çadırdan çıktı.(171) Allah yardımını böylece
müjdelemiş, zaferin Müslümanların olacağını bildirmişti.(172)
Savaşı Kureyş başlattı. Batn-ı Nahl'e de kardeşi öldürülen Hadramî oğlu
Âmir'in attığı ok, Hz. Ömer'in azatlısı Mihca'a isâbet ederek şehit etti.
Savaştan önce, her iki taraftan birer ikişer kişinin ortaya çıkıp çarpışarak
tarafları kızıştırması âdetti. Buna "mübâreze" denirdi. Kureyş
reislerinden Utbe b. Rabîa, kardeşi Şeybe ile oğlu Velîd; birlikte ilerlediler.
Müslümanlardan kendilerine karşı çıkacak er dilediler. Bunlara karşı Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in emri ile Ubeyde, Hamza ve Ali çıktılar. Hamza Şeybe'yi,
Ali de Velîd'i birer hamlede öldürdüler. Sonra yaralı Ubeyde'nin yardımına
koşup Utbe'nin de işini bitirdiler.(173)
e) Sonuç: Hakk'ın Bâtıla Zaferi
Artık savaş kızışmıştı, müşrikler saldırıya geçtiler, mü'minler kahramanca
karşı koydular, Allah'ın yardımı ile müşrik ordusunu bozguna uğrattılar.(174)
Müşrikler savaş alanında 70 ölü, 70 esir bırakarak kaçtılar. Öldürülenlerden
24'ü Müslümanlara en çok düşmanlık gösteren Kureyş büyükleriydi. Savaşın
başkomutanı Ebû Cehil de ölenler arasındaydı.(175/1) Müslümanlardan şehit
düşenler ise 6'sı muhâcirlerden, 8'i de ensârdan olmak üzere 14 kişiydi.
(175/2)
Bedir Zaferi Medine'de bayram sevinci meydana getirdi. Mekke ise mâteme
büründü. Ebû Leheb bir hafta sonra üzüntüsünden öldü. Fakat Kureyşîler,
Müslümanlar sevinmesinler diye yas tutmadılar.
Zaferden sora Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Bedir'de üç gün daha kaldı. Şehitler
defnedildi. Meydanda kalan müşrik ölüleri açılan bir çukura gömüldü.
Kureyş eşrâfından 24 kişinin cesetleri ise pislik atılan susuz kuyulardan
birine atıldı. Rasûlullah (s.a.s.) Bedir'den ayrılacağı sırada bu kuyunun
başına varıp, içindeki cesetlerin herbirinin adını söyleyerek:
-Ey filân oğlu filân, biz Rabb'ımızın bize va'dettiği zaferi gerçek bulduk,
siz de rabbınızın size va'dettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslendi.
(176) Hz. Ömer:
-Ey Allah'ın Rasûlü, ruhları olmayan cesetlerle mi konuşuyorsun? dediğinde,
Rasûlullah (s.a.s.):
-Allah'a yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitiyor
değilsiniz, buyurdu.(177)
f) Bedir Esirleri
Hz. Peygamber (s.a.s.) yolda Safra denilen yerde, elde edilen ganimetleri
gazîlere eşit olarak paylaştırdı. Mâzeretleri sebebiyle ordudan ayrılmış
olan 8 kişiye de pay ayırdı. Esirlerle ilgili henüz bir hüküm inmemişti.
Medine'ye gelince Rasûlullah (s.a.s.) bu konuyu ashâbıyla istişâre etti.
Hz Ebû Bekir, fidye (kurtuluş bedeli) karşılığında serbest bırakılmalarını;
Hz. Ömer ise hepsinin boyunları vurularak öldürülmelerini istedi. Rasûl-i
Ekrem (s.a.s.) ve ashâbın çoğunluğu Hz. Ebû Bekir'in teklifini uygun buldular.(178)
Esirlerden fidyelerini ödeyenler, hemen serbest bırakıldı, ödeyemeyenler
ise, her biri Medine'li 10 çocuğa okuyup yazma öğretme karşılığında hürriyetini
kazandı.
Bu olay, dinimizin ilme ve okuyup yazmağa ne kadar çok önem verdiğini;
Rasûlullah (s.a.s.)'in, Müslümanların düşmanı olan müşriklere bile öğretmenlik
yaptırmakta sakınca görmediğini göstermektedir.
6- BENÎ KAYNUKA YAHÛDÎLERİNİN MEDİNE'DEN
ÇIKARIL-MASI (Şevval 2 H./Nisan 624 M.)
Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'de Yahûdîlerle anlaşmalar yapmış, onlarla
barış içinde olmak istemişti. Fakat Yahûdiler dâima düşmanca bir davranış
içinde oldular. Her fırsatta Evs ve Hazrec Kabîleleri arasındaki eski
düşmanlıkları hatırlatıp, Müslümanları birbirine düşürmeğe çalıştılar.
Kendileri ehl-i kitâb ve tek Allah inancında oldukları halde, "müşrikler,
mü'minlerden daha doğru yolda" (179) dediler. Sabahleyin Müslüman
olmuş görünüp, akşam dönerek(180), Müslümanlarla alay ettiler. Hz. Peygamber
(s.a.s.) ve Müslümanlar aleyhine şiirler yazdılar. Oysa, ellerinde bulunan
Tevrat'taki bilgilerden Hz. Muhammed (s.a.s.)'in hak peygamber olduğunu
da biliyorlar(181), buna rağmen düşmanlık ediyorlardı.
Müslümanlarla Medine'deki Yahûdî kabîleleri arasında yapılan vatandaşlık
anlaşmasını ilk bozan Kaynukaoğulları oldu. (182)
Müslümanlardan bir kadın, Kaynuka yahûdilerinden bir kuyumcunun dükkanında
alış- veriş ederken, bir Yahûdî, kadın duymadan örtüsünün eteğini arkasına
bağlamış, kadın kalkıp gitmek isteyince her tarafı açılıvermişti. Kadının
feryâdı üzerine yetişen bir Müslüman bu Yahûdîyi öldürmüş, orada bulunan
Yahûdîler de bu Müslümanı öldürmüşlerdi. Bu olay yüzünden Kaynukaoğulları
ile Müslümanların arası açıldı.(183) Rasûlullah (s.a.s.) Beni Kaynuka'ya
muâhedeyi yenilemeyi teklif etti, onlar buna yanaşmadılar.
-"Sen bizi, savaş bilmeyen Mekkeliler mi sanıyorsun? Biz savaşa hazırız...."
dediler.(184) Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Lübâbe'yi Medine'de vekil bırakarak
Şevval ayı ortalarında ordusu ile Benî Kaynuka'yı muhasara etti. Kuşatma
15 gün sürdü. Kaynukaoğulları diğer Yahûdî kabîleleri ve münâfıklardan
bekledikleri yardımı göremeyince, teslim olmağa mecbûr oldular. Muâhedeyi
bozdukları, vatana ihânet ettikleri için öldürülmeleri gerekiyordu. Kaynukaoğulları
daha önce Hazrec kabîlesinin himâyesindeydi. Hazrec kabîlesi eşrâfından,
münâfıkların başı Ubeyy oğlu Abdullah, bunu bahâne ederek bunların öldürülmemeleri
için ısrar ettiğinden, Rasûlullah (s.a.s.) Medine'den çıkarılmalarını
emretti. Böylece, 700 kişiden ibâret Kaynuka Yahûdîleri, Medine'den Şam
tarafına sürüldüler.(185) Ele geçen ganimet mallarının beşte biri Beytü'l-mâle
(Devlet hazinesine) ayrıldı.(186) Geri kalanı gazilere paylaştırıldı.
Toprakları da, topraksız Müslümanlara verildi. Böylece Müslümanlar, Yahûdîlerin
en cesûru sayılan Kaynukaoğullarının kötülüklerinden kurtulmuş oldular.
7-SEVİK GAZASI (Zilhicce 2 H./Mayıs
624 M.2)
Bedir Savaşında Mekkelilerin ileri gelenleri ölmüş, Kureyşin başına Ebû
Süfyan geçmişti. Ebû Süfyan, Müslümanlarla savaşıp, Bedir yenilgisinin
öcünü almadıkça kadınlarına yaklaşmayacağına, yıkanmayacağına ve koku
sürmeyeceğine yemin etmişti. 200 atlı ile Mekke'den çıkarak Medine'ye
bir saatlik mesâfede Urayz Köyü'ne gelmiş, çift sürmekte olan ensârdan
Sa'd b. Âmir ile hizmetçisini şehit edip bir kaç ev ve hurma ağacını ateşe
verdikten sonra, "yeminim yerine geldi", diyerek dönüp kaçmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.s.) bu durumu duyunca 80 süvâri, 120 yaya ile hemen
tâkibe çıkmış ise de Ebû süfyân sür'atle kaçtığı için yetişememiştir.
Mekkelilerin erzak olarak getirip, kaçarken ağırlık olmasın diye bıraktıkları
çuvallar dolusu, kavrulmuş un (sevik) Müslümanların eline geçtiğinden
bu gazveye Sevik (kavrulmuş un, kavut) Gazası denilmiştir.(187)
8- HİCRETİN İKİNCİ YILINDA DİĞER OLAYLAR
Medine Devri'nin 2'nci yılında, Bedir Savaşı'ndan önce Şaban ayında Ramazan
orucu farz kılındı. Zekât da hicretin 2'inci yılında farz kılınmıştır.
Bazı İslâm bilginleri, zekâtın Mekke devride farz kılındığı, Medine Devrinde
ise, zekâtın verileceği yerlerin belirlendiği görüşündedir.(188) Gene
bu yılda Ramazan ve Kurban bayramları namazları ile fıtır sadakası ve
kurban kesmek meşrû kılınmıştır.(189)
Rasûlullah (s.a.s.)'in kızı Hz. Osman'ın zevcesi Rukiyye Bedir zaferi
esnâsında Medine'de vefât etmiştir. Eşinin hastalığı sebebiyle Hz. Osman
Bedir Savaşı'na katılamamıştır.
Rasûlullah (s.a.s.)'e ilk vahyin geldiği yıl doğmuş olan en küçük kızı
Hz. Fâtıma ile Hz.Ali bu yılda evlenmişlerdir. Evleninceye kadar Hz. Ali
Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında kalmış ve O'nun elinde yetişmişti. Evliliğinden
sonra ayrı bir eve çıktılar. Rasûlullah (s.a.s.)'in en sevgili kızı Fâtıma'ya
çeyiz olarak verdiği eşya, bir yatak, bir şilte, (minder), bir su tulumu,
bir el değirmeni, iki su ibriği ve bir su kabından ibârettir.
Bedir esirleri arasında Hz. Paygamber (s.a.s.)'in damadı, Zeyneb'in eşi
Ebu'l-As da bulunuyordu. Zeyneb, eşinin fidyesi (kurtuluş bedeli) için
kendisine annesi Hz. Hatice'nin düğün hediyesi olarak verdiği gerdanlığı
da göndermişti. Bu durumdan çok hislenen Rasûlullah (s.a.s.) ve ashâbı,
Ebu'l-Âs'ı fidye almadan serbest bırakmışlar, Zeyneb'in gerdanlığını da
geri göndermişlerdir. Ancak Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Ebu'l-Âs'dan müşrik
olduğu için Zeyneb'in kendisine helâl olmadığını, bu yüzden hemen Medine'ye
göndermesini istedi. Ebu'l-Âs sözünü yerine getirdi. Böylece Rasûlullah
(s.a.s.)'in en büyük kızı Zeyneb de bu yıl içinde Medine'ye hicret etmiştir.(190)
--------------------------------------------------------------------------------
(158) "Rabbının yoluna hikmet
ve güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış..." (en-Nahl
Sûresi, 125)
(159) İbn Hişâm, 2/241
(160) Zâdü'l-Meâd, 2/147
(161) Bkz. el-Buhârî, 1/15; Tecrid Tercemesi, 1/41 (Hadis No: 38); İbnü'l-Esîr,
a.g.e., 3/252; Târih-i Din-i İslâm 3/65; Tahir Olgun, İbâdet Tarihi, s.
80, İst., 1946; M. Zihni Efendi, Kitabü's-Salât, s.75, İst.,1326
(162) İbn Hişâm, 2/252; İbü'l-Esîr, a.g.e.,2/113
(163) İbn Hişâm, 2/254; Yahûdîlerin ve Kureyşin "Muhammed harâm aylara
saygı göstermedi" yaygaraları üzrine inen âyet-i kerime'de şöyle
buyrulmuştur.
"Sana harâm ayı ve o ayda yapılan savaşı sorarlar. De ki: O ayda
savaşmak, büyük günah ise de, insanları Allah yolundan alıkoymak, O'nu
inkâr etmek, Mescid'i Harâm'ın ziyâretlerine engel olmak, halkını oradan
çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır.." (el-Bakara Sûresi,
217)
(164) Bkz. el-Enfâl Sûresi, 5-6
(165) Mâide Sûresi, 24
(166) Bkz. El-Buhârî, 5/4; Tecrid Tercemesi, 10-146 (Hadis No: 1562);
İbn Hişâm 2/266; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/120
(167) İbn Hişâm, 2/267; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/120; Müslim, 3/1403, (Hadis
No: 1779) Kahire 1375/1955
(168) Enfâl Sûresi, 7
(169) İbn Hişâm, 2/267; Zâdü'l-Meâd, 2/217; Tecrid Tercemesi, 10/148-149
(170/1) Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında sizin için ibret
vardır. Bunlardan biri Allah yolunda savaşan topluluk, diğeri ise onları
(müslümanları) kendilerinin iki katı gören kâfir topluluk. Allah dilediğini
yardımıyla destekler. Bunda gerçeği görebilenler için ibret vardır. (Âl-i
İmrân Sûresi,13)
(170/2) Bkz. Târih-i Din-i İslâm, 3/100-101
(171) Bkz. el-Buhârî, 3/230; Müslim, 3/1384, (Hadis No: 1763) İbn Hişâm,
2/ 279; İbn'ül-Esîr, a.g.e., 2/125; Tecrid Tercemesi, 8/385 (Hadis No:1228)
(172) "Rabbın meleklere 'Ben sizinleyim, mü'minleri destekleyin'
diye vahyetti ve 'ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım, artık onların
boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın' dedi" (el-Enfâl Sûresi,
12) " (Bedir'de) Rabbınızın yardımına sığınıyordunuz. O, 'Ben size
birbiri peşinden bin melekle yardım edeceğim' diye cevap vermişti."
(el-Enfâl Sûresi,9)
(173) İbn Hişâm, 2/277; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/125
(174) Siz Bedir'de düşkün bir durumda iken, Allah size yardım etmişti.
(Âl-i İmrân Sûresi, 123)
(175/1) Bkz. Tecrid Tercemesi, 8/ 507-509 (Hadis No:1298)
(175/2) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/136
(176) el-Bûharî; 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161-164 (Hadis No: 177) ve
2/ 377-378 (Hadis No: 314)
(177) Bkz. el-Buhârî 5/8; Tecrid Tercemesi, 4/734, (Hadis No: 673) ve
10/160 (Hadis No: 1567); İbn Hişâm, 2/292; İbnü'l-Esîr, 2/129
(178) İbnü'l-Esîr, 2/136 "Yeryüzünde düşmanı yere sermeden esir almak,
hiç bir peygambere yaraşmaz. Siz dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah,
âhireti kazanmanızı ister. Allah azizdir, hakîmdir. Eğer Allah'ın geçmiş
bir yazısı olmasaydı, aldığınız fidyelerden dolayı size büyük bir azab
dokunurdu" (el-Enfâl Sûresi, 67-68)
(179) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 51
(180) Bkz. Âl–i İmrân Sûresi, 72
(181) Bkz. el–Bakara Sûresi, 146
(182) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/137
(183) İbn Hîşâm, 3/51; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/138
(184) İbn Hîşâm, 3/50; İbnü'l-Esîr a.g.e., 2/137
(185) Zâdü'l-Meâd, 2/230
(186) Bkz. el-Enfâl Sûresi, 41; İbnü'l-Esîr a.g.e., 2/138
(187) İbn Hişâm, 3/47-48; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/139-140; Zâdü'l-Meâd,
2/229
(188) Bkz. Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, 7/5438, İst.,1938
(189) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/115 ve 2/138
(190) İbn Hişâm, 2/306-308
--------------------------------------------------------------------------------
III-HİCRETİN ÜÇÜNÇÜ YILI (624-625 M.)
1- UHUD SAVAŞI (11 Şevval 3 H./27 Mart 625 M.)
"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inan-mışsanız üstün gelecek sizsiniz.
(Âl-i İmrân Sûresi, 139)
a) Savaşın Sebebi
Bedir Savaşında Mekke müşriklerinden 70 kişi ölmüştü. Bunlar arasında
Ebû Cehil, Ukbe, Utbe, Şeybe, Ümeyye, Âs b. Hişâm gibi Kureyş'in önde
gelen simâları vardı. Bu yüzden Mekkeliler Bedir yenilgisini unutamıyorlar,
intikam ateşiyle yanıyorlardı.
Bedir'de,babalarını, kardeşlerini, oğullarını ve diğer yakınlarını kaybedenler.
Mekke reisi Ebû Süfyân'a başvurdular. Dârun'-Nedve'de toplanarak, Şam
kervanının kazancı ile bir ordu toplayıp Medine'yi basmağa ve Müslümanlardan
öç almağa karar verdiler.(191)
Mekke dışındaki müşrik Arap kabîlelerine, şâirler, hatipler gönderdiler.
Bunlar, Bedir'de öldürülenler için, şiirler, mersiyeler söyleyerek halkı
heyecâna getirdiler. 50 bin altın olan kervan kazancının yarısı ile Mekke
dışındaki müşrik kabilelerden 2000 asker topladılar. Mekke'den katılanlarla,
700'ü zırhlı, 200'ü atlı omak üzere, Ebû Süfyan'ın komutasında 3000 kişilik
mükemmel bir ordu ile Medine üzerine yürüdüler. Orduda ayrıca 300 deve,
şarab tulumları, şarkıcı ve rakkase kadınlar vardı. Bunlardan Başka, başta
Ebû Süfyân'ın karısı Hind olmak üzere Kureyş ileri gelenlerinden 14 tane
evli kadın da kocaları ile birlikte bulunuyorlardı.
b) Abbâs'ın Mektubu
Rasûlullah (s.a.s.)'in Mekke'deki amcası Abbâs, Bedir'de esir düştükten
sonra Müslüman olmuş, fakat Müslümanlığını gizlemişti. Bedir'de çok zarar
gördüğünü bahâne ederek, bu orduya katılmadı. Özel haberciyle bir mektup
göndererek, durumdan Rasûlullah (s.a.s.)'i haberdar etti. Gönderilen keşif
kolları da, Kureyş ordusunun Medine'ye yaklaştığını haber verdiler.
Vahiy gelmeyen konularda, karâr vermeden önce Rasûlullah (s.a.s.) ashâbla
istişâre ederdi. Muhâcirleri ve ensârı toplayarak:
-Düşmanı Medine dışında mı karşılayalım, yoksa şehir içinde savunma tedbirleri
mi alalım? diye istişârede bulundu.
Peygamber Efendimiz, bir gece önce rüyâsında, kılıcında bir gedik açıldığını,yanında
bir sığırın boğazlandığını ve mübârek elini zırhı içinde muhâfaza ettiğini
görmüştü. Kılıcında açılan gediği, ehl-i beytinden birinin şehid olması;
sığırın boğazlanmasını, ashâbından bazılarının şehit düşmeleri; zırhı
da Medine ile tâbir etmiş, bu yüzden Medine dışına çıkılmayarak, şehirde
savunma yapılmasını uygun görmüştü.(192) Hz. Ebû Bekir, Sa'd b. Muâz gibi
ashâbın büyükleriyle münâfıkların başı Übeyy oğlu Abdullah da bu görüşteydiler.
Fakat ashâbın çoğunluğu, bilhassa Bedir savaşı'nda bulunamamış olan genç
Müslümanlarla Hz. Hamza:
- Biz böyle bir günü beklemekteydik, düşmanla Medine dışında savaşalım,
diye isrâr ettiler.(193) Rasûlullah (s.a.s.) çoğunluğun arzusuna uyarak,
birbiri üzerine iki zırh giyip, miğferini başına geçirerek hâne-i saâdetinden
çıktı. Medine dışında savaşılmasını isteyenler, Peygamber Efendimizin
arzusuna aykırı davranmakla hata ettiklerini anlayarak fikirlerinden caydılar.
Fakat Rasûlullah (s.a.s.):
c) Peygamber Zırhını Giydikten Sonra
-"Bir peygamber zırhını giydikten sonra, savaşmadan onu çıkarmaz."(194)
Eğer sabreder, görevinizi tam yaparsanız, Allah'ın yardımıyla zafer bizimdir,
dedi.
Kureyş ordusu, Medine'nin 5 km. kadar kuzeyindeki Uhud dağı eteklerinde
karargâhını kurmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) Abdullah b. Ümmi Mektûm'u Medine'de
vekil bırakarak, 1000 kişilik kuvvetle, cuma namazından sonra Medine'den
çıktı. O gün Uhud'a kadar ilerlemeyip geceyi "Şeyheyn" denilen
yerde geçirdi. Sabahleyin şafakla beraber Uhud'a vardı, savaş için en
elverişli yeri seçti.
Yolda Übeyy oğlu Abdullah, "Muhammed (s.a.s.) bizim gibi yaşlı ve
tecrübelileri dinlemedi, çocukların sözüne uydu. Ben meydan savaşını uygun
görmemiştim..." bahânesiyle, kendisine bağlı 300 münâfıkla, ordudan
ayrıldı. Böylece Müslümanların sayısı 700'e düştü.
d) Rasûlullah (s.a.s.)'in Savaş Düzeni
Peygamber Efendimiz, ordusunun arkasını Uhud Dağı'na vererek Medine'ye
karşı saf yaptı. Solundaki Ayneyn tepesi'ne "Cübeyr oğlu Abdullah"
komutasında 50 okçu yerleştirdi.
-Galip de gelsek mağlup da olsak, benden emir gelmedikçe yerinizden ayılmayacaksınız,
Şu vâdiden, düşman atlıları arkamıza dolaşıp bizi kuşatabilirler. Oklarınızla
onları buradan geçirmeyin, çünkü at, oku yeyince ilerleyemez, dedi.(195)
Müslümanların karşısında savaş durumu alan müşrik ordusu, sayıca Müslümanların
4 katından daha fazlaydı. Üstelik bunlardan 700'ü zırhlı, 200'ü atlıydı.
Müslümanların ise 100 zırhı ve sadece 2 atları vardı. Sağ koluna Ukâşe,
sol koluna ise Ebû Mesleme memûr edilmişti. Rasûlullah (s.a.s.) ise ortada
bulunuyordu.
Ebû Süfyân komutasındaki 3000 kişilik müşrik ordusunun sağ kanadına Velid
oğlu Hâlid, sol kanadına Ebû Cehil'in oğlu İkrime, süvârilere Ümeyye oğlu
Safvân, okçulara ise Rabîa oğlu Abdullah komuta ediyordu.
Kureyşli kadınlar, Bedir'de ölenler için mersiyeler okuyorlar, defler
çalıp şarkılar söyleyerek askerler arasında dolaşıyorlar, onları savaşa
teşvik ediyorlardı.
Savaş, o devrin âdeti üzerine mübâreze ile (meydanda teke tek çarpışma
ile) başladı. Kureyş'in bayrağını taşıyan Abdüddâr oğullarından ortaya
çıkan 9 kişi birer birer Müslümanlar tarafından öldürüldü.
Rasûlullah (s.a.s.) elindeki kılıcı göstererek:
-Hakkını ödemek şartıyla bu kılıcı kim ister? diye sordu. Ensârdan Ebû
Dücâne:
-Bunun hakkı nedir, Ya Rasûlallah? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):
-Eğilip bükülünceye kadar düşmanla savaşmak, diye cevap verdi.
Ebû Dücâne bu şartla aldığı kılıçla düşman üzerine saldırdı, müşrik safları
arasına girdi.(196) Hamza, Ali, sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Dücâne gibi kahramanların
hücûmlarıyla savaşın ilk anında 20'den fazla ölü veren Kureyş, bozguna
uğramış, sağ ve sol kanat geri çekilmiş, def çalarak Kureyşlileri savaşa
teşvik eden kadınlar, feryadlar kopararak yüksek tepelere kaçmışlardı.
İman kuvveti karşısında sayı ve malzeme üstünlüğü işe yaramamış, müşrikler
kaçmağa başlamışlardı.
e) Okçular Yerlerini terkedince
Böylece ilk safhada müslümanlar savaşı kazandılar. Fakat kaçan düşmanı
sonuna kadar tâkib etmeden, savaş alanına dağılarak, ganimet (düşmandan
kalan malları) toplamağa koyuldular. Ellerine geçen fırsatı yeterince
değerlendiremediler. Ayneyn tepesinden durumu seyreden okçular da birbirlerine:
-Burada ne bekliyoruz, savaş bitti, zafer kazanıldı, biz de gidip ganimet
toplayalım, dediler.(197) Abdullah b. Cübeyr:
-Arkadaşlar, Rasûlullah (s.a.s.)'in emrini unuttunuz mu? O'ndan emir almadıkca
yerimizden ayrılmayacağız... diye ısrâr ettiyse de dinlemediler.(198)
Abdullah'ın yanında sadece 8 okçu kaldı.
Düşmanın sağ kanat komutanı Hâlid b. Velîd, Rasûlullah (s.a.s.)'in okçularla
koruduğu Ayneyn vâdîsinden geçerken Müslümanları arkadan kuşatmayı denemiş,
okçular bu geçidi bekledikleri için başaramamıştı. Okçuların buradan ayrıldığını
görünce, emrindeki süvârilerle hücûma geçti. Cübeyr oğlu Abdullah ile
8 sâdık arkadaşını şehit edip, ganimet toplamakla meşgul Müslüman ordusunu
arkadan çevirdi. Müşrikler, geri dönüp yeniden hücûma geçtiler. Tepelere
çekilen kadınlar da def çalarak aşağıya indiler. Müslümanlar, önden ve
arkadan iki hücûmun arasında şaşırıp kaldılar. Savaşı kazanmışken kaybetmeğe
başladılar. Birbirlerinden ayrılmış ve dağılmış bir durumda oldukları
için, canlarını kurtarma sevdâsına düştüler. (199)
f) Hz. Hamza'nın Şehid Düşmesi
Bedir Savaşı'nda babası Utbe, kardeşi Velîd ve amcası Şeybe'yi kaybetmiş
olan Ebû Süfyân'ın karısı Hind, babasını öldüren Hamza'dan öç almak istiyordu.
Hamza'nın karşısında kimse duramadığı için, Cübeyr b. Mut'im'in kölesi
ve iyi bir nişancı (atıcı) olan Habeşli Vahşî'ye Hamza'yı öldürdüğü takdirde,
büyük menfaatler vâdetmiş, efendisi Cübeyr de âzâd etmeğe söz vermişti.
Vahşî, Hamza'nın karşısına çıkmaya cesâret edemedi. Bir taşın arkasına
gizlenip, Hamza'nın önünden geçmesini bekledi.Hamza ise savaş alanında
durmadan sağa sola koşuyor, elinde kılıç önüne gelen müşrikleri tepeliyordu.
O gün tam 8 müşrik öldürmüştü. Bunlardan Abdu'l-Uzza oğlu-Sibah'ı öldürdüğü
sırada, Vahşî'nin tam önünde bulunuyordu. Vahşî fırsatı kaçırmadı. Habeşlilerin
çok iyi kullandığı harbesini (kısa mızrağını) gizlendiği yerden fırlattı;
kahraman Hamza'yı kasığından vurarak şehit etti.(200) Hamza'nın ölümünü
duyan Hind, koşarak geldi. Karnını yarıp, ciğerini çıkararak dişledi,
fakat yutamadı. Vahşi'yi mükâfatlandırdı ve kölelikten kurtardı.
Savaşın en şiddetli anında Hz. Hamza'nın şehit düşmesi, Müslümanlar için
büyük kayıp oldu. Esâsen, ansızın önden ve arkadan uğradıkları hücûm sebebiyle
ne yapacaklarını şaşırmışlar, bir çok şehid vererek, şuraya buraya dağılmışlardı.
Bir ara, Rasûlullah (s.a.s.)'in etrafında sâdece, ikisi muhâcirlerden,
yedisi ensârdan olmak üzere 9 kişi kalmış, bunlar da birer birer şehid
düşmüşlerdi.(201)
g) Rasûlullah (s.a.s.)'in Öldüğü Şâyiası
İbni Kamie el-Leysi adlı bir müşrik, Hz.Peygamber (s.a.s.)'e benzeterek,
İslâm ordusunun sancaktarı Mus'ab b. Umeyr'i şehit etmiş ve Muhammed (s.a.s.)'i
öldürdüm, diye ilân etmişti.(202) Bu şâyia üzerine İslâm ordusunda panik
başladı. Rasûlullah (s.a.s.):
-Ey Allah'ın kulları, bana geliniz,etrafımda toplanınız, diye sesleniyor,
fakat kimse O'nu duymuyordu.
Müslümanlar birbirinden habersiz üç fırka olmuşlardı.
l) Rasûlullah şehid olduysa, Allah bâkidir. O'nun yolunda biz de şehit
oluruz, diyerek savaşa devâm edenler. Enes b. Nadr (Enes b. Mâlik'in amcası)
bunlardandı.Yetmişten fazla yara aldıktan sonra şehid düşmüştür.
2) Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfını çevirip, vücûdlarıyla O'na siper olan,
O'nu düşman saldırısına karşı koruyanlar. Bunlar "14" kişi kadardı.
Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Sa'd
b. Ebî Vakkas, Ebû Dücâne bunlardandır.
3) Rasûlullah şehid olduktan sonra, burada durmanın manası yok, diyerek,
savaş alanından ayrılanlar.(203) Bunlardan bir kısmı dağlara çekilmişler,
bazıları ise Medine'ye dönmüşlerdi.
Müslümanların bu dağınık durumlarından yararlanan müşrikler, Rasûlullah
(s.a.s.)'in yanına kadar sokuldular. Atılan bir taşla Peygamber Efendimizin
dudağı yarıldı, dişi kırıldı ve İbni Kamie'nin kılıç darbesiyle yere yıkıldı.
Zırhından kopan iki halka yanağına battığından yüzünden de yaralandı.(204)
Ashâb-ı kirâm, savaş alanında Rasûlullah (s.a.s.)'i bir türlü bulamıyordu.
Halbuki, Rasûlullah(s.a.s.) bulunduğu yerden hiç ayrılmamıştı. Nihâyet
Hz. Peygamber Efendimizi Ka'b b. Mâlik gördü ve:
-Ey mü'minler, Rasûlullah (s.a.s.) burada, diye haykırdı. Ka'b'ın sesini
duyan Müslümanlar, hemen Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfında toplanarak,
müşriklerin saldırılarını durdurdular.(205)
h) Ebû Süfyân'la Hz.Ömer Arasında
Geçen Muhâvere
Müşriklerin saldırıları yavaşlayınca, Peygamber Efendimiz etrâfında toplanmış
olan Müslümanlarla Uhud Dağı tepelerinden birine çekildi. Müslümanların
bir tepede toplandığını gören Ebû Süfyân da, onların karşısında başka
bir tepeyi işgal etti. Ebû Süfyân, Peygamberimizin sağ olup olmadığını
kesinlike öğrenemediğinden merak içindeydi. Bu sebeple yüksek sesle üç
defa:
-İçinizde Muhammed (s.a.s.) var mı? Ebû Bekir varmı? Ömer var mı? diye
seslendi. Rasûlullah (s.a.s.) cevap verilmemesini emretmişti. Kimseden
ses çıkmayınca, müşriklere dönerek:
-"Görüyorsunuz, hepsi de ölmüş. Artık iş bitmiştir, diye söylendi.
Hz. Ömer dayanamadı.
-"Yalan söylüyorsun ey Allah düşmanı, sorduklarının hepsi sağ, hepside
burada, diye cevap verdi. Ebû Süfyân:
-Savaşta üstünlük nöbetledir, bugün biz Bedir'in öcünü aldık, üstünlük
bizde... diye gururlandı. Ömer:
-Bizden ölenler Cennet'de, sizinkiler ise Cehennem'de diye cevâp verdi.
-Ya Ömer, Allah aşkına gerçeği söyle. Biz Muhammed (s.a.s.) 'i öldürdük
mü?
-Rasûlullah (s.a.s.) sağ ve senin bu sözlerini de işitiyor.
-Ya Ömer, ben senin sözlerine İbni Kamie'nin sözünden daha çok inanırım.
Ölülerinize yapılan fenâlıkları ben emretmedim(206), fakat çirkin de görmedim.
Gelecek yıl Bedir'de buluşalım, dedi. Hz. Ömer de:
-"İnşallah, diye cevap verdi.(207) Hz. Ömer'le Ebû Süfyân arasında
yapılan bu konuşmadan sonra, müşrikler Uhud'dan ayrıldılar. Onlar, Hz.
Muhammed (s.a.s.)'i öldürmek, Medine'yi basıp müslümanları imhâ etmek,
müslümanlığı ortadan kaldırmak için Mekke'den gelmişlerdi. Fakat Allah
kalblerine korku saldı. Üstünlük kendilerinde olduğu ve Rasûlullah (s.a.s.)'in
de sağ bulunduğunu öğrendikleri halde, savaşa devam etmeğe cesâret edemediler.
Tek bir esir bile alamadan, geri döndüler.
l) Uhud Savaşı'ndan Üç Safha
Uhud Savaşı'nda üç safha yaşandı:
İlk safhada Müslümanlar üstün geldiler, 20'den çok düşman öldürerek, müşrikleri
bozguna uğrattılar.
İkinci safhada, kaçan müşrikleri kovalamayı bırakıp, kesin sonuç almadan
ganimet toplamaya koyulmaları ve Rasûlullah (s.a.s.)'in yerlerinden ayrılmamalarını
emrettiği okçu birliğinin görevlerini terketmeleri yüzünden, Müslümanlar
70 şehit vererek mağlup duruma düştüler.
Üçüncü safhada ise, dağılmış olan Müslümanlar, Rasûlullah (s.a.s.)'in
etrâfında toplanıp, karşı hücûma geçerek, düşman hücûmunu durdurdular.
Müşriklerin Uhud'dan ayrılmasından sonra Rasûlullah (s.a.s.) şehitleri
yıkanmadan, kanlı elbiseleriyle, ikişer üçer defnettirdi.(208) Cenâze
namazlarını ise, bu târihten 8 sene sonra kıldı.(209)
2- HAMRÂÜ'L-ESED GAZVESİ
Müşrikler, elde ettikleri üstünlükten yararlanıp Müslümanları imhâ etmeden
savaş alanından ayrıldıklarına pişmân oldular. Aralarında, geri dönüp
Medine'yi basmayı konuştular. Rasûlullah (s.a.s.) bu durumdan haberdar
olunca, Medineye dönüşünden bir gün sonra, Uhud Savaşı'na katılmış olan
ashâbını toplayarak Medine'den 16 km. kadar uzakta "Hamrâ'ü'l-Esed"
denilen yere kadar müşrikleri takibetti. Gece olunca, burada 500 kadar
ateş yaktırdı. Müşrikler, takib edildiklerini öğrenince, korktular; Medine'yi
basma düşüncesinden vazgeçerek, süratle Mekke'ye döndüler.(210/1)
3- HİCRETİN ÜÇÜNCÜ YILINDA DİĞER OLAYLAR
a) Rasûlullah (s.a.s.)'in Hz. Hafsa ve Huzeyme Kızı Zeyneb'le Evlenmesi.
Hz. Ömer'in kızı Hafsa'nın ilk eşi Huneys b. Huzâfe, Kureyş ileri gelenlerinden
ve Habeşistan'a hicret eden ilk Müslümanlardandı. Sonra Medine'ye hicret
etmiş, Bedir ve Uhud Savaşlarına katılmıştı. Uhud Savaşında aldığı bir
yaradan, Medine'de vefât etti.
Hz. Ömer, Rasûlullah (s.a.s.) ile kızı Hafsa'nın evlenmesini şöyle anlatmıştır:
-Hafsa dul kalınca, Osman'a onunla evlenmesini teklif ettim. Hele bir
düşüneyim, diye cevap verdi. Sonra kaşılaştığımızda, şu sırada evlenmeyi
uygun görmüyorum, dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir'e istersen Hafsa'yı sana
vereyim, dedim. Ebû Bekir sustu. Müsbet veya menfi cevap vermedi. Ebû
Bekir'in susmasına Osman'ın teklifimi geri çevirmesinden daha çok üzüldüm.
Keyfiyeti Rasûlullah (s.a.s.)'e arzedince:
-Üzülme yâ Ömer, Hafsa'yı Osman'dan hayırlısı alacak; Osman da Hafsa'dan
daha iyisi ile evlenecek(210/2), buyurarak, Hafsa'nın izdivâcına tâlip
oldu; Osman'ı da kızı Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Sonra Ebû Bekir bana
rastladığında:
-Sanıyorum, Hafsa'yı bana teklif ettiğinde cevap vermediğime gücenmiştin.
Ben Hafsa'yı Rasûlullah(s.a.s.)'in alacağını biliyordum. (Bana bunu söylemişti.)
Rasûlullah (s.a.s.)'in sırrını ifşâ etmeyi uygun bulmadağım için sana
cevap vermedim. Eğer böyle olmasaydı, teklifini kabûl ederdim, dedi.(211)
Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Hafsa ile evlenerek, hem en yakın arkadaşlarından
Hz.Ömer'in üzüntüsünü giderdi, hem de Hz. Ebû Bekir gibi Hz. Ömer'i de
akrabalık bağı ile kendisine bağlamış oldu. (Şaban 3 H / Ocak 625 M)
Hilâloğullarından Huzeyme kızı Zeyneb, ilk kocasından ayrılmış; Rasûlullah
(s.a.s.)'in halasının oğlu olan ikinci kocası Cahşoğlu Abdullah ise, Uhud
Savaşı'nda şehid düşmüştü. Zeyneb genç ve güzel değildi, orta yaşlı ve
merhametli bir hanımdı. Fakirleri, yoksulları, kimsesizleri gözettiği
için, kendisine "Ümmü'l-mesâkin" ünvânı verilmişti.
Eşinin şehit düşmesiyle himayeye muhtaç kalan bu şefkatli hanımı Rasûlullah
(s.a.s.) nikâhladı. Fakat Zeyneb çok yaşamadı, evlenmesinden üç ay kadar
sonra vefât etti.
Rasûlullah (s.a.s.)'in torunu Hz. Hasan da bu yıl Ramazan ortalarında
doğmuştur.(212)
b) Rasûlullah (s.a.s.)'in kızı Ümmü Gülsüm'ün Hz. Osmanla Evlenmesi
Hz. Osman, Rasûlullah (s.a.s.)'in ikinci kızı Rukiyye ile evliydi. Rukiyye,
Bedir Savaşı esnâsında vefât etmişti. Bir yıl sonra, Rasûlullah (s.a.s.)
Hz. Osman'ı üçüncü kızı Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Rasûlullah (s.a.s.)'in
iki kızı ile evlenmiş olduğu için Hz. Osman'a "Zi'n-nûreyn"
(iki nûr sâhibi) denilmiştir.
--------------------------------------------------------------------------------
(191) İbnü'l-Esîr, 2/148-149
(192) İbn Hişâm, 3/66-67; İbnü'l-Esîr, 2/150; Zâdü'l-Meâd, 2/232
(193) İbn Hişâm, 3/67
(194) Zâdü'l-Meâd, 2/231; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/150
(195) Bkz. el.Buhârî, 4/26 ve 5/29; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No:
1269); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/152
(196) Riyâzü's-Salihin Tercemesi, 1/128, (Hadis No: 91); İbnü'l-Esîr,
2/152
(197) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 152
(198) el-Buhârî, 4/26-27 ve 5/29-30; Tecrid Tercemesi, 8/457-460 (Hadis
No: 1269)
(199) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154
(200) el-Buhârî, 5/36,37; Tecrid Tercemesi, 10/216-221 (Hadis No: 1585);
İbn Hişâm, 3/75
(201) Müslim, 3/1415, (Hadis No: 1789)
(202) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/155; İbn Hişâm, 3/77
(203) "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler
gelip geçti. Şâyet o ölseydi veya öldürülseydi, siz topuklarınız üzerinde
gerisin geriye mi dönecektiniz?..." (Âl-i İmran Sûresi, 144)
(204) el-Buhârî, 5/35; Müslim, 3/ 1416 (Hadis No: 1790); İbn Hişâm, 3/84;
İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154; Zâdü'l-Meâd, 2/234
(205) İbnü'l-Esîr, 2/157; İbn Hîşâm, 3/88; Zâdü'l-Meâd, 2/235
(206) Kureyşli kadınlar savaş alanının tenhalığından yararlanarak, Bedir'de
öldürülen yakınlarının öçlerini almak için şehitlerin kulak ve burunlarını
kesmişler, karınlarını yararak ciğerlerini çıkarmışlardı.
(207) Bkz. el-Buhârî, 4/26 ve 5/30; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No:
1269) Zâdü'l-Meâd, 2/236-238
(208) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/162; Zâdü'l-Meâd, 2/246
(209) el-Buhârî, 2/94; Tecrid Tercemesi, 4/655 (Hadis No: 661)
(210/1) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/164
(210/2) İbn Sa'd, Tabakat, 8/82-83; İbn Hacer, el-İsâbe, 8/51, Kahire,
1972; İbn Abdi'l-Berr el-İstîab, 4/1811, Kahire, 1960
(211) el-Buhârî, 6/130; Tecrid Tercemesi, 10/166 (Hadis No: 1571) ve 11/338-
339 (1803 No. lu hadisin izâhı); Riyâzü's-sâlihin, 2/98 (Hadis No: 689)
(212) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/166
--------------------------------------------------------------------------------
IV-HiCRETİN DÖRDÜNCÜ YILI
(625-626 M.)
1- RACİ' OLAYI (Safer 4 H./ Temmuz 625 m.)
Uhud savaşı'ndan sonra müşriklerin cesâretleri arttığı için Medine'de
Müslümanların güvenliği geniş ölçüde sarsıldı. Rasûlullah (s.a.s.) bir
taraftan gerekli savunma tedbirleri alıyor, bir taraftan da İslâm'ı yaymak
için her fırsattan yararlanmağa çalışıyordu. Müslümanlığı kabûl edip,
dinin hükümlerini ve Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek isteyen kabîlelere mürşitler
gönderiyordu.
Adal ve Kare kabîlelerinden bir hey'et, Rasûlullah (s.a.s.)'e başvurarak,
kabîlelerine Müslümanlığı ve Kur'an-ı Kerim'i öğretecek mürşidler gönderilmesini
istediler. Rasûlullah (s.a.s.) bunlara Sâbit oğlu Âsım başkanlığında,
10 kişi gönderdi. Yolda, Usfan ile Mekke arasında Raci' suyu yakınlarında
Hüzeyl kabîlesi'nden 100 kişilik bir çetenin hücûmuna uğradılar. Mürşitlerden
8'i çarpışarak şehid oldu, 2'si teslim oldu. Zeyd b. Desine ve Hubeyb
b. Adiy adlarındaki bu iki zâtı Hüzeyl'liler Mekke'ye götürüp sattılar.(213)
Zeyd'i, Bedir Savaşı'nda öldürülen babası Ümeyye'nin öcünü almak için,
Ümeyye oğlu Safvan satın almış, öldürülmesini seyretmek üzere bütün Mekke
ileri gelenlerini dâvet etmişti. Ebû Süfyân Zeyd'e yaklaşarak:
-Doğru söyle, hayâtının kurtarılması için, senin yerine Muhammed (s.a.s.)'in
öldürülmesini istemez miydin? demişti.
Zeyd hiç tereddüt göstermeden:
-Asla, Rasûlullah (s.a.s.)'in hayâtı yanında, benim hayâtım hiçtir. Benim
kurtulmam için değil O'nun öldürülmesini, Medine'de ayağına bir diken
batmasını bile istemem, diye cevap verdi. Bu kuvvetli iman karşısında
Ebû Süfyân:
-Gerçek şu ki,hiç kimse, arkadaşları tarafından Muhammed (s.a.s.) kadar
sevilmemiştir, demekten kendini alamadı.
Hubeyb, Uhud Savaşı'nda Âmir oğlu Hâris'i öldürmüştü. Babasının intikamını
almak üzere onu da Haris'in kızı satın almıştı. Hubeyb öldürüldüğü esnâda
hiç metânetini kaybetmedi. İzin alarak, 2 rek'at namaz kıldı. Ölümden
korktu da uzattı, demeyesiniz diye kısa kestim, dedi.(214) O zamandan
beri idâm edilen müslümanların, infâzdan önce namaz kılmaları âdet olmuştur.(215)
Dininden dönersen, serbest bırakacağız, dedikleri zaman:
-Benim için, Müslüman olarak öldürülmek, dinimden dönmekten daha hayırlıdır,
diye cevap verdi. Müşrikler tarafından bir direğe asılarak şehid edildi.
Olay. Medine'de duyulunca, Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar son derece
üzüldüler. Medine'li Şâir Hassân, Zeyd ve Hubeyb için mersiyeler yazdı.
Rasûlullah (s.a.s.)'de:
-"Allah lâyık oldukları cezâyı versin" diyerek, cânileri Allah'a
havâle etti.
2- MEÛNE KUYUSU FÂCİASI (Safer 4 H./ Temmuz 625 M.)
Necid Şeyhi Ebû Berâ Mâlikoğlu Âmir, Medine'ye gelerek Rasûlullah (s.a.s.)'e:
-Eğer Necid Bölgesine bir irşât hey'eti gönderirseniz, büyük bir kısmının
Müslüman olacağını ümüd ediyorum, dedi. Rasûlullah (s.a.s.):
Necid Bölgesi halkına güvenemiyorum, diye cevap verdi. Ebû Berâ, mürşitlerin
hayatı için kabîlesi adına kesin teminât verdiğinden, Rasûlullah (s.a.s)
Ebû Berâ'nın kardeşinin oğlu Âmir b. Tufeyl'e bir mektup yazdırarak, Münzir
b. Amr'ın başkanlığında 70 kişilik bir hey'eti Necid Bölgesine gönderdi.
Bunların hepsi de Suffe ashâbındandı. Kafile Medine'den 4 konak uzaklıkta
Meûne Kuyusu (Bi'r-i Meûne) denilen yere varınca, içlerinden Harâm b.
Milhân ile Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu Âmir b. Tufey'le gönderdiler.
Âmir mektubu bile okumadan Harâm'ı şehid etti. Hey'etin tamamını öldürmek
üzere kabîlesini (Âmiroğulların'ı) teşvik ettiyse de onlar "Biz Ebû
Berâ'nın emân ve sözünü ayaklar altına alamayız", diyerek ona uymadılar.
Âmir b. Tufeyl Süleym Kabîlesi'ne mensûp Usayye, Rı'l, Zekvân ve Lihyânoğuları
ile Harâm b. Milhân'ın dönmesini beklemekte olan mürşitler üzerine hücum
etti. Hepsi şehid oldu. İçlerinden yalnızca Ka'b b. Zeyd yaralı olarak
kurtulmuştu. O da Hendek Savaşı'nda şehid oldu.
Rasûlullah (s.a.s.)'i, Cibrîl bu fâciadan haberdar etti. Seriyyedeki bütün
ashâbın Rablarına kavuştular, Allah onlardan râzı oldu... diye bildirdi.
Rasûlullah (s.a.s.) bu fâciadan son derece elem duydu. Tam 40 sabah Rı'l,
Zekvân, Usayye ve Lihyanoğulları için bedduâ etti.(216)
Amr b. Ümeyye ise, olay esnâsında develeri otlatmakla görevli olduğu için
esir düşmüş, sonra kurtulmuştu. Medine'ye dönerken, iki Necidliye rastladı.
Şehid edilen arkadaşlarının öcünü almak için bunları uyurken öldürdü.
Halbuki bunlar, müslümanların himâyesinde olan Âmir oğullarındandı. Bu
sebeple bunların âilelerine diyetleri (kan bedelleri) ödendi.
3- NADÎROĞULLARI GAZVESİ (Rabiulevvel
4 H./Ağustos 625 M.)
Benî Nadîr Yahûdîleri Medine'ye iki saatlik bir mesâfede oturuyorlardı.
Aralarındaki anlaşma gereğince, Müslümanların ödedikleri diyete, Yahudî
kabîlelerinin de katılması gerekiyordu. Âmir oğullarından, Amr b. Ümeyye'nin
yanlışlıkla öldürdüğü iki kişinin diyeti ödenecekti. Rasûlullah (s.a.s.)
yanına ashâbından 10 kişi alarak, diyetten paylarına düşeni istemek üzere
Nadîroğulları yurduna gitti. Yahudîler, Rasûlullah (s.a.s.)'in teklifini
kabul etmiş göründüler, fakat ayaklarına kadar gelişini fırsat sayarak,
Rasûlullah (s.a.s.)'e sû-i kast yapmayı planladılar.
Bir evin gölgesinde oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)'in üzerine,
evin saçağından bırakacakları büyük bir taşla O'nu öldürmek istediler.(217)
Cenâb-ı Hakk, peygamberini Yahûdîlerin hazırlığından haberdar etti. Rasûlullah
(s.a.s.) oradan ayrılıp Medine'ye döndü. Yahûdîlerin tuzağını ashâbına
bildirdi. Bu davranışlarıyla Nadîroğulları anlaşmayı bozmuşlardı. Rasûlullah
(s.a.s.), Muhammed b. Mesleme'yi bunlara göndererek 10 gün içinde Medine'yi
terk etmelerini, 10 günden sonra kim kalırsa boynunu vuracağını kendilerine
bildirdi. Yahûdîler yol hazırlığına başladılar. Fakat, münafıkların başı
Übeyyoğlu Abdullah:
-"Medine'den çıkmayın, biz size yardım ederiz, Kurayzaoğulları da
yardım edecek, diye gizlice haber gönderdi. (218) Bu sebeple Nadîroğulları
yol hazırlığından vazgeçip kendilerini savunmaya karar verdiler.
Rasûlullah (s.a.s.) Rabiulevvel'de Nadîroğulları yurdunu kuşattı. Nadîroğulları
bir yıllık yiyeceklerini depo ettikleri kalelerinin sağlamlığına güveniyorlard.(219)
Kuşatma, 15-20 gün sürdü. Savaş sokaktan sokağa, evden eve atlayarak devâm
etti. Rasûlullah (s.a.s.) Yahûdîlere siper olan, savaşı zorlaştıran hurma
ağaçlarını kestirdi.(220)
Nadîroğulları, münâfıklardan da, Kurayzaoğullarından da bekledikleri yardımı
görmediler. Muhâsaranın kaldırılması için emân dilediler. Berâberlerinde
götürebildikleri kadar mal ile Medine'den çıkmalarına izin verildi. 600
deve yükü eşya ile Medine'den ayrıldılar. Bir kısmı Şam'a, bir kısmı Filistin'e
göç etti. Selâm, Kinâne ve Huyey ismindeki reisleri ise Hayber'e sığındılar.
Üzüntülerini belli etmemek için, şarkılar söyleyip, defler çalarak Medine'den
ayrıldılar. Bunlar daha sonra Hendek Savaşı'nı hazırladılar.
50 zırh, 50 miğfer, 340 kılıç ve diğer bazı mallar ganimet olarak Müslümanlara
kaldı. Rasûlullah (s.a.s.) bu ganimetleri muhâcirlere ve yoksullara dağıttı.(221)
Uhud Savaşı'ndan sonra Müslümanların itibârı sarsılmıştı. Nadîroğulları'nın
Medine'den çıkarılmasıyla, Medine civârındaki müşrik kabîleleri arasında
Rasûlullah (s.a.s.) 'in nüfûzu tekrar kuvvetlenmiş oldu.
4- RASÛLULLAH (S.A.S.)'İN HZ. ÜMMÜ
SELEME İLE EVLENMESİ
Asıl adı Hind olan Ümmü Seleme, Ebû Ümeyye el-Mahzûmî'nin kızıdır. İlk
kocası Ebû Seleme Abdullah b. Abdülesed, Abdülmüttalib'in kızı Berre'nin
oğlu olup, Rasûlullah (s.a.s.)'in halazâdesi idi. Kocası ile birlikte
Habeşistan'a hicret etmiş, ilk çocuğu Seleme orada doğmuştu.
Ümmü Seleme'nin ilk eşi Ebû Seleme, Uhud Savaşı'nda aldığı yara sebebiyle
vefât etti. Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Seleme'yi çok severdi. Vefâtından
sonra dört çocuğu ile kimsesiz ve himâyesiz kalan eşi Ümmü Seleme'yi nikâhlayarak
himâyesi altına aldı. Ümmü Seleme, fazilet ve olgunluk yönünden Hz. Aişe'den
sonra Ezvâc-ı tâhirâtın en üstünüydü. Ezvâc-ı tâhirât içinde en son vefât
eden, Ümmü Seleme olmuştur. Hicretin 59'uncu yılı 84 yaşında vefat etmiş,
Baki kabristanına defnedilmiştir.
5-İÇKİ VE KUMARIN HARAM KILINMASI
Mekke devrinde içki ve kumar yasaklanmış değildi. Müslümanlardan da içki
içen ve kumar oynayanlar vardı. Rasûlullah (s.a.s.) bunlara ses çıkarmıyordu.
İçki ve kumarın yasaklanması birden bire değil, tedricen olmuştur.
İçki ile ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de 4 âyet vardır. Mekke'de inen ilk âyetde:
"Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden içki yapar, güzel bir rızık
edinirsiniz", (en-Nahl Sûresi, 67) buyrulmuş, içki yasaklanmamıştır.
Medine devrinde Hz Ömer ve Muâz gibi bazı sahâbe:
-Ey Allah'ın Rasûlü, içki hakkında bize yol göster, çünkü şarab aklı gideriyor,
diye Rasûlullah (s.a.s.)'e baş vurdular: Hicretin 4'üncü yılı Şevvâl ayında:
"Sana içki ve kumarı soruyorlar. De ki: Bunlar da hem büyük günah,
hem de insanlara bazı yararlar var, fakat günahları menfaatlerinden daha
büyük..." (el-Bakara Sûresi, 219) anlamındaki âyet indi. İçkiyi ilk
yasaklayan âyet bu oldu. Fakat bu âyetle içki kesinlikle yasaklanmadığından,
"günahı var" diye bırakanlar olduğu gibi, "faydası da var"
diye eskisi gibi içenler de vardı.
Abdurrahman b. Avf'ın verdiği bir ziyâfette dâvetliler içki de içmişlerdi.
Akşam namazında cemâte imâm olan zât "el-Kâfirûn Sûresi"ni sarhoşluk
sebebiyle yanlış okudu. Âyetlerin anlamları değişti. Bunun üzerine:
"Ey inananlar, ne söylediğinizi bilecek duruma gelmedikçe, sarhoş
iken namaza yaklaşmayın," (en-Nisâ Sûresi, 43) anlamındaki âyet indi.
Bir müddet sonra Ensardan Mâlik oğlu Itbâ'nın ziyâfetinde dâvetliler sarhoş
oldular. Sa'd b. Ebî Vakkas bir şiir okuyarak kendi soyunu övdü, ensârı
ise yerdi. Ensârdan bir zât da, sofrada yedikleri devenin çene kemiğini
Sa'd'a vurup başını yardı. Sa'd, Hz. Peygamber (s.a.s)'e şikâyette bulundu.
O zaman:
"Ey İnananlar, içki, kumar, tapınılmak için dikilmiş taşlar (putlar),
fal okları, ancak şeytanın işinden birer pisliktir. Bunlardan uzak durun
ki, kurtuluşa eresiniz..." (el-Mâide Sûresi, 90) anlamında inen âyetle
içki ve kumar kesinlikle yasaklandı. Rasûlullah (s.a.s) bu yasağı hemen
ilân ettirdi. Bütün Müslümanlar içkiyi bıraktılar. Evlerinde, dükkânlarında
bulunan bütün içkileri sokaklara döktüler.
Rasûlullah (s.a.s) Efendimiz içkiyle ilgili olarak:
"Sarhoş edici bütün içkiler haramdır." (Müslim,3/ 1575-1576;
et-Tâc, 3/141).
"Çoğu sarhoşluk veren içkinin azı da haramdır" buyurmuştur.
(İbn Mâce, es-Sünen, 2/l124 Hadis No: 3392;et-Tâc 3/142)
"İçki, bütün kötülüklerin anasıdır." (Keşfü'l Hafâ, l/382 (Hadis
No: 1225, Beyrut 1351) buyurmuştur.
--------------------------------------------------------------------------------
(191) İbnü'l-Esîr, 2/148-149
(192) İbn Hişâm, 3/66-67; İbnü'l-Esîr, 2/150; Zâdü'l-Meâd, 2/232
(193) İbn Hişâm, 3/67
(194) Zâdü'l-Meâd, 2/231; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/150
(195) Bkz. el.Buhârî, 4/26 ve 5/29; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No:
1269); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/152
(196) Riyâzü's-Salihin Tercemesi, 1/128, (Hadis No: 91); İbnü'l-Esîr,
2/152
(197) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 152
(198) el-Buhârî, 4/26-27 ve 5/29-30; Tecrid Tercemesi, 8/457-460 (Hadis
No: 1269)
(199) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154
(200) el-Buhârî, 5/36,37; Tecrid Tercemesi, 10/216-221 (Hadis No: 1585);
İbn Hişâm, 3/75
(201) Müslim, 3/1415, (Hadis No: 1789)
(202) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/155; İbn Hişâm, 3/77
(203) "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler
gelip geçti. Şâyet o ölseydi veya öldürülseydi, siz topuklarınız üzerinde
gerisin geriye mi dönecektiniz?..." (Âl-i İmran Sûresi, 144)
(204) el-Buhârî, 5/35; Müslim, 3/ 1416 (Hadis No: 1790); İbn Hişâm, 3/84;
İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154; Zâdü'l-Meâd, 2/234
(205) İbnü'l-Esîr, 2/157; İbn Hîşâm, 3/88; Zâdü'l-Meâd, 2/235
(206) Kureyşli kadınlar savaş alanının tenhalığından yararlanarak, Bedir'de
öldürülen yakınlarının öçlerini almak için şehitlerin kulak ve burunlarını
kesmişler, karınlarını yararak ciğerlerini çıkarmışlardı.
(207) Bkz. el-Buhârî, 4/26 ve 5/30; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No:
1269) Zâdü'l-Meâd, 2/236-238
(208) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/162; Zâdü'l-Meâd, 2/246
(209) el-Buhârî, 2/94; Tecrid Tercemesi, 4/655 (Hadis No: 661)
(210/1) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/164
(210/2) İbn Sa'd, Tabakat, 8/82-83; İbn Hacer, el-İsâbe, 8/51, Kahire,
1972; İbn Abdi'l-Berr el-İstîab, 4/1811, Kahire, 1960
(211) el-Buhârî, 6/130; Tecrid Tercemesi, 10/166 (Hadis No: 1571) ve 11/338-
339 (1803 No. lu hadisin izâhı); Riyâzü's-sâlihin, 2/98 (Hadis No: 689)
(212) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/166
(213) Bkz-el-Buhârî, 5/40; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/167
(214) Bkz. el-Buhârî, 5/41
(215) İbn'ül-Esîr, a.g.e., 2/168; Tafsilât için bkz. Riyâzü's-Salih'in,
3/97-101, (Hadis No: 1538)
(216) el-Buhârî, 3/204 ve 5/41-42; Tecrid Tercemesi, 8/305, (Hadis No
: 1183)
(217) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/173
(218) Bkz. el-Haşr Sûresi, 11
(219) Bkz. el-Haşr Sûresi, 2
(220) Bkz. el-Haşr Sûresi, 5; el-Buhârî, 5/ 23; Tecrid Tercemesi, 10/175
(Hadis No: 1576)
(221) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/174; Târih-i Din-i İslâm, 3/215
--------------------------------------------------------------------------------
V-HİCRETİN BEŞİNCİ YILI
(626-627 M.)
1- BENÎ MUSTALIK GAZÂSI (MÜREYSİ' SAVAŞI)
(2 Şabân 5 H./17 Aralık 626 M.)
Mustalikoğulları Huzâa kabilesindendir. Necid bölgesinde, Medine'ye 9
günlük bir yerde yerleşmişlerdi. Müslümanlarla iyi geçiniyorlardı. Fakat,
Kureyşlilerin teşvikiyle kabîle reisi Ebû Dırâr oğlu Hâris çevrede yaşayan
bedevi kabîlelerle birleşerek Medine'ye baskın için hazırlığa başladı.
Rasûlullah (s.a.s) durumu öğrenince, Medine'de Zeyd b. Hârise'yi kaymakam
bıraktı. 30'u atlı, 1000 kişilik bir kuvvetle Benî Mustalık üzerine yürüdü.
(2 Şabân 5 H./17 Aralık 626 M.)
Bedevîler, Müslümanların üzerlerine geldiğini duyunca, korkup dağıldılar.
Hâris'in etrafında sâdece kendi kabilesi kaldı.
Benî Mustalık Müreysi' suyu yanında toplanmış henüz hazırlıklarını tamamlayamamıştı.
Müslüman olmaları teklif edildi, kabûl etmediler. Fakat Müslümanların
düzenli hücûmlarına karşı duramayıp bir saat içinde dağıldılar.
Savaş sonunda, Müslümanlardan bir kişi şehid oldu, müşrikler ise 10 ölü
verdiler. Ayrıca, Müslümanlar ganimet olarak 700 esir, 5000 koyun, 2000
deve ele geçirdiler.
2- RASÛLULLAH (S.A.S.)'IN CÜVEYRİYE
İLE EVLENMESİ
Esirler arasında, kabile reisi Hâris'in kızı Cüveyriye de vardı. Kocası
Safvan oğlu Müsâfî savaşta ölmüş, kendisi de esir düşmüştü. Ganimetlerin
taksiminde, Sâbit b. Kays'ın payına ayrılmıştı. Babası Hâris, Peygamber
(s.a.s)'e başvurarak kızının şerefinin korunmasını istedi.
Hz. Peygamber (s.a.s), Cüveyriye'nin bedelini Sâbit b. Kays'a ödeyerek
onu serbest bıraktı. Cüveyriye kabîlesine dönmedi, kendi isteği ile Rasûlullah
(s.a.s)'la evlendi. Bunun üzerine ashâb:
-"Rasûlullah (s.a.s)'in eşinin yakınları esir tutulmaz" diyerek
ellerindeki bütün esirleri serbest bıraktılar. Bu sebeple Hz.Âişe:
-Kavmi için, Cüveyriye kadar hayırlı başka bir kadın bilmiyorum, demiştir.(222/1)
Görüldüğü üzere Peygamber (s.a.s) Efendimizin Cüveyriye ile evlenmesinin
amacı siyâsî idi. Bu evlilik sebebiyle,bütün esirler fidye ödemeden serbest
bırakıldılar. Mustalıkdğulları daha sonra toptan Müslüman oldu.
3- TEYEMMÜMÜN MEŞRÛ KILINMASI
Rasûlullah (s.a.s) her sefere çıkışında, aralarında kur'a çekerek hanımlarından
birini yanında götürürdü. Benî Mustalık Gazâsında, Hz. Âişe'yi götürmüştü.
Dönüşte, bir gece konak yerinden hareket edileceği sıra Hz. Âişe'nin gerdanlığının
kaybolduğu anlaşıldı. Rasûlullah (s.a.s), aranmasını emretti, bu yüzden
hareket gecikti. Derken sabah namazı vakti oldu. Oysa abdest için yanlarında
yeterli su yoktu. Zamanında hareket edilebilseydi, su başına yetişilecekti.
Namaz vakti çıkacak, diye herkes telâş içindeydi. Hz. Ebû Bekir, bu hâle
sebep olan kızı Âişe'yi azarlamış hatta hırpalamıştı. İşte Müslümanlar
böyle bir sıkıntı içindeyken, su bulunmadığında temiz toprakla teyemmüm
yapılacağını bildiren âyet indi.(222/2) Müslümanlar son derece sevindiler,
hemen teyemmüm yaparak namazlarını kıldılar.
Hareket edileceği sırada, gerdanlık bulundu. Hz.Âişe'nin çökmüş olan devesinin
altında kalmıştı.(223)
4- İFK (İFTİRA) OLAYI (224)
Mureysi' Savaşı dönüşünde, bir konaklama sırasında Hz Âişe kazâ-i hâcet
için mahfesinden* çıkarak, konaklama yerinden uzaklaşmıştı. Bu sırada
Yemen boncuğundan yapılmış gerdanlığı düşmüş, onu ararken gecikmişti.
Dönüşünde, kafileyi yerinde bulamadı. O'nu mahfesinde sandıkları için,
beklemeyip hareket etmişlerdi.
Hz. Aişe, -mahfede olmadığım anlaşılınca,- beni ararlar, diye olduğu yerde
beklerken, arkadan askerin bıraktığı şeyleri toplamakla görevlendirilen
Safvân b. Muattal geldi. Hz. Âişe'yi görünce, devesini çöktürdü; Hz.Âişe
bindi. Safvân deveyi önünden çekerek ilerledi. Öğle sıcağında başka bir
konak yerinde kafileye yetiştiler.
Münâfıklar bu olayı fırsat bildiler. Hz. Âişe tamâmen örtülü olduğu ve
Safvân ile aralarında konuşma bile geçmediği halde, Hz. Âişe'nin iffetine
iftirâ etmekten çekinmediler. Rasûlullah (s.a.s) son derece üzüldü. Hz.
Âişe kederinden hastalandı. Sonunda masûm olduğu âyetle bildirildi.(225)
İftirâcılara da "hadd-i kazf"(iffetli kimselere iftira cezâsı)
uygulandı. Her birine 80'er deynek vuruldu.(226)
5- HENDEK SAVAŞI (Şevval 5 H./ Şubat 627 M.)
Mü'minler, müttefik düşman birliklerini
gördüklerinde, "İşte Allah ve Rasûlünün
bize vâdettiği şey budur. Allah ve Peygamber doğru söylemiştir" dediler.
Bu, onların imân ve teslimiyetlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı."
(el-Ahzâb Sûresi, 22)
Bir taraftan karşı tarafa geçmeyi engelleyen derin ve uzun çukara"hendek"
denir. Medine'yi savunmak üzere, çevresine hendek kazıldığı için bu savaşa,
"Hendek Gazvesi" denildiği gibi, bir çok müşrik ve Yahûdî kabîlesi,
Müslümanlara karşı birleştiği için" Ahzâb Harbi" de denilmiştir.
"Ahzâb", "hızb" kelimesinin çoğuludur. Hizb, aynı
düşünce, inanç ve kanaatı paylaşan insan topluluğu demektir.
a) Yahûdîlerin Müşriklerle İşbirliği
Medine'den sürülen Benî Nadîr Yahûdîlerinin reisleri, Hayber'e sağınmışları.
Müslümanlardan öc almak istiyorlardı. Başta Ahtaboğlu Huyey olmak üzere,
20 kadar Yahûdî lideri 70 kişilik bir hey'et ile Mekke'ye gittiler.
-Müslümanlar gün geçtikçe kuvvetleniyor. Onlara kırşı birlikte hareket
etmeliyiz. Biz savaş için hazırız. Medine'deki Benî Kurayzalı kardeşlerimiz
de savaşta Müslümanları arkadan vuracak... diye müşriklere işbirliği teklif
ettiler. Kendileri "ehl-i kitab" ve tek tanrı inancında oldukları
halde, putperest müşriklere hoş görünmek için:
-"Sizin tuttuğunuz yol, (sizin dininiz) Müslümanlarınkinden daha
doğru..."(227) dediler. Daha sonra Mekke dışındaki Gatafan, Esed,
Kinâne, Süleym, Fezâre, Mürre, Eşca ve Eslem... gibi bedevi Arap kabileleriyle
görüştüler. Hayber'in bir yıllık hurma mahsûlünü vermeği va'd ederek,
onların da savaşa katılmalarını sağladılar.
Mekke'liler 300'ü atlı, 1500'ü develi 4000 kişilik bir kuvvet hazırladılar.
Mekke dışındaki bedevî kabîlelerin katılmasıyla ordunun sayısı 10 bine
ulaştı. Şimdiye kadar böyle bir kuvvet toplanmamıştı. Medine'yi basıp
Müslümanlığı yok edeceklerdi. Ordunun başkomutanı Ebû Süfyân idi.
b) Medine Çevresine Hendek Kazılması
Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'deki hazırlıkları, Kureyş ordusu henüz hareket
etmeden haber aldı. Ashâbını toplayarak, bu korkunç saldırıya nasıl karşı
koyacaklarını istişâre etti. Müzâkere sırasında, aslen İranlı olan Selmân
(Selmân-ı Fârisî):
-Yâ Rasûlallah, İran'da düşman saldırısından korunmak için, şehrin etrâfına,
hendek kazarlar. Biz de öyle yapalım, dedi.
Esâsen Medine'nin üç tarafı, evlerin yüksek dış duvarları, yalçın kayalıklar
ve sık hurmalıklarla çevrilmişti. Düşman saldırısına karşı, sadece kuzey
yönü açıktı. Bu tarafa da, düşmanın geçemeyeceği derinlikte bir hendek
kazılırsa, savunma kolaylaşırdı.
Arablarca bilinmeyen bu savunma şekli uygun görüldü. Saldırıya elverişli
olan kuzey tarafda hendek kazılacak yer işâretlendi.
Rasûlullah (s.a.s.), ashâbını 10'ar kişilik gruplara ayırdı. Her grubun
kazacağı kısmı belirledi. Mevsim kış, hava soğuktu. Esen rüzgâr, hendekte
çalışanların ellerini ayaklarını âdeta donduruyordu. Medine'de kıtlık
vardı. Müslümanlar üç gün bir şey yemeden aç çalıştılar.* Rasûlullah (s.a.s.)
bile açlıktan karnı üzerine taş bağlamıştı.(228) Ashâbla birlikte Hz.
Peygamber (s.a.s.) bizzât toprak kazıyor, açlığa, soğuğa, yorgunluğa karşı
gayretlerini artırıcı sözler söylüyordu. Bir ara, sert bir kaya çıkmış,
kimse parçalayamamıştı. Rasûlullah (s.a.s.) hendeğe indi, ilk vuruşta,
kayanın üçte biri koptu. Hz. Rasûlullah (s.a.s.):
-Allâhü Ekber, bana Şam'ın anahtarları verildi. Şu anda Şam'ın kırmızı
köşklerini görmekteyim, dedi. İkinci vuruşta kayanın yarısı daha koptu.
Rasûlullah (s.a.s.):
-Allâhü Ekber, bana Fars ülkesinin anahtarları verildi. Şu anda, Kisrânın
beyaz köşklerini görmekteyim, buyurdu. Üçüncü darbede kaya, tamâmen parçalandı.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
-Allâhü Ekber, bana Yemenin anahtarları verildi. Şimdi ben San'a'a'nın
kapılarını görüyorum, buyurarak bütün bu ülkelerin pek yakında Müslümanların
olacağını müjdeledi.(229) Münâfıklar, Rasûlullah (s.a.s.)'in bu müjdelerini,
hayal sayıyorlardı.
"Münafıklar ve kablerinde hastalık olanlar: Allah ve Rasûlü bize
sâdece kuru vaadlerde bulundular, diyorlardı." (Ahzâb Sûresi, 12)
Açlığa, soğuğa ve her türlü sıkıntıya rağmen, yaklaşık 5,5 km, uzunlukta
bir atın karşıya sıçrayamayacağı genişlik ve derinlikte kazılan hendek,
düşman gelmeden önce, iki hafta içinde tamamlandı.
c) Müşriklerin Medine'yi Kuşatması
Müşrikler, Medine önünde, şimdiye kadar benzerini görmedikleri derin bir
hendekle karşılaşınca, şaşırdılar. Bir hamlede Medine'yi alt üst edip,
Müslümanları yok edeceklerini hayâl etmişlerdi. Bunun kolay olmayacağını
gördüler. Hendek boyunca, aşağı-yukarı ilerlediler, geçecek bir yer bulamadılar.
Sonunda, Kureyşliler hendeğin batı kısmına, Bedevî kabîleler de doğu kısmına
karargâh kurdular. Böylece Medine'yi kuşattılar. (Şevvâl 5 H./Şubat 627M.)
d) Sıkıntılı Günler
10 bin kişlik müşrik ordusu karşısında, Müslümanların sayısı 3 bin kadardı.Yalnızca
36 atları vardı. Önlerinde hendek, arkalarında ise Sel‘ Dağı bulunuyordu.
Ancak Benî Kurayza anlaşmayı bozar da müşriklerle işbirliği yaparsa, Müslümanlar
çok tehlikeli bir duruma düşeceklerdi. Bu takdirde, Müslümanlar Hendek
önünde düşmanla uğraşırken, Yahûdîlerin Medine'yi basıp, kadınları ve
çocukları kılıçtan geçirmeleri mümkündü.
Karşılıklı ok ve taşların atılmasıyla başlayan kuşatma, aralıksız 27 gün
sürdü. Müslümanlar açlık ve sefâlet içinde, zor ve sıkıntılı günler geçirdiler.
Savaşın en tehlikeli bir ânında, Benî Nadir Reisi Ahtab oğlu Huyey'in
teşvikiyle Benî Kurayza Yahûdîleri de anlaşmayı bozup, müşriklerle işbirliğine
başladılar. Rasûlullah (s.a.s.)'in nasihat için kendilerine gönderdiği
Evs kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'ı dinlemediler. Düşmanlıklarını açıkça
bildirdiler.
Müslümanlar, hendek önünde 10 bin kişilik müşrik ordusuna karşı durmağa
çalışırken, bir yandan da, Medine'yi Yahûdîlerin baskınından korumak zorunda
kaldılar. Böyle tehlikeli bir anda, münâfıklar da bozgunculuğa başladılar.
Hem savaşı bıraktılar, hem de askerin mâneviyâtını sarsıcı propaganda
yaptılar.(230)
Kuşatmanın uzayıp gitmesi, müşrikleri de usandırdı. Mevsim kış, havalar
soğuktu. Esâsen onlar, böyle günlerce sürecek bir kuşatma için değil,
bir kaç saatte sonuca ulaşılacak bir zafer için gelmişlerdi. İşi bir an
önce bitirmek için bütün güçleriyle genel bir hücûma geçtiler. Bir taraftan
Müslümanların üzerine ok yağmuru yağdırırken içlerinden (Dırâr, Cübeyre,
Nevfel, Amr b. Abdivedd gibi) bir kaç tanesi de, elverişli bir yerden
atlarıyla hendeği geçtiler. Bunların her biri, Araplar arasında bin kişiye
denk sayılıyordu. En meşhûrları olan Amr b. Abdivedd mübâreze sonuda Hz.
Ali tarafından öldürüldü; diğerleri kaçtılar. Nevfel kaçarken hendeğe
düştü ve Hz. Ali'nin kılıcıyla can verdi.
Ertesi gün, savaşın en çetin günü oldu. Bir taraftan müşrikler, diğer
taraftan Benî Kurayza Yahûdîleri hücûma geçtiler, aralıksız akşama kadar
ok yağmurunu sürdürdüler. Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar, o gün namaz
kılmak için bile fırsat bulamadılar. Öğle, ikindi ve akşam namazlarını,
yatsıdan önce, tek ezanla, tertip üzere kazâ ettiler.(231)
e) Harb Hiledir
Gatafan Kabilesinden Nuaym b. Mes'ûd, bu sırada müslüman olmuştu. Bundan
kimsenin haberi yoktu. Rasûlullah (s.a.s.)'la gizlice görüşerek, müşriklerle
Yahûdîlerin arasını açmak için izin istedi. Rasûlullah (s.a.s.):
-Harp hiledir*, yapabilirsen yap, buyurdu. Nuaym önce Benî Kurayza'ya
gitti.
-Benim size olan dostluğumu bilirsiniz. Sizin için endişe ediyorum. Mekkeliler
bu işten usandı, bırakıp giderlerse, Müslümanlar karşısında yapayalnız
kalacaksınız. O zaman hâliniz nice olur? Onlardan bir kaç rehin isteyin,
aksi halde yardım etmeyin... dedi. Sonra Ebû Süfyân'a geldi:
-Duydun mu, Benî Kurayza anlaşmayı bozduğuna pişman olmuş. Sizi bırakıp
giderler diye, Müslümanlarla yeniden anlaşmaya başlamış. Sizden rehin
alıp, onlara teslim etmeği vadetmiş, dedi. Ebû Süfyân esâsen Yahûdîlere
pek güvenemiyordu. Ertesi gün, denemek için Yahûdîlerden yardım istedi.
Yahûdîler hemen rehin istediler. Ebû Süfyân isteklerini kabûl etmeyince,
her iki taraf da:
-Nuaym doğru söylemiş, dediler. Aralarında güven kalmadı. (232)
f) Rasûlullah (s.a.s.)'in Duâsı ve
Kuşatmanın Sona Ermesi
Rasûlullah (s.a.s.), o sıkıntılı gün:
-Allah'ım, ey Kur'ân'ı indiren ve hesâbı tez gören Rabbım; Şu Arap kabîlelerini
dağıt, topluluklarını boz, iradelerini sars. (233) diye duâ etti. Duâsı
bitince, Rasûlullah (s.a.s.)'in yüzünde sevinç eseri görüldü. Rabb'ımın
yardım va'dini size müjdelerim, buyurdu. İşte o akşam, âyet-i celîle ve
hadis-i şerifte bildirilen "sabâ rüzgârı" esmeğe başladı.(234)
Fırtına ve kasırga çadırları söküp uçurdu, yemek kazanları devrildi, ocaklar
söndü, develer ve atlar birbirine karıştı. Müşriklerin ağızları, burunları,
gözleri toz-toprakla doldu. Karargâhları alt üst oldu. Ortalığı dehşet
kapladı. Neye uğradıklarını bilemediler.
Müşriklerin mâneviyâtı iyice bozulmuştu. İçlerine korku düştü. Uzun süren
ve hiç bir sonuç alınamayan kuşatmadan usanıp bezmişlerdi. Ebû Süfyân:
-"Ben dönüyorum, siz de gelin, diyerek devesine bindi. Mekke'nin
yolunu tuttu. Diğerleri de onu izlediler.
Panik pek âni ve şuursuzca olmuştu. Bu yüzden, müşrikler pek çok techizât,
gıda maddesi ve eşyayı toplayamadan çekildiler. Sabah olunca, Müslümanlar
düşmandan kalan eşyâyı ve sağa-sola dağılan develeri toplayıp ordugâhlarına
getirdiler. Ebû Süfyân'ın Yahûdîlerden aldığı 20 deve yükü hurma da ele
geçen ganimetler arasındaydı. Böylece, Müslümanlar hem kuşatmadan, hem
de açlık sıkıntısından kurtuldular.
Kur'an-ı Kerîm'de bu durum şöle anlatılmaktadır:
"Ey inananlar, Allah'ın size olan nimetlerini hatırlayın. Üzerinize
ordular gelmişti, Biz de onların üzerine rüzgâr ve sizin göremediğiniz
ordular (Melekler) göndermiştik." (el-Ahzâb Sûresi.9)
"Allah, kâfirleri hiçbir zafer elde edemeden, kin ve öfkeleriyle
geri çevirdi. Savaşta mü'minlere Allah'ın yardımı yetti. Allah yegâne
kuvvetli ve galib olandır." (el-Ahzâb Sûresi, 25)
Bu savaşta, müşriklerden 4 kişi ölmüş, Müslümanlardan 5 kişi şehid düşmüştür.
Savaştan sonra Rasûlullah (s.a.s.):
-"Bundan sonra sıra bizde. Müşrikler artık üzerimize gelemeyecek,
biz onların üzerine gideceğiz." buyurdu.(235) Gerçekten de öyle oldu.
6- KURAYZAOĞULLARI GAZVESİ (Zilkade 5 H,/Mart 627 M.)
a) Savaşın Sebebi
Rasûlullah (s.a.s.) Medine'deki Yahûdî kabîleleriyle ayrı ayrı anlaşmalar
yapmıştı. Bunlardan Kaynuka ve Nadîroğullarının, anlaşma hükümlerine uymadıkları
için Medine'den çıkarıldıklarını daha önce görmüştük. Kurayza oğulları
ise, Uhud Savaş'ından sonra anlaşmayı yeniledikleri için yerlerinde kalmışlardı.
Hendek Savaşında, Benî Kurayza Yahûdîleri önce anlaşmaya bağlı kaldılar.
Hendek kazılırken, kazma, kürek gibi âletler vererek Müslümanlara yardımcı
oldular. Ancak, savaşın en tehlikeli bir ânında, Benî Nadîr Reisi Huyey
b. Ahtab'ın teşvikiyle anlaşmayı bozdular. Müslümanlarla birlikte Medine'yi
savunmaları gerekirken, müşriklerle birlikte, Müslümanlara karşı savaşa
girdiler.(236) Böylece vatana ihânet suçu işlediler. Rasûlullah (s.a.s.)'in
nasihat için gönderdiği Evs Kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'ın sözlerine de
kulak asmadılar. Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında çirkin sözler söyleyerek
düşmanlıklarını açıkça ilân ettiler. Ancak, Benî Kurayza'dan yaptıklarının
hesâbı sorulacaktı. Bu sebeple, Hendek Savaşından Medine'ye döner dönmez,
Benî Kurayza üzerine sefer emri verildi.
Rasûlullah (s.a.s.) Hendek Savaşı'ndan dönmüş silahlarını çıkarmış, üzerindeki
toz-toprağı temizlemek için, gusletmek istemişti. Bu esnâda Cibrîl (a.s.)
at üstünde ve toz-toprak içnde geldi:
-"Aa, silahını çıkardın mı; vallâhi biz melekler çıkarmadık. Haydi,
şunların üzerine yürü", diye Kurayzaoğullarını işâret etti. (237)
Rasûlullah (s.a.s.) derhal Benî Kurayza'ya sefer ilân etti. Ashâbın sür'atle
yola çıkmalarını sağlamak için,
-Hiç kimse ikindi namazını sakın başka yerde kılmasın, ancak Benî Kurayza
yurdunda kılsın, buyurdu.
Ashâbın bir kısmı bu emrin zâhirine uyarak, namazlarını Benî Kurayza yurduna
varınca kıldılar. Bir kısmı da Peygamber (s.a.s.)'in maksadı, acele etmemizi
sağlamaktır, diyerek, vakit çıkmadan yolda kıldılar. Hz. Rasûlullah (s.a.s.)
her iki zümrenin yaptığını da hoş gördü.(238)
Müslümanların toplanması yatsıya kadar devâm etti sayıları 3 bini buldu.
Müslümanların üzerlerine geldiğini görünce sövüp-sayarak kalelerine çekilen
Beni Kurayza'nın sayısı 900 kadardı.
b) Benî Kurayza'ya Verilen Cezâ
Kuşatma 25 gün sürdü. Kurayzaoğulları anlaşmayı bozduklarına pişman oldular.
Diğer Yahudî kabileleri gibi Medine'den çıkıp gitmek için izin istediler.
Fakat Hz. Rasûlullah (s.a.s.) kayıtsız şartsız teslim olmalarını istedi.
Reisleri Ka'b b. Esed'in başkanlığında toplandılar. Ka'b:
-"Tevratta bildirilen son peygamberin bu olduğu anlaşıldı. Müslüman
olup kurtulalım, dedi Yahûdîler:
-Biz Tevrat üzerine başka kitab kabul etmeyiz, dediler, Ka'b:
-Öyleyse,kadınları ve çocukları öldürelim. Sonra kaleden çıkıp çarpışalım,
belki başarırız, dedi. Onlar:
-Çoluk-cocuğumuz öldükten sonra, yaşamanın ne önemi var, diye cevâp verdiler.
Ka'b:
-O halde, yarın cumartesi, Müslümanlar bizden emîndir. Ansızın hücûm edelim,
onları gafil avlayalım, dedi.
-Biz cumartesinin hürmetini bozamayız, diye reddettiler. Sonunda kayıtsız
şartsız teslim oldular. Ancak haklarında Evs Kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'ın
hüküm vermesini istediler.
Benî Kurayza, Evs kabilesinin himâyesindeydi. Bu yüzden, Sa'd b. Muâz'ın
hakemliğini istiyorlardı. Sa'd, hastaydı. Hendek Savaşı'nda kolundan okla
yaralandığı için tedâvi görüyordu. Haberi alınca geldi.
-Kur'an-ı Kerîm'e göre mi, yoksa kendi kanunlarına göre mi hüküm vermemi
istiyorlar, diye sordu. Yâhudîler, kendi kanunlarına göre hüküm verilmesini
istediler. Sa'd da Tevrât'a göre karar verdi.(239)
a) Savaşabilecek durumdaki erkeklerin öldürülmesine,
b) Kadınların ve çocukların esir edilmesine,
c) Bütün mallarının da zaptedilmesine hükmetti.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
"Ey Sa'd, Allah'ın rızâsına uygun hükmettin" buyurdu. (240)
Yahudiler de karârın Tevrât'a uygun olduğunu itirâf ettiler. Sa'd'in bu
hükmü, Tevrât'ın Tesniye kitabının 20. Babının 10-14 üncü âyetlerine uygun
düşmüştü. Bu gün de vatana ihânet edenlere ölüm cezâsı verilmektedir.
Benî Kurayza hakkındaki hükmü Hz. Ali ve Hz. Zübeyr icrâ ettiler. Kazılan
büyük bir hendeğin kenarında 600 kadar Yahûdînin birer birer boyunlarını
vurup hendeğe attılar. İçlerinden 4 tanesi Müslüman olup hayatlarını kurtardılar.
Benî Nadîr Reisi Huyey b. Ahtab ile Benî Kurayza Reisi Ka'b b. Esed de
öldürülenler arasındaydı.
Benî Kurayza'nın malları, mücâhidlere paylaştırıldı. Arâzisi ise, ensarın
rızâsiyle muhâcirlere verildi.
"Allah, Ehl-i Kitab'dan müşrikleri destekleyen (Benî Kurayza Yahûdî)lerini
kalelerinden indirmiş, kalblerine korku salmıştı. Onların kimini öldürüyor,
kimini de esir alıyordunuz. Yerlerini yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı
bile basmadığınız toprakları Allah size mirâs olarak verdi. Allah her
şeye kadirdir ". (el-Ahzâb Sûresi, 26-27)
7- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN CAHŞ KIZI
ZEYNEB'LE EVLENMESİ:
Zeyneb, Rasûlullah (s.a.s.)'in öz halası Ümeyme'nin kızıdır. Abdülmuttalib'in
torunudur. Hz Peygamber (s.a.s.), Zeyneb'i azadlısı Zeyd b. Hârise'yle
evlendirmişti. Dindar olmasına rağmen, azadlı bir kölenin eşi olmak Zeyneb'e
ağır geldi. Asâlet ve güzelliğini ileri sürerek, dâima Zeyd'in kalbini
kırdı. Bu yüzden, Rasûlullah (s.a.s.)'in:
-"Eşini tut, Allah'tan kork" (241) emrine rağmen, sonunda Zeyd
O'nu boşadı.
Esâsen gerek Zeyneb, gerek kardeşi Abdullah bu evliliği başlangıçta istememişler,
"halanızın kızını azadlınıza mı lâyık görüyorsunuz?" demişlerdi.
Fakat:
-"Allah ve Rasûlü, bir şeye hükmettiği zaman, mü'min erkek ve mü'min
kadın için muhayyerlik yoktur." (el-Ahzâb Sûresi, 36) anlamındaki
âyet inince, istemeyerek rızâ göstermişlerdi. Çünkü Zeyneb, Kureyş'in
Hâşimî kolundandı. Soylu bir kadındı. İslâm'dan önceki Arap örfüne göre
soylu bir kadın, azadlı da olsa, bir köleyle evlenemezdi. Onlar, Zeyneb'in
Rasûlullah (s.a.s.)'la evlenmesini istiyorlardı. Oysa İslâm Dini bütün
insanları, yaratılış bakımından eşit saymıştı.(242)
Hz. Peygamber (s.a.s.), öz halasının kızı Zeyneb'i azadlısı ve evlâdlığı
Zeyd ile evlendirerek, Arapların yanlış anlayışını yıkmış oldu.
Diğer taraftan, Rasûlullah (s.a.s.), peygamberliğinden önce Zeyd'i evlâd
edinmişti. Arabların örfüne göre, evlâdlık öz çocuk gibi sayılır, evlâd
edinen kişinin mirâsçısı ve mahremi olurdu. Bu sebeple, evlâdlığın boşadığı
kadın, evlâd edinen kişiyle evlenemezdi. Kur'ân-ı Kerîm Arapların bu örfünü
hükümsüz saymış, evlâdlık âdetini kaldırmıştır.(243) Bu sebeple, evlâdlığın
dul kalan eşiyle, babalığın evlenmesi helâldir.
Rasûlullah (s.a.s.)'in, Arapların bu örfünü de yıkması gerekiyordu. Bu
sabeple Zeyd'den boşanan Zeyneb'i Allah'ın emriyle nikâhladı.(244) Böylece
hem Zeyneb'i hem de yakınlarını memnûn etmiş oldu.
Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu evliliği, dinî hükümlerin
uygulanması ile ilgilidir.
--------------------------------------------------------------------------------
(222/1) İbn Hişâm, 3/308; İbn Sâd, Tabakat, 8/ 177; İbn Hacer, el-İsâbe,
7/565
(222/2) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 43 ve el-Mâide Sûresi, 6
(223) Bkz. el-Buhârî, 1/86); Tecrid Tercemesi, 2/201-204 (Hadis No: İ)
(224) Olay hakkında geniş bilgi için bkz. el-Buhârî, 3/154 Tecrid Tercemesi,
8/85-112 (Hadis No: 1151); İbn Hişâm, 3/309-321; İbnü'l-Esîr, a.g.e.,
2/195-199
(*) Mahfe: Deve ve fil gibi hayvanların üzerinde seyahat edenlerin içine
oturdukları kafesli çadır veya sepet
(225) en-Nûr Sûresi, 11-13
(226) en-Nûr Sûresi, 40
(227) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 51-52
* bk. Riyâzü's-Sâlihîn, 1/543-548 Hadis No: 522
(228) el-Buhârî, 5/45; Tecrid Tercemesi 10/227 (Hadis No: 1588)
(229) İbn Hişâm, 3/230; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/179; Târih-i Din-i İslâm,
3/258-259
(230) İçlerinden bir güruh (münâfıklar), Ey Medineliler, tutunacak yeriniz
yok, hemen geri dönün, demişlerdi. Bir kısmı da Peygamber (s.a.s.)'den
evlerimiz düşman saldırısına açık diye izin istemişlerdi. Oysa evleri
açık değildi, sadece savaştan kaçmak istiyorlardı. (el-Ahzâb Sûresi, 13)
(231) Bu savaştan başka, hiçbir olayda Rasûlüllah (s.a.s.)'ın namazını
geçirdiği nakledilmemiştir. Burada üç vakit namazını kazaya bırakması,
Hendek savaşının ne derece sıkıntılı ve meşakkatli geçtiğinin en büyük
delilidir. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.s.):
- "Allah onların dünyada evlerini, âhirette kabirlerini ateşle doldursun.
Bize ikindiyi kılacak fırsat vermediler, nihâyet güneş battı" diye
bedduâ etmiştir. (el-Buhârî, 5/48 ve 3/233; Tecrid Tercemesi, 2/238 (Hadis
No: 353) ve 8/396, (1233 numaralı hadisin izâhı,)
* el-Buhârî, 4/24 (K. el-Cihad, B. 157)
(232) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/182-184
(233) el-Buhârî, 3/234 ve 5/49; Tecrid Tercemes, 8/395 (Hadis No: 1233)
(234) Bkz. el-Buhârî, 5/47 "Ben sabâ rüzgarıyle yardım olundum, Ad
kavmi ise debur (lodos) rüzgârıyla helâk edildi." (bkz.el-Hakka Sûresi,
6)
(235) el-Buhârî, 5/48; Tecrid Tercemesi, 10/230 (Hadis No: 1589); İbnü'l-Esîr,
a.g.e., 2/184
(236) el-Ahzâb Sûresi, 26
(237) el-Buhârî, 5/49-51; Tecrid Tercemesi, 8/ 325 (Hadis No: 1191)
(238) el-Buhârî, 5/50; Müslim, 3/1391 (Hadis No: 1770)
(239) Bkz. Tevrât, Tesniye Kitabı, Bab: 20, Ayet:10-14
(240) Bkz. el-Buhârî, 5/50; Tecrid Tercemesi, 10/ 245 (Hadis No: 1591)
(241) Bkz. el-Ahzâb Sûresi, 37
(242) "Allah katında en üstününüz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır".
(Hucûrat Sûresi, 13) "Ey insanlar Rabb'ınız birdir, babanız birdir.
Arabın Acem'e (Arab olmayana), Acemin Arab'a, beyazın siyaha, siyahın
beyaza veya kızılderiliye üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir."
(Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 5/ 411; Mecmeu'z-Zevâid, 3/266 ve 8/84)
(243) "Allah evlâtlıklarınızı, oğullarınız gibi tutmanızı meşrû kılmamıştır".
(el-Ahzâb Sûresi 4)
(244) "... Sonunda Zeyd, eşiyle ilgisini kestiğinde, onu seninle
evlendirdik ki, evlâtlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde, onlarla
evlenmek hususunda mü'minlere sorumluluk olmadığı bilinsin." (Ahzâb
Sûresi, 37)
--------------------------------------------------------------------------------
VI- HİCRETİN ALTINCI YILI
(627-628 M.)
l– HUDEYBİYE BARIŞI (Zilkade 6 H./Mart 628 M.)
"Ey Muhammed, Biz sana apaçık bir zafer sağladık."
(Fetih Sûresi, 1)
a) Müslümanların Kâbe'yi Ziyâret Arzusu
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Medine'ye hicret edeli 6 yıl olmuştu.
Bu süre içinde Mekke müşrikleriyle, Medine'de bulunan Müslümanlar arasında,
sırasıyla Bedir, Uhud ve Hendek Savaşları oldu. Mekke müşrikleri Medine'yi
basmak, Hz. Rasûlullah (s.a.s.)'i öldürmek, Müslümanlığı yok etmek için
her çâreye baş vurdular; bütün imkân ve güçlerini ortaya koydular; fakat
amaçlarına ulaşamadılar. Müslümanların günden güne güçlenmelerine, sayılarının
artmasına engel olamadılar.
Ancak Medine dışındaki kabîleler, Müslümanlığın ne olduğunu yeterince
bilmiyorlardı. Kâbe'nin komşusu ve koruycusu olduğu için saygı duydukları
Kureyş kabîlesi, kendi içlerinden çıktığı halde Hz. Muhammed (s.a.s.)'in
peygamberliğini kabûl etmemiş,hatta O'nu yurdundan çıkarmışlardı. Bu yüzden,
Müslümanlığın Medine dışındaki kabîlelere tanıtılabilmesi ve geniş ölçüde
yayılmasının sağlanabilmesi için, Mekke'lilerle barış yapılmasına ihtiyaç
vardı. Rasûlullah (s.a.s.), geçici de olsa Mekkelilerle barış yaparak,
diğer kabîlelerle serbestçe ilişkiler kurmayı arzu ediyordu.
Diğer taraftan, Mekkeli Müslümanlar, doğup büyüdükleri ve her şeylerini
bırakıp ayrıldıkları yurtlarını çok özlemişlerdi. Her namazda yöneldikleri
kutsal Kâbe'yi 6 yıldan beri ziyâret edemiyorlardı. Kâbe'yi ziyâret, bütün
Müslümanların en büyük ortak özlemleri olumştu.
b) Rasûlullah (s.a.s.)'in Rüyâsı
Hicretin 6'ıncı yılı, Rasûlullah (s.a.s.), gördüğü bir rüyâ üzerine(245)
hep birlikte Kâbe'yi ziyâret edeceklerini ashâbına müjdeledi.(246) Hazırlıklar
tamamlandı. Savaş yapılması yasak olan aylardan Zilkade'nin ilk pazartesi
günü (2 Zilkade 6 H./14 Mart 628 M.), yerine Mektûm oğlu Abdullah'ı vekil
(kaymakam) bırakarak, ashâbından 1400 kişi ile(247) Medine'den ayrıldı.
Hanımlarından Ümmü Seleme de berâberinde bulunuyordu. Maksadı savaş olmayıp,
yalnızca Kâbe'yi ziyâret etmekti. Mekkelileri telâşlandırmamak için, ashâbının
silah taşımalarına izin vermemiş, sadece yolcu silâhı olarak birer kılıç
almışlardı. (248) Hac için Mekke'ye gelecek düşman kabîlelerle yolda karşılaşmamak
için, Kâbe ziyâretini hac günlerinden önce yapmayı uygun görmüştü. Yanlarındaki
70 kurbanlık deveyi kıladelediler ve Zülhuleyfe'de "umre" niyyetiyle
ihrama girdiler.(249) Yol güvenliğini sağlamak için 20 kadar süvâriyi
öncü olarak gönderdiler.
c) Mekkelilerin Tepkisi
Mekkeliler, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Kâbe'yi ziyâret için yola çıktığını
duyunca telâşlandılar. Müslümanları Mekke'ye sokmamağa karar verdiler.
Velîd oğlu Hâlid ve Ebû Cehil'in oğlu İkrime'yi 200 süvâri ile öncü olarak
gönderdiler.
Resûlullah (s.a.s.), Mekkelilerin bu kararını önden gönderdiği gözcüleri
vasıtasiyle öğrendi. Sağ tarafa sapıp, yol güzergâhını değiştirerek, Hudeybiye'ye
kadar ilerledi.(250) Rasûlullah (s.a.s.)'in bindiği "Kasvâ"
adlı deve burada çöktü, bütün gayretlere rağmen kalkmadı. Müslümanlar:
-Kasvâ harin oldu, çöktü kalkmıyor, diye söylenmeğe başladılar. Rasûlullah
(s.a.s.):
-"Kasvâ harinleşmez, onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle Fil'in
Mekke'ye girmesine engel olan ilahi kudret, şimdi de Kasvâ'yı ilerletmiyor.
Allah'a yemin olsun ki, Kureyş Cenâb-ı Hakk'ın kutsal kıldığı şeylere
hürmet ve tâzim kasdıyle benden her ne isterse, ne kadar ağır olursa olsun,
istediklerini kabûl edeceğim.. " buyurdu.(251)
d) Barış Müzakereleri
Bu sırada Huzâa kabîlesi reisi Büdeyl çıkageldi. Kureyşin, Müslümanları
Mekke'ye sokmamak için müşrik kabilelerle anlaştığını ve savaş hazırlığı
içinde olduklarını haber verdi.(252)
Rasûlullah (s.a.s.) savaş maksadiyle değil, sâdece Kâbe'yi ziyâret için
geldiklerini, daha önce yapılan savaşlarda Kureyş'in uğradığı kayıpları
anlattı.
-İsterlerse belirli bir süre onlarla barış yapalım. Benimle diğer kabîlelerin
arasını serbest bıraksınlar, (karışmasınlar). Eğer ben üstün gelirde,
Araplar İslâmiyeti kabûl ederlerse, Mekkeliler de isterlerse bu dine girebilirler.
Şayet Araplar bana üstün gelirlerse, Kureyş savaş külfeti çekmeden istediğini
elde etmiş olur. Aksi halde, Allah'a yemin ederim ki, O'nun yolunda ölünceye
kadar onlarla savaşırım, Allah da yardımını gerçekleştirir, dinini üstün
kılar, buyurdu.(253)
Büdeyl, Rasûlullah (s.a.s.)'den duyduklarını Kureyş'e iletti. Kureyş ileri
gelenleri de savaşa taraftar değildi. Sakif kabilesi reisi Tâifli Mes'ûd
oğlu Urve'yi Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gönderdiler. Rasûlullah (s.a.s.)
Büdeyl'e söylediklerini Urve'ye de anlattı. Urve hem Rasul-i Ekrem (s.a.s.)'le
konuşuyor, hem de Müslümanların durumunu ve bütün davranışlarını dikkatle
tâkip ediyordu. Dönüşünde gördüklerini özetle şöyle anlattı:
-Bilirsiniz ki ben birçok devlet başkanını ziyâret ettim, Rum Kayseri,
Fars Kisrâsı, Habeş Necâşi'sinin huzurunda elçi olarak bulundum. Yemin
ederim ki, Müslümanların Muhammed (s.a.s.)'e gösterdikleri hürmet, sevgi
ve bağlılığı bunların hiçbirinin sarayında görmedim... Sözlerini dikkatle
dinliyorlar. Bir şey sorunca, alçak (hafif) sesle cevâp veriyorlar. İsteklerini
derhal yerine getiriyorlar. Saygılarından yüzüne dikkatle bakamıyorlar.
Abdestinden artan suyu bile,-teberrük için-aralarında paylaşıyorlar...
Madem ki, bize barış teklif ediyor, kabûl edelim, dedi.
Mekkeliler, Urve'nin sözlerinden hoşlanmadılar. Bir iki elçi daha gidip
geldi, fakat hiç bir sonuca varılamadı.
Rasûlullah (s.a.s.), Kureyş'ten gelen eçilerle sonuca ulaşılamadığını
gördü. Kureyş'le görüşmek üzere Hz.Ömer'i Mekke'ye göndermeyi düşündü.
Ömer:
-Yâ Rasûlallah, Mekkeliler benim kendilerine olan düşmanlığımı bilirler,
himâyesine sığınabileceğim bir yakınım da yok. Osman'ın Mekke'de akrabası
çok, Ebû Süfyân ile amcazâde. Osman bu işi benden daha iyi başarır, dedi.
Hz. Osman Mekke'ye gitti. Ebû Süfyân ve diğer Kureyş ileri gelenleriyle
görüştü. Maksatlarının sâdece Kâbe'yi ziyâret olduğunu anlattı. Mekkeliler:
-Hepinizi Mekke'ye bırakırsak, Araplar, "Kureyş Müslümanlardan korktu,"
derler. Fakat istersen Kâbe'yi sen tavâf et, hepiniz birden olmaz, dediler.
Hz. Osman, Kâbe'yi Müslümanlardan ayrı olarak ziyâret etmeği kabûl etmedi.
-Rasûlullah (s.a.s.) tavâf etmedikce, ben de etmem, diyerek tekliflerini
reddetti. O'nun bu davranışı Mekkelileri kızdırdı, göz hapsine aldılar
ve dönmesine izin vermediler.
2- RIDVÂN BÎATI:
"Allah, mü'minlerden ağacın altında sana bîat ederlerken hoşnud olmuştur.Gönüllerindekini
bilerek onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri
bol ganimetler bahşetmiştir."
(el-Fetih Sûresi, 18-19)
Hz. Osman'ın gecikmesi, Müslümanları
telâşlandırdı. Öldürüleceğine dâir söylentiler çıktı. Böyle bir ihtimâle
karşı Resûlullah (s.a.s.) gereken tedbirleri aldı. Müslümanları Allah
yolunda yapacakları savaşta, canlarını fedâ etmekten çekinmeyeceklerine
dâir, kendisine bîat etmeğe çağırdı. "Artık bunlarla vuruşmadan buradan
ayrılamayız," buyurdu.
İlk biat eden Ebû Sinan el-Esedî oldu. "Rasûlullah (s.a.s.)'in gönlündeki
muradı ne ise, onun gerçekleşmesi üzerine biat ediyorum." dedi.
Hudeybiye'de bodur bir ağacın aldında,(254) bütün Müslümanlar sırayla
Rasûlullah (s.a.s.)in ellerini tutarak bîat ettiler. Allah yolunda ölünceye
kadar savaşmağa, düşmandan kaçmamaya söz verdiler. Hz. Peygamber (s.a.s.),
Hz. Osman adına da bir elini diğeriyle tuttu, onu da böylece bîata kattı.
Yalnızca Cedd b. Kays adlı münâfık, devesinin arkasında gizlendi, bîata
katılmadı.
Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'de, Hudeybiye'de Rasûlullah (s.a.s.)'e bîat
eden mü'minlerden hoşnud olduğunu bildirmiştir. (255) Bu sebeple, İslâm
Târihinde bu bîata "Rıdvân Bîatı" adı verilmiştir.
Müslümanların kararlılığını ve Rasûlullah (s.a.s.)'e bağlılıklarını gösteren
bu bîatın Mekkeliler üzerindeki etkisi büyük oldu. Derhal Hz. Osman'ı
serbest bıraktılar ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'le barış yapmak üzere Amr
oğlu Süheyl başkanlığında bir hey'et gönderdiler.
a) Barış Şartları
Uzun müzâkere ve tartışmalardan sonra kabûl edilen barış şartları şunlardır:
1- Müslümanlar bu sene Kâbe'yi ziyâret etmeden dönecekler, bir yıl sonra
ziyâret edecekler.
2- Müslümanlar Kâbe'yi ziyâret için geldiklerinde, Mekke'de üç günden
çok kalmayacaklar ve yanlarında birer kılıçtan başka silah bulundurmayacaklar.
3- Müslümanların Mekke'de bulunduğu günlerde, Kureyşliler Mekke dışına
çıkacaklar, Müslümanlarla temâs etmeyecekler.
4- Mekkelilerden biri Müslümanlara sığınırsa, Müslüman bile olsa, geri
verilecek; fakat Müslümanlardan Mekkelilere sığınan olursa, geri istenmeyecek.
5- Kureyş dışında kalan diğer kabileler, iki taraftan istediklerinin himâyesine
girmekte ve anlaşma yapmakta serbest olacaklar.
6- Bu anlaşma on yıl geçerli olacak, bu müddet içinde iki taraf arasında
tecâvüz ve savaş olmayacak.
b) Barış Anlaşmasının Yazılması
Barış şartlarını Rasûlullah (s.a.s) Hz. Ali'ye yazdırdı. "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm.
Bu anlaşma, Muhammed Rasûlullah ile Kureyş elçisi Süheyl arasında yapılmıştır."
diye yazılmasına Süheyl itiraz etti.
- "Rahmân" sözünü anlamıyoruz, ayrıca senin Rasûlullah olduğunu
kabûl etseydik, bu anlaşmaya gerek yoktu "Bismike'llâhümme (Allah'ım,
senin adınla). Bu anlaşma Abdullah'ın oğlu Muhammed ile Kureyş elçisi
Süheyl arasında yapılmıştır." diye yazılmasını istedi.(256/1)
-Rasûlullah (s.a.s) mutlaka barışı sağlamak istiyordu. Daha işin başında,
"Allah'a yemin olsun ki Kureyş benden Cenab-ı Hakk'ın kutsal kıldığı
şeylere hürmet kasdiyle her ne isterse, ne kadar ağır olursa olsun, isteklerini
kabûl edeceğim," buyurmuştu. Bu sebeple, bütün bu ağır şartları kabûl
etti.
Fakat müslümalar son derece üzgündüler. Büyük bir ümit ve heyecanla gelmişlerdi.
Oysa şimdi Kâbe'yi ziyâret edemeden döneceklerdi.
Anlaşmanın yazılması henüz bitmişti ki, Süheyl'in oğlu Ebû Cendel, ayağındaki
zinciri sürükleyerek çıkageldi. Babası onu Müslüman olduğu için, zincire
vurarak hapsetmişti. Her nasılsa kurtulmuş, bin bir güçlükle Mekke'den
kaçmış, Müslümanlara sığınmağa gelmişti.
Süheyl oğlunun geri verilmesinde isrâr etti. Aksi halde anlaşmayı imzalamadan
döneceğini söyledi. Bütün çabalara rağmen, inadından dönmedi. Barışın
sağlanabilmesi için, Ebû Cendel'in müşriklere teslimi gerekiyordu. Çektiği
işkenceleri ve acıklı hâlini anlatarak müşriklerin elinde bırakılmamasını
isteyen Ebû Cendel'i Rasûlullah (s.a.s):
-Ey Ebû Cendel, biraz daha sabret, pek yakında Yüce Rabbım sana ve senin
gibilere kurtuluş yolunu açacaktır, diye teselli etti.
c) Ashâbın Üzüntüsü
Fakat bu son durum, artık Müslümanların üzüntülerini dayanılmaz hâle getirmişti.
Hepsinin sinirleri gergindi. Hz. Ömer dayanamadı. Rasûlullah (s.a.s) 'ın
huzuruna gelerek:
-Sen Allah'ın Peygamberi değil misin? Bizim dinimiz hak değil mi? Neden
bu zilleti kabûl ediyoruz, neden? diye söylendi. Hz. Peygamber (s.a.s):
-Evet ben Allah'ın Peygamberiyim. Bu yaptığım işlerde Allah'a isyan etmiş
de değilim. O, benim yardımcımdır, diye cevap verdi. Fakat Ömer'in üzüntü
ve öfkesi devâm ediyordu.
-Sen bize Kâbe'yi tavaf edeceğiz., demedin mi? diye sordu. Rasûlullah
(s.a.s):
-Evet, dedim. Fakat bu sene ziyâret edeceğimizi söylemedim, Tekrâr ediyorum,
Kâbe'yi hep beraber tavâf ve ziyaaret edeceğiz, buyurdu.(256/2) Anlaşmanın
imzalanmasından sonra Rasûlullah (s.a.s) ashâbına:
-Haydi, artık kurbanlarınızı kesiniz, sonra tıraş olup ihramdan çıkınız,
emrini üç defa tekrarladığı halde, hiç kimse yerinden kıpırdamamıştı.(257)
Hz Peygamber (s.a.s), ashâbının bu ilgisizliğine üzülerek, eşi Ümmü Seleme'nin
yanına gitti. Ümmü Seleme:
-Yâ Rasûlallah, onlar üzüntülerinden ilgisiz görünüyorlar. Siz kimseyle
konuşmadan kendiniz kurbanınızı kesin, tıraş olun. Onlar size uyacaklardır,
dedi.
Ashâb, Hz. Peygamber (s.a.s) 'in kurbanını kesip tıraş olduğunu görünce,
hemen onlar da kurbanlarını kesip, birbirlerini tıraş etmeğe başladılar.(258)
d) Hudeybiye Barışı Aslında Zaferdi.
Hudeybiye Barışı'nın hemen bütün şartları, Müslümanların aleyhine görünüyordu.
Fakat barışın Müslümanların yararına ve sonucun lehlerine olacağını Rasûlullah
(s.a.s) biliyordu. Bu sebeple,barışı sağlamak için, aleyhlerinde görünen
en ağır şartları kabûl etmişti.
Rasûlullah (s.a.s) barış anlaşmasının imzalanmasından üç gün sonra Medine'ye
döndü. Böylece Müslümanlar Hudeybiye'de 19-20 gün kalmış oldular.
Dönüşte yolda "Fetih Sûresi" indi, Cenâb- Hakk Hudeybiye anlaşmasının
Müslümanlar için zillet ve yenilgi değil, aksine zafer olduğunu bildiriyordu.(259)
Gerçekten Hudeybiye anlaşması, Müslümanlığın Medine dışında yayılmasına
bir başlangıç oldu. Mekkeliler o zamana kadar müslümanlara, dağılıp yok
olmağa mahkûm, derme-çatma bir toplululk gözü ile bakıyorlardı. Bu anlaşma
ile Müslümanları bir devlet olarak tanımış oldular.
Anlaşmadan sonra Müslümanlarla müşrikler arasında görüşme ve temâslar
arttı. Hz. Peygamber (s.a.s) İslâm'ı serbestçe yaymağa başladı. Hudeybiye
musâlahasından Mekke'nin fethine kadar geçen 21 aylık devrede Müslüman
olanların sayısı, İslâm'ın doğuşundan, Hudeybiye Barışına kadar geçen
19 yılda Müslüman olanların sayısından kat kat fazla oldu. Hayber'in ve
Mekke'nin fethi gibi zaferler, Hudeybiye musâlahasını takibetti. Dört
yıl sonra, Rasûlullah (s.a.s)'ın vefâtında Müslümanlık bütün Arab yarımadasına
yayılmış bulunuyordu.
e) Barış Şartlarının Müslümanlar Lehine Dönmesi
Hz. Peygamber (s.a.s.) anlaşmaya bağlı kaldı. Mekkeliler istemedikçe,
hiç bir hükmünü tek taraflı kaldırmadı. Kısa bir süre sonra, Kureyş'le
aralarında anlaşma bulunan Sakîf kabîlesinden Ebû Basîr adında biri, Medine'ye
gelip Müslümanlara sığındı. Ebû Basîr de Ebû Cendel gibi işkence gören
Müslümanlardandı. Mekkeliler, arkasından hemen iki kişi gönderip Ebû Basîr'in
iâdesini istediler. Rasûlullah (s.a.s):
-Ey Ebû Basîr, biliyorsun ki, biz Kureyşle bir sözleşme yaptık, ahdimizi
bozamayız. Biraz daha sabret, Rabb'ım yakında bir kurtuluş yolu açacaktır,
diyerek Ebû Basîr'i Kureyşlilere teslim etti.
Ebû Basîr, Mekke'ye ölüme götürüldüğünü biliyordu. Bu sebeple, bu adamların
elinden kurtulması gerekiyordu. Yolda, Zülhuleyfe'de(260) yemek için oturdular.
Ebû Basîr, bunlara saf ve samîmî göründü. Bir ara:
-Kılıcın ne kadar da güzelmiş, bakmama müsaade eder misin? diyerek, birinin
elinden kılıcı aldı, hemen üzerine atılıp onu öldürdü; diğeri ise kaçıp
kurtuldu.
Ebû Basîr öldürdüğü Kureyşlinin atına bindi, silahını kuşandı, tekrar
Medine'ye döndü. Rasûlullah (s.a.s)'ın huzuruna çıkıp:
-"Ey Allah'ın Rasûlü, siz sözünüzü yerine getirdiniz. Beni onlara
teslim ettiniz. Fakat Allah beni kurtardı, dedi. Hz. Peygamber (s.a.s)
ona anlaşma şartlarına göre Medine'de kalmasının mümkün olmadığını anlattı.
Ebû Basîr Medine'den çıktı. Mekke'ye dönemezdi. Medine'de kalamıyordu.
Deniz kıyısında, Mekke- Şam yolu üzerinde "İys" denilen bir
yere yerleşti. Mekke'de Müslümanlıklarını gizleyenler ve işkence görenler,
birer, ikişer kaçıp, Ebû Basîr'in yanında toplandılar. Ebû Cendel de kaçıp
buraya geldi. Kısa zamanda sayıları 70'e yükseldi, daha sonra 300 oldular.
Mekkelilerin Şam ticâretini önleyecek bir kuvvet hâline geldiler.
Ebû Basîr'in yanında toplananlar, Hudeybiye anlaşması hükümlerine bağlı
değildiler. Kureyşin Şam ticâret yolu tehlikeye girmişti. Mekkeliler telâşlandılar.
Anlaşmanın, Medine'ye sığınan Mekkelilerin geri verilmesiyle ilgili maddesini
hükümsüz saymaktan başka çâre yoktu. Baskı ile Müslümanlığın önlenemeyeceğini
anladılar. Hemen, Hz Peygamber (s.a.s)'e Ebû Süfyan'ı elçi olarak gönderip,
bu maddenin kaldırılmasını ve Mekke'den kaçan bütün Müslümanların Medine'ye
kabûlünü istediler. Anlaşma yapılırken en çok ısrar gösterdikleri bu madde,
gene onların isteğiyle kaldırılmış oldu.
Peygamber (s.a.s.), Ebû Basîr ve arkadaşlarını Medine'ye çağırdı. Bu sırada
Ebû Basîr ölüm yatağında idi. Vefât edince orada defnettiler. Arkadaşlarını
Ebû Cendel toplayıp Medine'ye götürdü. Böylece Kureyşin Şam ticâret yolu
açıldı. Müslümanlar da anlaşmanın en ağır hükmünden kurtulmuş oldular.
Hudeybiye Barışı 2 yıl devâm etti. Anlaşmayı Kureyş bozdu. İki yıl sonra
Mekke, Müslümanlar tarafından fethedildi. (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630
M.)
3- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN ÜMMÜ HABÎBE'YLE
EVLENMESİ
Ümmü Habîbe Ebû Süfyân'ın kızıdır. Mekke Devrinde Müslüman olmuş ve kocası
Ubeydullah b. Cahş'la birlikte Habeşistan'a hicret eden ikinci kafileye
katılmıştı. Alkolik bir adam olan kocası, Habeşistan'da Hristiyan oldu.
Ümmü Habîbe Müslümanlıkta sebât edip kocasından ayrıldı. Bu yüzden, yabancı
bir ülkede kimsesiz ve himâyesiz kaldı. Henüz müşrik olan babasının yanına
da dönemezdi.
Rasûlullah (s.a.s), Hicretin 6'ıncı yılı Habeşistan'a bir elçi gönderdi.
Habeş Necâşi'sini vekil yaparak Ümmü Habîbe'yi nikâhladı.(261) Nikâh merâsiminde
Câfer Tayyar ve diğer Müslümanlar da bulundu. Nikâhtan sonra Necâşi Ümmü
Habîbe'yi Medine'ye gönderdi. Bu evlilikten önce şu âyet inmişti:
"Allah'ın, sizinle düşmanlık gösterdiğiniz kimseler arasında dostluk
ve sevgi yaratması mümkündür." (el-Mümtehine Sûresi,7)
Gerçekten bu evlilikten sonra Ebû Süfyân'ın, Hz. Peygamber (s.a.s)'e olan
düşmanlığında bir yumuşama başlamıştır.
--------------------------------------------------------------------------------
(245) "Andolsun ki, Allah peygamberinin
rüyasının gerçek olduğunu tasdik etmiştir. Allah dilerse, siz güven içinde
başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan, Mescid-i
Haram'a gireceksiniz.." (el-Fetih Sûresi, 27)
(246) Medine civârındaki henüz Müslüman olmayan Müzeyne, Cüheyne, Gıfâr,
Eslem, Eşca', gibi kabileler de birlikte Kâbe'yi ziyâret için dâvet edilmişlerse
de, bunlar Kureyş'ten çekindikleri için, Müslümanlara katılmadılar. (Tecrid
Tercemesi, 8/177, 1164 numaralı hadisin izâhı)
(247) el-Buhârî, 5/62-63; Tecrid Tercemesi, 8/ 264 (Hadis No: 1599)
(248) O devirde, çölde yırtıcı hayvanlara ve çapulculara karşı her yolcunun
bir kılıç bulundurması âdet ve zarûri idi.
(249) Umre, ihrâmlı olarak Kâbe'yi tavâf ve ziyâret etmek, Safâ ile Merve
arasında Sa'y yaptıktan sonra tıraş olarak ihramdan çıkmaktan ibârettir.
Umre için belirli bir zaman yoktur, her zaman yapılabilir. Hac ise belirli
zamanda (ancak hac mevsiminde) yapılır.
(250) Hudeybiye, Medine'ye 9 konak, Mekke'ye ise 1 günlük mesâfede küçük
bir köydür. Adını, buradaki aynı adı taşıyan bir kuyudan almıştır. (Tecrid
Tercemesi, 10/258)
(251) Bkz. el-Buhârî, 3/178; Tercid Tercemesi, 8/178 (Hadis No: 1164)
Müslümanların indiği yerdeki "Samed" adlı kuyuda çok az su vardı.
Herkes almaya başlayınca, bir anda suyu tükeniverdi. Susuzluktan şikâyet
başladı. Rasûlüllah (s.a.s.) ok torbasından çıkardığı bir oku, kuyunun
dibine koymalarını emretti. Artık oradan ayrılıncaya kadar su sıkıntısı
çekmediler. (bkz. el-Buhârî 3/178 ve 5/62; Tecrid Ter. 8/179 Hadis No:
1164 ve 10/261 Hadis No:1598)
(252) Huzâa kabîlesiyle, Hâşimoğulları arasında câhiliyyet devrinde dostluk
vardı. Huzâalılar bu dostluğu İslâmdan sonra da devâm ettirdiler. Müslüman
olsun müşrik olsun, bütün Huzâalılar, Mekke'de olup biteni Rasûlüllah
(s.a.s. )'den gizlemezler, gizlice O'na bildirirlerdi.
(253) Bkz. el-Buhârî, 3/79; Tecrid Tercemesi, 8/181 (Hadis No: 1164)
(254) Bu ağaç, müslümanlar arasında zamanla kutsal sayılabilir, düşüncesiyle
halifeliği sırasında Hz. Ömer'in emriyle kesilmiştir. (Tecrid Ter., 10/260)
(255) el-Feth Sûresi, 18
(256/1) Bkz. Tecrid Tercemesi, 8/136-141 (Hadis No: 1158)
(256/2) Hz. Ömer, daha sonra Rasûlüllah (s.a.s.) 'e karşı saygısız davrandım
diye bu sözlerinden pişmanlık duymuştur. (el-Buhârî, 5/67; Tecrid Tercemesi,
10/267; Asr-ı Saâdet, 1/427)
(257) Rasûlüllah (s.a.s.)'in emrini ashâbın hemen yerine getirmemesi,
muhâlefet için değildi. Şartları ağır olan bu anlaşmanın vahiy ile kaldırılacağını,
böylece Kâbe'yi ziyâret edebileceklerini ümit ediyorlardı.
(258) İslâm bilginleri bu olaydan, fiilî sünnetin, kavlî (sözlü) sünnetden
daha kuvvetli olduğu sonucuna varmışlardır.
(259) (Ey Muhammed, Hudeybiye anlaşmasıyla) Biz sana apaçık bir fetih
(zafer) verdik. (el-Fetih Sûresi, 1)
(260) Zülhuleyfe Medine'ye bir konak, yaklaşık 10 km. mesâfede bir yerdir.
Medineliler ve Medine'ye uğrayarak hac veye umre için Mekke'ye gidenler
ihrama burada girerler. Şimdi bu yere "Abâr-ı Ali" denilmektedir.
(261) Zâdü'l-Meâd, 2/120
--------------------------------------------------------------------------------
VII-HİCRETİN YEDİNCİ YILI (628-629 M.)
1- İSLÂMA DAVET İÇİN ELÇİLER GÖNDERİLMESİ
"Ya Muhamed! De ki; doğrusu ben,
göklerin ve yerin yegâne mâliki, kendisinden başka ilâh olmayan; dirilten
ve öldüren Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim..."
(el-A'raf Sûresi, 158)
Hz. Muhammed (s.a.s), daha önceki peygamberler gibi, sâdece Arapların
veya belli bir toplumun peygamberi değildir. O'nun peygamberliği umûmîdir.
Kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara peygamber ve âlemlere rahmet olmak
üzere gönderilmiştir.(262) Bu sebeple İslâm'ı her tarafa yayması, peygamberliğini
bütün dünyaya duyurması gerekiyordu. Fakat şimdiye kadar Mekke müşrikleri
buna imkân vermemişlerdi.
Hudeybiye Anlaşmasıyle iki taraf arasında barış ve güvenlik sağlandı.
Artık, Müslümanlığın yayılması için herkese ve her tarafa duyurma zamanı
gelmişti. Rasûlullah (s.a.s) Hudeybiye'den dönünce bu konuyu ashâbıyle
istişâre etti. Büyük ve komşu devletlerin hükümdarlarıyla bazı Arap beyliklerine
mektup ve elçi gönderilmesi kararlaştırıldı. Kaşında "Muhammed Rasûlullah"
yazılı gümüş bir yüzük yaptırıldı, mektuplar bununla mühürlendi.(263)
Elçiler ve Gönderildikleri Hükümdarlar
Bizans Kayser'i Hirakliyus'a, Halîfe oğlu Dihyetü'l-Kelbî; İran Kisrâ'sı
Hüsrev Perviz'e, Huzâfe oğlu Abdullah; Habeşistan Necâşisi Ashame'ye,
Ümeyye oğlu Amr; Mısır (İskenderiyye) Mukavkısı Çüreyc'e, Ebû Beltea oğlu
Hâtıb; Gassan Emîri Hâris b. Ebî Şemmer'e, Vehb oğlu Şuca'; Yemâme Emîri
Hevze b.Ali'ye de Amr oğlu Salît elçi olarak mektup götürdüler.(264)
2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'İN HÜKÜMDARLARA
YAZDIRDIĞI MEKTUPLAR
a) Bizans Kayseri'ne Gönderilen Mektûp
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahim... Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed
(s.a.s.)'den, Rum'un büyüğü Hirakl'e. Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun.
Bundan sonra: Ben seni İslâm'a ve onu yayma hizmetine dâvet ediyorum.
Müslüman ol ki, selâmete eresin, Allah da sana ecrini iki kat versin.
Eğer kabûl etmezsen, halkının vebâli senin boynundadır."
"Ey Ehl-i Kitab! Bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin:
Ancak Allah'a kulluk edelim. O'na kullukta hiç bir şeyi ortak yapmayalım.
Allah'ı bırakıp bir kısmınız diğer kısmınızı Rab edinmesin. Eğer yüz cevirirlerse,
'şâhid olun, biz Müslümanız' deyin" (Âl-i İmrân Sûresi, 64).(265)
Dihye, Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu Hirakl'e götürdüğü zaman Hirakl
Kudüs'te bulunuyordu. Elçiyi iyi karşıladı. Rasûlullah (s.a.s) hakkında
bilgi edinmek için, bölgede bulunan Arap tâcirlerinin huzûruna getirilmesini
emretti.
Mekke'den bir ticâret kafilesi o sırada bu bölgede bulunuyordu. Kafilede
Kureyş'in reisi Ebû Süfyân da vardı. Ebû Süfyan ve arkadaşları getirildiğinde,
Bizans'ın ileri gelen din ve devlet adamları, piskoposlar, papazlar İmparator
Hirakl'in etrâfında sıralanmışlardı. Kayser tercüman vâsıtasiyle:
-Peygamberlik davasında bulunan bu zâta, içinizde soyca en yakın olan
kim? diye sordu. Ebû Süfyân:
-Burada nesebce O'na en yakın benim, diye ilerledi. Kayser Ebû Süfyân'ı
arkadaşlarının önüne oturttu. Sorularıma doğru cevâp vermezse, siz düzeltin,
dedi. Sonra İmparator ile Ebû Süfyân arasında şu konuşma geçti:
-İçinizde Muhammed (s.a.s.)'in soyu nasıldır?
-Asil bir soydandır.
-Memleketinizde ondan önce Peygamberlik davasında bulunan oldu mu?
-Hayır.
-Sülâlesinde hükümdar var mı?
-Hayır.
-O'nun dinine girenler halkın eşrâfı mı, zayıfları mı?
-Çoğunlukla fakir ve zayıf kimseler.
-O'na uyanlar gün geçtikce çoğalıyor mu, azalıyor mu?
-Çoğalıyor.
-Dinine girdikten sonra, beğenmeyip ayrılanlar oldu mu?
-Olmadı.
-Daha önce yalan söylediği olur muydu?
-Aslâ olmazdı.
-Hiç sözünde durmadığı oldu mu?
-Olmadı, ancak şimdi biz onunla barış yaptık. Bu müddet içinde nasıl davranacağını
bilmiyoruz.
-O'nunla hiç savaştınız mı?
-Evet savaştık.
-Netice ne oldu ?
-Bazan biz, bazan O kazandı.
-Size ne emrediyor?
-Yalnız Allah'a kuluk edin, O'na hiç bir şeyi ortak yapmayın, dedelerinizin
taptığı putları bırakın, diyor. Namaz kılmayı, doğru ve iffetli olmayı,
akrabalık bağını kesmemeyi emrediyor.
Bundan sonra imparator sözlerine şöyle devam etti:
Nesebce asîl olduğunu söylediniz. Peygamberler dâima asil soydan gelmiştir.
İçinizden daha önce böyle bir davada bulunan olmadığını anlattınız. O'halde
eski bir davanın peşinde bir kişi sayılamaz. Soyunda hükümdar yoktur,
dediniz. Bu durumda servet ve saltanat peşinde olduğu da söylenemez. Daha
önce kesinlikle yalan söylemediğine şehâdet ediyorsunuz. İnsanlara yalan
söylemeyen Allah'a karşı da yalan söylemez. O'na imân edenlerin çoğunlukla
fakir ve zayıflar olduğunu ifade ettiniz. Peygamberlere ilk uyanlar dâima
böyle olmuştur. O'na uyanların gün geçtikçe arttığını söylediniz. Hakk'a
uyanlar azalmaz, dâima çağalır. Dinine girdikten sonra dönen hiç yok dediniz.
İmân kalbde kökleşince çıkmaz. Sözünde durduğunu, kimseyi aldatmadığını
itirâf ettiniz. Peygamberler kimseyi aldatmaz. Sizi ancak Allah'a kulluk
etmeğe, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamağa dâvet ettiğini açıkladınız.
Eğer bu söyledikleriniz doğru ise, ayaklarımın bastığı şu topraklar, yakında
O'nun olacaktır. Ben bir peygamber geleceğini biliyordum ama, sizden çıkacağını
sanmazdım. Eğer O'na ulaşabileceğimi bilsem, her zahmete katlanırdım.
Yanında olsam, ayaklarını yıkar, hizmet ederdim. dedi. Sonra mektûbu okuttu.
İmparatorun Ebû Süfyânla yaptığı konuşma, papazları kızdırmıştı. Mektup
okununca salonda gürültü çoğaldı. İmparator işin kötüye varmasından korktu.
Elçinin ve Arap tâcirlerin çıkmalarını istedi. Ben sizin dininize bağlılığınızın
derecesini anlamak istemiştim, diyerek tutumunu değiştirdi.(266)
Kayser Hirakl'in kalbinde iman kıvılcımı belirmişti. Dünya hırsı ve saltanatını
kaybetme korkusu, bu kıvılcımı söndürdü. Fakat elçiye saygısız davranmadı,
hediyeler vererek nezâketle geri çevirdi.
b) İran Kisrâ'sına Gönderilen Mektup
Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahim. Allah'ın kulu ve Peygamberi Muhammed (s.a.s.)'den
Fars'ın ulusu Kisrâ'ya. Hidâyete uyanlara, Allah ve Rasûlüne imân edenlere,
Allah'tan başka hiç bir ilah olmayıp O'nun bir tek olduğuna, ortağı ve
benzeri bulunmadığına, Muhammed (s.a.s.) 'in O'nun kulu ve rasûlü olduğuna
şehâdet edenlere selâm olsun. Ey Kisrâ! Seni Allah'ın dinine dâvet ediyorum.
Çünkü ben, dirileri (Allah'ın azabıyla) uyarmak, kâfirler üzerine o söz
(azab) hak olmak için, bütün insalara Peygamber gönderildim. Ey Kisrâ!
müslüman ol ki selâmet bulasın. Eğer olmazsan, mecûsîlerin günâhı boynuna
olsun.(267)
Rasûlullah (s.a.s.), mektubun Kisrâ'ya verilmek üzere, Bahreyn emiri Münzir'e
teslimini emretmişti. Bahreyn, o zaman İran'a bağlıydı. Münzir mektubu
Kisrâ'ya götürdü. Kisrâ mektubu okuyunca yırtıp parçaladı. Rasûlullah
(s.a.s.) bundan haberdar olunca:
-Parça parça olsunlar, buyurdu.(268)
Çok geçmeden Kisrâ Hüsrev Perviz, oğlu Şirvehy tarafından karnı deşilerek
öldürüldü. Hz. Ömer'in halifeliği sırasında da Kisrâ'nın imparatorluğu
parçalandı, Sâsâni Sülâlesi son buldu. Bütün İran toprakları Müslümanların
eline geçti.
c) Habeşistan Necâşisi'ne Gönderilen
Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm. Allah'ın Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den
Habeş Meliki Necâşî'ye. Ey Melik, Müslüman ol. Ben, kendisinden başka
ilâh olmayan, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin (gibi yüce sıfatlarla
muttasıf) Allah'ın sana olan nimetlerinden dolayı mesrûrum, senin adına
hamdediyorum.
Şehâdet ederim ki, Meryem'in oğlu İsâ, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. O'nu
hiç evlenmemiş, tertemiz ve çok iffetli bir hanım olan Meryem'e ilka etti.
Böylece Meryem İsâ'ya hâmile oldu. Âdem'i (anasız-babasız) kudretiyle
yarattığı gibi, İsâ'yı da (babasız) olarak ruhundan ve nefhinden yarattı.
Ey Melik! Seni eşi ve benzeri olmayan tek bir Allah'a itâata, bana uymaya
ve bana Allah'tan gelene imâna dâvet ediyorum. Çünkü ben Allah'ın Peygamberiyim.
Seni ve askerlerini Allah'ın dinine çağırıyorum. Ben size tebliğ ve nasihat
ettim. Nasihatımı kabûl edin. Selâm hidâyete uyanlara.(269)
Habeşistan'a hicret etmiş olan müslümanlardan bir grup ile, Hz. Ali'nin
ağabeyi Câfer Tayyar hâlâ dönmemişlerdi. Rasûlullah (s.a.s.) elçisi vâsıtasiyle
bunların gönderilmesini ve Ümmü Habîbe'nin de zât-ı risâletlerine nikâh
edilerek, gönlünün hoş edilmesini istemişti.
Necâşi, Ümmü Habîbeyi Rasûlullah (s.a.s.)'e nikâhladı. Habeşistan'da bulunan
Müslüman muhâcirleri gemiye bindirip gönderdi. Rasûl-i Ekrem'e bir mektup
yazarak Müslüman olduğunu da bildiridi.
Rasûlullah (s.a.s.)'e Habeş Necâşi'sinin
Mektubu
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm, Allah'ın Rasûlü Mahammed (s.a.s.)'e
Necâşi Ashame tarafından. Ey Allah'ın Peygamberi, kendisinden başka ilâh
olmayan Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi üzerine olsun.
Ey Allah'ın Rasûlü, Hz. İsâ hakkındaki açıklamayı hâvi mektubunuz bana
ulaştı. Göklerin ve yerin Rabbı olan Allah'a yemin ederim ki, Hz. İsa
da, kendisiyle ilgili olarak, zikrettiğinizden ziyâde birşey söylememiştir.
O'nun söyledikleri de, sizin buyurduğunuz gibidir. Bize tebliğ ettiğiniz
şeyleri öğrendik. Amcanız oğlu (Câfer) ve arkadaşlarıyle tanıştık. Ben
şehâdet ederim ki sen, Allah'ın geçmiş Peygamberleri tasdik eden, sözünde
sâdık Rasûlüsün. Sana bîat ettim, (daha önce) amcanız oğluna bîat ederek,
âlemlerin Rabb'ı Allah Teâla'ya imân edip Müslüman olmuştum.(270)
d) Mısır Meliki Mukavkıs'a Gönderilen
Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r–rahîm. Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed
(s.a.s.)'den Kıbt milletinin büyüğü Mukavkıs'a. Selâm hidâyet yoluna uyanlara.
Ben, seni İslâm Dini'ne dâvet ediyorum. Müslüman ol ki selâmete eresin,
Allah da ecrini iki kat versin. Kabûl etmez, yüz çevirirsen, Kıbt milletinin
günâhı boynuna olsun." (Mektup, Âl-i İmrân Sûresi'nin 64'üncü âyetiyle
son bulmaktadır.(271)
Mısır Mukavkısı Cüreyc, Rasûlullah (s.a.s.)'in elçisine hürmet gösterdi,
fakat Müslüman olmadı. Elçiye bir mektup verdi, hediyelerle geri çevirdi.
Rasûlullah (s.a.s.)'e Mısır Mukavkısı'nın
Mektubu
Bismi'llâhir'r-rahmâni'r-rahîm. Abdullah oğlu Muhammed (s.a.s.)'e, Kıbtın
büyüğü Mukavkıs'tan, Selâm sana. Mektubunu okudum. Münderecâtını ve dâvetinizi
anladım. Zuhûru beklenen bir peygamber kaldığını biliyordum. Fakat ben
O'nun Şam'dan çıkacağını sanırdım. Elçinize ikram ettim. Size Kıbt milleti
arasında mevkii yüksek iki câriye ile bir elbise ve binmeniz için de bir
ester hediye gönderiyorum. Selâm sana muhterem Peygamber.(272)
Bu câriyelerden Mâriye'yi Rasûlullah (s.a.s.) kendisi aldı. İbrahim adındaki
oğlu bundan oldu. Kardeşi Şirin'i ise şâiri, Hassan b. Sâbit'e verdi.
Düldül adı verilen beyaz estere de bindi.
e)Yemâme Emiri Hevze'ye Gönderilen
Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r–rahîm. Allah'ın Rasûlu Muhammed (s.a.s.)'den
Ali oğlu Hevze'ye. Selâm hidâyet yolunda olanlara. Bil ki, Rabb'ım benim
dinimi yakın bir zamanda, dünyanın en uzak ufuklarında parlatacak. Ey
Hevze, Müslüman ol da selâmete er. Ben de idâren altındaki yerleri, senin
idârende bırakayım.(273)
Hrıstiyan olan Hevze, Müslüman olmadı. Rasûlullah (s.a.s.)'e yazdığı cevapta:
-Beni dâvet ettiğin din çok güzel. Ancak Arablar benim yerime göz koymuşlardır.
Beni veliahd yaparsan, sana tâbi olurum, dedi. Rasûllüllah (s.a.s.)'a
Hevze'nin cevâbı okununca:
-Bu adam ne söylüyor? Bu şartla O'na bir karış yerin idaresini bile bırakmam,
buyurdu.(274) Hevze, Mekkenin fethinden sonra öldü. Çok geçmeden bu bölge
Müslüman oldu.
f) Gassân Emiri Hâris'e Gönderilen
Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r–rahîm. Allah'ın Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den
Ebû Şemmer oğlu Hâris'e. Selâm hidâyete uyan, bana imân edip nübüvvetimi
tasdik edenler üzerine olsun. Seni, eşi ve benzeri olmayan tek bir Allah'a
imân etmeğe dâvet ediyorum.Kabûl ettiğin takdirde, yerinde hümükdar olarak
kalacaksın.(275)
Hâris, Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu küstahca yere attı. Elçiye saygısız
davrandı. Hatta, Bizans İmparatorundan Medine üzerine asker sevki istemiş,
fakat Kayser reddetmişti. Elçi Şuca', Hâris'in davranışını arzedince Rasûl-i
Ekrem (s.a.s.):
-Allah mülkünü elinden alsın, buyurdu.
Hâris, Mekke'nin fethi sırasında öldü. Ülkesi Hz. Ömer'in halifeliği sırasında
İslâm sınırları içine girdi.
3- HAYBER'İN FETHİ (Muharrem 7 H./Mayıs 628 M.)
a) Savaşın Sebebi
Hayber Medine'nin kuzey-doğusunda, Suriye yolu üzerinde, Medine'ye 170
km. mesâfede büyük bir Yahûdî şehriydi. Yedi kalesi vardı. Hurmalıklarıyla
meşhûr, münbit bir vâha'da kurulmuştu.
Hayber, Müslümanlara karşı bir fesâd ocağı hâline gelmişti. Daha önce
Medine'den çıkarılmış olan Yahûdîler de oraya yerleşmişlerdi. Müslümanlara
karşı, müşrik bedevî Arabları harekete geçiren, Hendek Savaşını hazırlayan
bunlardı. Hendek Savaşında, Benî Kurayza Yahûdîlerine, düşmanla işbirliği
yaptıranlar da bunlar olmuştu.
Rasûlullah (s.a.s.) Hayber ahalisiyle barış yapmak istiyordu. Hudeybiye'den
döndükten sonra, Ravâha oğlu Abdullah'ı Hayber'e gönderdi. Fakat Yahûdîler
barış teklifini kabûl etmediler. Onlar, komşuları Gatafan kabilesiyle
birlikte Medine'yi basmak için hazırlanıyorlardı. Hudeybiye Barış Anlaşması'nın,
Müslümanların aleyhine görünen maddeleri,onlara Müslümanları kuvvetsiz
göstermişti. Münâfıklar da onları savaşa teşvik ediyorlardı.
Gatafan kabîlesi, Müslümanlara karşı Yahûdîlerle birlikte hareket etmeyi
kübûl etmişti. Düşman hazırlığını tamamlamadan harekete geçmek gerekiyordu.
Rasûlullah (s.a.s.), ashâbına:
-"Cihâdı isteyenler bizimle gelsin" diyerek Hayber üzerine yürüneceğini
ilan etti. Hicretin 7'inci yılı Muharrem ayında 2000 atlı ve 1600 piyâde
ile Medine'den çıktı. Harekâtını düşmana sezdirmeden, üç günde Raci' Vâdisi'ne
ulaştı.(276) Burada ordugâhını kurdu. Böylece Gatafan kabîlesinden, Yahûdîlere
gelecek yardımın yolunu kesmiş oldu.
b) Hayber'in Kuşatılması
Rasûlullah (s.a.s.) düşman üzerine gece vakti varırsa, hemen baskın yapmaz,
sabahı beklerdi.(277) Bu sebeple geceyi Raci'de geçirdi. Sabah namazını
kıldıktan sonra, Hayber üzerine yürüdü.
Sabahleyin, kazma ve kürekleriyle işlerine gitmek üzere evlerinden çıkan
Yahûdîler, karşılarında Müslüman ordusunu görünce şaşkınlıkla:
-Muhammed, vallâhi Muhammed ve askeri... diye bağrıştılar (278), geri
dönüp kalelerine kapandılar.
Hayber'de hepsi de gayet sağlam 7 kale vardı. En kuvvetlisi ise Kamûs
kalesiydi. Hepsinde de bol miktarda silah ve yiyecek vardı. Yahûdîler
savaş için hazırlıklıydılar. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.s.)'in sulh teklifini
kabûl etmediler.
c) Son Kale ve Fethin tamamlanması
Yirmi gün kadar devâm eden kuşatma ve savaş sonunda, bütün kaleler birer
birer zaptedildi. Sadece Kamûs kalesi kaldı. Bu kalenin kumandanlığında,
Arablarca bin cengâvere bedel sayılan meşhûr Yahûdî pehlivanı Merhab bulunuyordu.
Her gün sıra ile ashabın ileri gelenlerinin komutasında yapılan hücumlardan
bir sonuç alınamamıştı. Nihâyet Rasûlullah (s.a.s.) bir gün:
-Yarın sancağı bir kişiye vereceğim ki, Allah Hayber'in fethini O'nun
eliyle müyesser kılacak. O kişi Allah ve Rasûlünü sever, Allah ve Rasûlü
de onu sever, buyurdu. Bu yüce şerefin kime nasib olacağı bilinmediğinden,
herkes o gece ümitle sabahlamıştı. Hz. Ali'nin gözlerinde şiddetli bir
ağrı vardı. Bu yüzden hiç kimsenin hatırından O geçmiyordu. Sabah olunca
Hz. Peygamber (s.a.s.):
-Ali nerede? Bana O'nu çağırın, buyurdu.
-Yâ Rasûlallah, gözleri ağrıyor, dediler ve yederek huzuruna getirdiler.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) duâ edip üfledi. Hz. Ali'nin gözleri derhal iyileşti,
sanki hiç ağrımamış gibi oldu. Sonra sancağı O'na verdi.(279)
Hz. Ali, Yahûdîleri önce İslâm'a çağırdı; kabûl etmediler. Sulh teklifine
de yanaşmayıp, savaşa devâm ettiler.
İlk önce Merhab kaleden çıktı. Kahramanlık şiirleri söyleyerek meydan
okudu. Karşısına çıkacak er diledi. O'na karşı bizzât Hz. Ali çıktı, kahramanca
dövüşerek bu güçlü Yahûdîyi yere serdi. Merhab öldürülünce, Yahûdîler
fazla dayanamadılar. Ümitsizliğe düşüp kaleyi teslim ettiler. Böylece
Hayber feth edildi; Hz. Ali de Hayber Fâtihi oldu. Savaş sırasında Yahûdîlerden
93 kişi ölmüştü, Müslümanlar ise 15 şehit vermişlerdi.
d) Hayber Arâzisi
Savaş sonunda Hayber arâzisi, Müslümanların eline geçti. Ancak Yahûdîler,
bu topraklarda yarıcı olarak çalışmak istediler; istekleri kabûl edildi.
Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) her yıl mahsûl zamanı Ravâhaoğlu Abdullah'ı
Hayber'e gönderirdi. Abdullah da mahsûlü iki eşit kısma böler, yarısını
Yahûdîlere bırakır, diğer yarısını da Medine'ye götürürdü.
Yahûdîler, Hz. Ömer'in hilâfeti zamanına kadar yerlerinde kaldılar. Hz.
Ömer'in hilâfetinde, Arabistan dışına çıkarıldılar.
e) Hz. Peygamber (s.a.s.)'i Zehirleme
Teşebbüsü
Hz. Peygamber (s.a.s.) fetihden sonra Hayber'de bir kaç gün daha kaldı.
Yahûdîler gördükleri insânî muâmeleye rağmen, hâince davranışlarından
vazgeçmediler. Rasûlullah (s.a.s)'e suikast yapmayı plânladılar.
Yahûdî reislerinden Hâris kızı Zeynep, bir ziyâfet hazırladı. Rasûlullah
(s.a.s.)'i de bazı arkadaşlarıyla birlikte yemeğe dâvet etti. Fakat sofraya
konulan koyun eti zehirliydi.
Hz. Peygamber (s.a.s.) durumu ilk lokmada anladı, çiğnediği parçayı ağzından
çıkardı; ashâbına da yememelerini emretti. Fakat, Berâ oğlu Bişr bir kaç
lokma yemişti. Rasulüllah (s.a.s.) bunu niçin yaptıklarını Yahûdîlere
sorduğunda:
-Eğer yalancı isen, senden kurtuluruz, şayet hak peygamber isen, sana
zarar vermez.. diye düşündük, diye, güya akıllıca bir cevap verdiler.(280)
Zeynep de suçunu inkâr etmedi.
-Babam, amcam, kocam ve kardeşlerim, hepsi savaşta öldüler. İntikam için
yaptım, dedi. Rasûlullah (s.a.s.) şahsına karşı işlenen suçları affederdi.
Bu sebeple Zeynep'i cezâlandırmadı. Ancak çok geçmeden zehirli etten yiyen
Bişr ölünce, Zeynep de kısâs edilerek öldürülmüştür.(281)
4- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN HZ. SAFİYYE
İLE EVLENMESİ
Hayber esirleri arasında, Benî Nadîr reisi Ahtab oğlu Huyey'in kızı Safiyye
de vardı. Safiyye Hz. Harun'un neslinden olup, annesi de Benî Kurayza
reisinin kızıydı. Hayber Yahûdîlerinin reisi Rabi' oğlu Kinâne ile evlenmişti.
Kocası savaşta ölmüş, kendisi esir düşmüştü. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) O'nu
Dihyetü'l-Kelbî'ye vermişti. Ashâb bunu uygun bulmadılar:
-Hayber reisinin eşi Benî Kurayza ve Benî Nadîr'in en şerefli hanımının
câriye olarak Dihye'ye verilmesi, Yahûdîler için son derece haysiyet kırıcı
olur. Bu sebeple Safiyye'yi ancak sizin nikâhlamanız uygun olur, dediler.
Rasulüllah (s.a.s.) Dihye'ye başka bir câriye verdi. Safiyye'yi azâd etti
ve onunla evlendi.(282) Böylece O'nun haysiyet ve şerefini korudu.
5- FEDEK VE VÂDİ'L-KURÂ'NIN ALINMASI
Fedek, Medine'ye iki günlük mesâfede, akar suları ve hurmalıkları bol,
zengin bir Yahûdî köyü idi. Rasûlullah (s.a.s.), Hayber'in muhâsarası
devam ederken, Fedeklileri, İslâm'a dâvet için bir elçi gönderdi. Fedekliler,
Müslümanlığı kabûl etmediler. Topraklarımız sizin olsun, biz burada Hayberliler
gibi, yarıcı olarak çalışalım, dediler. İstekleri kabûl edildi.
Vâdi'l-Kurâ ise, Hayber'le Medine arasında bir çok Yahûdî köyünün bulunduğu
bir vâdi idi. Buradaki Yahûdîler de çevredeki Arap kabîleleriyle anlaşarak,
Müslümanlarla savaş için hazırlanıyorlardı. Rasûlullah (s.a.s.)
Hayberden dönerken buraya uğrayıp onları da İslâm'a dâvet etti, kabûl
etmediler, Müslümanlara ok yağdırarak savaşı başlattılar. Dört gün süren
çarpışma sonrasında yenik düştüler. Hayber gibi, elde edecekleri mahsûlün
yarısı kendilerinin olmak üzere, yerlerinde bırakıldılar.
Devâmlı Müslümanlara düşmanlık besleyen Yahûdîlerin işi böylece tamamlanmış
oldu. Müslümanlar Safer ayında Medine'ye döndüler.
Ele Geçen Arâzi
Müslümanların, düşmandan (kâfirlerden) savaşarak aldıkları mallara "ganimet"
denir. Ganimet malların, beşte dördü savaşa katılan mücâhidlere paylaştırılır.
Beşte biri ise beytü'l-mâl'e (Devlet Hazinesine) bırakılır.(283) Düşmandan
(Kâfirlerden) savaşmadan barış ve anlaşma yolu ile elde edilen mallara
ise "fey" adı verilir. Fey'in tamamı beyt'ül mâl'e aittir. (284)
Rasûlullah (s.a.s.) hayatta iken, Beytü'l-mâle âit malların tasarrufu
O'na âitti.
Bu sebeple savaşsız ele geçen Fedek arazisinin tamamı ile Hayber ve Vâdi'l-Kurâ
topraklarının beşte biri Rasûlullah (s.a.s.)'ın emrine ayrıldı. Beni Nadîr
arâzisi de, daha önce böyle olmuştu.(285) Hayber ve Vâdi'l-Kurâ'nın kalan
arâzîsi, mücâhidlere verildi.
6- HABEŞİSTAN GÖÇMENLERİNİN DÖNÜŞÜ
Habeşistan'a hicret etmiş bulunan Müslümanların 16 kişilik son kafilesi
de, Hayber'in fethi sırasında döndü.(286) Başlarında Hz. Ali'nin kardeşi
Câfer Tayyar vardı. Rasûlullah (s.a.s.) son derece memnun oldu.
-Hangisine sevineceğimi bilemiyorum, Hayber'in fethine mi, yoksa Câfer'in
gelişine mi? buyurdu.(287) Ganimetlerden onlara da hisse ayırdı.(288)
7- KÂBE'Yİ ZİYARET (Umretü'l Kazâ)
(Zilkade 7 H./Mart 629 M.)
"Başladığınız hac ve umreyi Allah
için tamamlayın"
(el-Bakara Sûresi, 196)
Hudeybiye anlaşmasına göre, Müslümanlar Kâbe'yi bir yıl sonra ziyâret edebileceklerdi. Anlaşma gereğince üç günden fazla Mekke'de kalamayacaklardı. Mekkeliler de bu esnâda, şehrin dışına çekileceklerdi.
a) Bir Yıl Önce Edâ Edilemeyen Umre
Anlaşma'dan bir yıl sonra, Rasûlullah (s.a.s.), Hudeybiye'de bulunan Müslümanların,
bir yıl önce edâ edemedikleri Umre'yi kazâ etmek üzere hazırlanmalarını
emretti. Hicretin 7'inci yılı zilkade ayında (Mart 629) Medine'den hareket
edildi. Hudeybiye'de bulunmayanlardan da katılanlar olduğu için, Kâbe'yi
ziyârete gidenlerin sayısı 2000'i geçti.
Müşrikler, Müslümanların geldiğini duyunca Mekke'yi boşalttılar. Şehri
çevreleyen yüksek tepelere kurdukları çadırlardan, Müslümanları merakla
izlediler.
Müslümanların Mekke'ye girişleri çok heyecanlı oldu. Hz. Peygamber (s.a.s.)
devesi Kasva üzerinde ilerliyor, hep birden yüksek sesle, "Lebbeyk,
Allahümme lebbeyk...."(289) diye telbiye söylüyorlardı. Uzaktan Kâbe
görülünce "Allâhü Ekber, Allâhü Ekber, Lâilâhe illallâhü vallâhü
ekber..."(290) diye tekbir getirmeğe başladılar. Yıllardan beri hasretini
çektikleri Kâbe, işte şimdi karşılarındaydı. Özellikle muhâcirler, yedi
yıllık bir ayrılıştan sonra doğup büyüdükleri kutsal beldeye girerken
ayrı bir heyecân duyuyorlardı.
Kâbe, usûlüne göre tavâf edildi, etrafı yedi defa dolaşıldı. (291) Safâ
ve Merve tepeleri arasında sa'y yapıldı.(292)
Müşriklerin ileri gelenleri, Dâru'n-nedve önünde toplanmışlar, Müslümanları
seyrediyorlardı. Aralarında:
-Medine'nin humması bunları zayıf düşürmüş.. diye konuşuyorlardı.
Rasûlullah (s.a.s.)
Müslümanların zayıf ve güçsüz olmadıklarını göstermek istedi. Sağ kolunu
ihramın dışında tutup bâzûsunu şişirdi. Tavafın ilk üç şavtını kısa adımlarla
koşarak yaptı. Ashâbına da böyle yapmalarını emretti.(293) "Bu gün
kendini onlara kuvvetli gösterene Allah rahmet etsin" buyurdu.
Ertesi gün peygamber (s.a.s.) Efendimiz Kâbe'ye girdi. Öğle vaktine kadar
orada kaldı. Kâbe hâlâ putlarla doluydu. Habeşli Bilal, Kâbe'nin damına
çıkarak öğle ezanını okudu. Mekke ufukları "Allahü Ekber" sedâlarıyla
çınladı. Rasûlullah (s.a.s.)'ın arkasında, cemâatle namazlarını kıldılar.
Daha sonra Müslümanlar tıraş olarak ihramdan çıktılar. Bir sene önce eda
edemedikleri umreyi kazâ etmiş oldular Rasûlullah (s.a.s.)'in rüyâsı ve
ashabına müjdesi de böylece gerçekleşmiş oldu. Bu sebeple, Hicretten sonra,
müslümanların bu ilk Kâbe ziyâretine "Umretü'l-Kazâ (Kazâ Umresi)
adı verilmiştir
b) Kazâ Umresi'nin Mekkeliler Üzerindeki
Tesirleri
Müslümanlar, Hudeybiye Anlaşması uyarınca üç gün Mekke'de kaldıktan sonra,
Medine'ye döndüler. Bu esnâda, müşrikler, uzaktan uzağa Müslümanların
bütün hallerini, davranışlarını merakla ve dikkatle izlediler. Son derece
kibâr ve nâzik,huzûr ve sükûn içinde kardeşçe geçinen insanlar olduklarını
gördüler. Ne içki içip sarhoş olan, ne başkasına saygısız davranan var.
Hepsi edepli, tertemiz, üstün ahlâklı insanlar. Topluca ibâdet ediyorlar,
oturup sohbet ediyorlar, birbirlerini sevip sayıyorlar, kimseye kötülük
etmiyorlar, dâima Allah'a itâat içinde bulunuyorlar.. Evet, bunlar ne
iyi insanlar.
Müslümanların üstün meziyetleri, örnek davranış ve yaşayışları, Mekkeliler
üzerinde büyük tesirler meydana getirdi. Müslümanlık hakkındaki düşünceleri
değişmeye başladı. İçlerinde Müslüman olma arzusu belirenler bile oldu.
Kureyş'in ileri gelenlerinden Velîd oğlu Hâlid, Âs oğlu Amr,Talha oğlu
Osman bunlardandı.
8- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN MEYMÛNE
İLE EVLENMESİ
Hz. Meymûne, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin amcası Abbâs'ın eşi Ümmü'l-Fadl'ın
kız kardeşidir. Hâris el-Hilâliye'nin kızıdır. Önce Amr oğlu Mes'ûd ile
evlenmiş, sonra Adüluzza oğlu Ebû Rahm'in eşi iken dul kalmıştı. Rasûllüllah
(s.a.s.)'ın eşleri arasında bulunmak en büyük emeliydi. Bu yüzden, külfetsiz
ve mehirsiz olarak Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in kendisini nikâhlamasını istiyordu.(294)
Hz. Abbâs, dul baldızının isteğini Rasûlullah (s.a.s.)'a iletti. Peygamber
(s.a.s.) Efendimiz, şeref ve asâletine hürmet ederek, Hz. Meymûne'nin
teklifini kabûl buyurdu. Kaza Umresi esnâsında ihramlı iken nikah edip,
ihrâmdan çıktıktan sonra zifâf oldu.(295)
Hz. Meymûne, Rasûlullah (s.a.s.)'ın nikâhlandığı son eşidir. Hicretin
51.'inci yılı, hac dönüşünde, Mekke'ye 6 mil mesâfede "Serif"
denilen yerde vefât etmiştir.(296)
Teyze Anne Yerindedir
Hz. Hamza'nın küçük kızı Umâme, (veya Umâre) Mekke'de kalmıştı. Kazâ Umresi'nden
Medine'ye dönerken, "amca, amca" diye Rasûlullah (s.a.s.)'in
peşinden koştu. Hz. Ali onu kucaklayıp:
-Al, amcamızın kızı, diyerek eşi Hz. Fâtıma'ya verdi. Medine'ye varınca
Hz. Ali, Hz. Câfer Tayyar ve Zeyd b. Harise hepsi de çocuğun bakımının
kendilerine verilmesini istemişlerdi. Câfer Tayyar'ın eşi Esmâ,Ümâme'nin
teyzesiydi. Rasûlullah (s.a.s.):
-Teyze, anne yerindedir, buyurdu ve çocuğun bakımını ona verdi.(297)
--------------------------------------------------------------------------------
(262) Bkz. el-Enbiyâ Sûresi, 107;
Sebe' Sûresi, 28; el-A'raf Sûresi, 158; "Benden önceki peygamberler
sadece kendi milletlerine gönderilmişti. Ben ise bütün insanlara, peygamber
olarak gönderildim." (el-Buhârî, 1/86 ve 1/113; Tecrid Tercemesi,
2/204 Hadis No:223)
(263) el-Buhârî, 1/24; Tecrid Tercemesi, 1/62 (Hadis No: 59)
Bu yüzük, Rasûlüllah (s.a.s.)'in vefâtından sonra, halifelikleri esnâsında
Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman tarafından kullanıldı. Hz. Osman'ın
parmağından Medine'de Eris kuyusuna düştü. Kuyunun suyu tamamen boşaltıldığı
halde bulunamadı. (Abdurrahman Şeref, Zübdetü'l-Kısas, 1/153, İst. 1315)
(264) Zâdü'l-Meâd, 1/60-63; (O devirde Bizans İmparatorlarına "Kayser",
İran Şahinşah-larına "Kisrâ", Habeş krallarına "Necâşi",
Mısır Meliklerine "Mukavkıs", Türk hükümdarlarına da "Hâkan"
denirdi.)
(265) el-Buhârî, 1/6; M. Hamîdullah, el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 109; Tecrid
Tercemesi, 1/16; (Hadis No: 7); ve 12/414; Zâdü'l-Meâd, 3/126
(266) Bkz. el-Buhârî, 1/5-7; Tecrid Tercemesi, 1/14-23 (Hadis No:7)
(267) Zâdü'l-Meâd, 3/127; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 140; Tecrid Tercemesi,
12/416; İbnül-Esîr, a.g.e., 2/213
(268) el-Buhârî, 1/23,3/225 ve 5/136; Tecrid Tercemesi, 1/61-63 (Hadis
No: 58) ve 10/487 ve 12/417
(269) Zâdü'l -Meâd, 3/127; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 100; Tecrid Tercemesi,
12/418-419
(270) Zâdü'l-Meâd, 3/128; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 104; Tecrid Tercemesi,
12/420
(271) Zâdü'l -Meâd, 3/128;el-Vesâiku's-Siyâsiyye,135; Tecrid Tercemesi,
12/422
(272) Zâdü'l -Meâd, 3/129; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 136; Tecrid Tercemesi
12/424
(273) Zâdü'l-Meâd, 3/132-133; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 156; Tecrid Tercemesi,
12/425
(274) Zâdü'l-Meâd, 3/133; Tecrid Tercemesi, 12/426
(275) Zâdü'l-Meâd, 3/ 133-134;el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 126; Tecrid Tercemesi,
12/427
(276) Yolda giderken, ashâb, yüksek sesle tekbir getiriyorlardı. Rasûlüllah
(s.a.s.): "Kendinize acıyın, siz ne sağıra, ne de gaibe sesleniyorsunuz,
sizi iyi işiten ve çok yakın olan Allah'a duâ ediyorsunuz. O her zaman
sizinle beraberdir" buyurmuştur. (Buhârî, 5/75; Tecrid Tercemesi,
10/285, (Hadis No: 1608)
(277) el-Buhârî, 5/73.
(278) el-Buhârî, 5/73; Müslim, 2/1044 (Hadis No: 1428)
(279) el-Buhârî, 5/76; Tecrid Tercemesi, 10/302-303, 1617 numaralı hadisin
izâhı.
(280) el-Buhârî, 4/ 66; Tecrid Tercemesi, 8/531 (Hadis No: 1310)
(281) Tecrid Tercemesi, 8/534; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/219-220
(282) Bkz. el-Buhârî, 1/98 ve 2/1044; Tecrid Tercemesi, 2/248-257 (hadis
No: 241) ve 10/272, 1612 numaralı hadisin izahı; Müslim, 2/1044
(283) el-Enfâl Sûresi, 41
(284) el-Enfâl Sûresi, 1; el-Haşr Sûresi, 6-7
(285) Tecrid Tercemesi, 10/306 ve ll/412-413, 8/273 (Hadis No: 1173)
(286) el-Buhârî, 5/80; Tecrid Tercemesi, 10/295 (Hadis No: 1615)
(287) M. Zihni, el-Hakayık, 1/200; İbn Hişam, 4/3
(288) el-Buhârî, 5/81; Tecrid Tercemesi, 10/301 (Hadis No: 1617)
(289) Rabbım, dâvetine sözüm ve özümle tekrar-tekrar icâbet ettim. Emrine
boyun eğdim. Rabb'ım emrine uymak boynumun borcudur, senin eşin ve ortağın
yoktur. Rabb'ım bütün varlığımla sana yöneldim. Hamd senin, nimet senin,
mülk de senin. Bütün bunlarla eşin ve ortağın yoktur senin.
(290) Allah büyüktür, Allah büyüktür. Allah'tan başka kulluk edilecek
hiç bir ilah yoktur. Allah büyüktür, Allah büyüktür. Hamd O'na mahsustur.
(291) Hacer-i Esved'in bulunduğu köşeden başlayarak, Kâbe'nin etrafını
7 defa dolaşmağa "Tavâf" denir. Her bir devire "şavt"
adı verilir.
(292) Mescid-i Harâm'ın doğusunda, Safa ve Merve adı verilen iki tepe
arasında 4'ü gidiş 3'ü dönüş olmak üzere, 7 defa gidip gelmeğe "sa'y"
denir.
(293) el-Buhârî, 5/86; Tecrid Tercemesi, 10/308
Tavâfın ilk üç şavtında, erkeklerin kısa adımlarla koşarak ve omuzları
silkerek çalımlı ve sür'atli yürümelerine, "remel" denir.
İhrâmlı iken, ridâ denen örtünün bir ucunu sağ koltuğun altından geçirip
sol omuzun üzerine atarak sağ omuz ve kolu, örtünün dışında bırakmağa
"Iztıbâ" adı verilir. Iztıbâ ve remel, peşinden sa'y yapılacak
olan tavaflar da sünnettir.
(294) Nefsini hibe eden Müslüman hanımları, mehirsiz olarak nikâhlaması,
Ahzâb Sûresi'nin 50'inci âyetiyle Rasûlüllah (s.a.s.)'e helâl kılınmıştır.
(295) el-Buhârî, 5/86; Tecrid Tercemesi 10/309 (Hadis No: 1618)
(296) Tecrid Tercemesi 10/310
(297) el-Buhârî, 5/85; Tecrid Tercemesi, 8/136-139 (Hadis No: 1158); Riyâzüs-Sâlihîn
Tercemesi, 1/365 (Hadis No: 333); Zâdü'l-Meâd, 2/369
--------------------------------------------------------------------------------
VIII- HİCRETİN SEKİZİNCİ YILI (629-630 M.)
1- MÛTE SAVAŞI (Cumâde'l-ûlâ 8 H./Eylül 629 M.)
a) Savaşın Sebebi
Mûte Savaşı, Müslümanlarla Hristiyanlar (Rumlar ve Hristiyan Araplar)
arasında yapılan ilk savaştır. Sebebi, Rasûlüllah (s.a.s.)'in elçisinin
öldürülmesidir.
Rasûlüllah (s.a.s.), İslâm'a dâvet için hükümdarlara elçilerle mektuplar
gönderdiği sırada, Sûriye'de Busrâ (şimdiki Havran) Emîri Şürahbil'e de
Hâris b. Umeyr ile bir mektup göndermişti. Gassânî Araplarından Şürahbil,
Hristiyandı. Bizans'ın himayesinde bulunuyordu.
Hâris, Şürahbil'e, Kudüs'ün iki konak güneyinde, bulunan Mûte kasabasında
rastladı. Elçi olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mektubunu
verdi. Fakat, Şürahbil, devletler arası hukuk kurallarını çiğnedi, Rasûlüllah
(s.a.s.) elçisini öldürttü.
Şimdiye kadar Hz. Peygamber (s.a.s.)'in elçilerinden hiçbiri öldürülmemişti.
Bir elçinin öldürülmesi, tarih boyunca bütün toplumlarda insanlığa ve
hukuk kurallarına aykırı bir davranış sayıldığı gibi, gönderene de en
büyük hakaret ve meydan okuma demekti. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.)
üç bin kişilik bir kuvvet hazırlayarak, azadlı kölesi Hârise oğlu Zeyd'in
komutasında yola çıkardı(298) Elçi Umeyr oğlu Hâris'in şehid edildiği
Mûte'ye kadar gidilmesini, Şürahbil ve maiyetinin İslâm'a dâvet edilmesini,
kabûl etmezlerse savaşılmasını emretti.(299) "Kadınları, çocukları,
yaşlıları öldürmeyin. Evleri yıkıp hârap etmeyin, ağaçları kesip, tahribâtta
bulunmayın!" dedi. Orduyu "Seniyyetü'l-vedâ" denilen ayrılık
tepesi'ne kadar uğurlayan Hz. Peygamber (s.a.s.):
- "Zeyd şehid olursa, komutanlığı Câfer alsın; Câfer de şehit düşerse,
Ravâha oğlu Abdullah komutan olsun." buyurdu.(300)
b) İki Tarafın Durumu ve Aradaki Eşitsizlik
Müslüman ordusunun hareketini Şürahbil duydu. Derhal Lahm, Cüzâm, Kayn,
Belkın, Behrâ gibi Hristiyan Arap kabîlelerinden büyük bir kuvvet hazırladı.
Ayrıca durumu Bizans İmparatoruna bildirerek, ondan da yardım istedi.
Böylece Şürahbil, 200 bin kişilik büyük bir ordu topladı. Bunun 100 bini
Rumlardan, 100 bini de Hristiyan Araplardan meydana gelmişti. (301) İmparator
Hirakl de işi önemseyerek, Belkadaki Meab şehrine kadar geldi.
Müslümanlar, ancak Sûriye topraklarına girdikten sonra düşmanın gücü ve
hazırlıkları hakkında bilgi edinebildiler.
İki taraf arasında gerek sayı, gerek silah ve teçhizât bakımından korkunç
bir fark vardı. Tarihte, iki taraf arasında böylesine ölçüsüz bir fark
görülmemiştir. 200 bin (bazı rivâyetlerde 100 bin) kişilik bir kuvvet
karşısında üç bin mücâhid ne yapabilirdi? Fakat, savaşmadan geri dönülemezdi.
Komutan Zeyd, Maan'da, Mücâhidlerin ileri gelenleriyle toplanıp durumu
istişâre etti. Acaba, durumu Rasûlüllah (s.a.s.)'e bildirip alınacak cevâba
göre mi hareket edilmeliydi? Fakat, Ravâhaoğlu Abdullah bütün tereddütleri
giderdi.
- Arkadaşlar, çekindiğimiz şey, ele geçirmek için yola çıktığımız şeydir,
yani şehid olmaktır. Dinimizi yüceltmek için savaşalım. Yâ şehid, ya gazi
olacağız. Bunun ikisi de güzel değil mi ?(302) dedi.
Abdullah'ın konuşması mücâhitlerin maneviyâtını yükseltti. Hepsi de:
- Ravâhaoğlu doğru söylüyor. Savaşmalıyız, dediler.
c) Komutanlar Sırayla Şehâdet Şerbetini
İçtiler
İki ordu Mûte'de karşılaştı. Zeyd, sancak elinde, ileri atıldı. Kahramanca
çarpıştı, ölümden yılmadığını gösterdi. Fakat düşman mızraklarının arasında
şehid düşdü.(303)
Zeyd şehid olunca, sancağı hemen Câfer aldı. Emsâlsiz kahramanlıklar gösterdi.
Önce sağ eli kesildi, sancağı sol eliyle tuttu. Sol eli de kesilince,
kollarıyla sancağa sarıldı. Pek çok yara aldığı halde son nefesine kadar
sancağı bırakmadı. Nihâyet o da şehid oldu.(304)
Câferden sonra sancağı Ravâhaoğlu Abdullah aldı. O da şiirler söyleyerek,
kahramanca savaştı. Vücudu delik deşik oldu. Sonunda o da şehid oldu.
d) Hâlid b. Velîd'in Üstün Mahâreti
Râvâhaoğlu da şehid olunca, asker komutansız kaldı, umûmî bir panik başladı.
Dağılan askerin kaçışını Velîdoğlu Hâlid önledi. Mücâhidler, Hâlid'in
etrâfında yeniden toplandılar. Hâlid komutayı aldı, sancak elinde akşama
kadar çarpıştı. O gün elinde tam dokuz kılıç parçalandı.(305) Bu Müslüman
olduktan sonra Hâlid'in katıldığı ilk savaştı.
Gece olunca, Hâlid askeri yeniden tertipledi. Öndekileri arkaya, arkadakileri
öne, sağdakileri sola, soldakileri sağa aldı. Böylece düşmana, yardım
için yeni kuvvetler gelmiş intibâını verdi. Sabah olunca da ansızın şiddetli
bir hücuma geçerek, düşmanı bozguna uğrattı. Bu fırsattan yararlanarak,
askerini ustalıkla geri çekti. Büyük bir kayba uğramadan Medine'ye döndü.
İslâm ordusunu korkunç bir felâketten kurtardı.
200 bin kişiye karşı yapılan bu çetin savaşta, Müslümanlar sadece 12 şehid
vermişlerdi. Bu durum, komutanların savaşı çok başarılı idâre etmeleri
ve canlarını fedâ etmekten çekinmemelerinin bir sonucuydu.
e) Rasûlüllah (s.a.s.)'in Medine'den
Savaşı Seyretmesi
Rasûlüllah (s.a.s.) savaşın bütün safhalarını, Medine'ye henüz hiç bir
haber ulaşmadan, ashâbına bildirmişti.
Cenab-ı Hakk, zaman, mekân ve mesâfe kavramlarını kaldırarak, sevgili
Peygamberine savaş meydanını olduğu gibi göstermişti. Mescid-i Nebî'de
minber üzerine oturmuş bulunan Allah Rasûlü (s.a.s.) gözlerinden yaşlar
akarak:
-İşte sancağı Zeyd aldı, Zeyd vuruldu, şehid düştü. Sonra Câfer aldı,
O' da şehid oldu. Sonra Ravâhaoğlu aldı, O 'da şehid oldu. En sonunda
sancağı, Allah'ın kılıçlarından bir kılıç, Velîdoğlu Hâlid aldı. Allah
O'na fethi müyesser kıldı, buyurdu. (306)
Rasûlüllah (s.a.s.), Zeyd, Câfer ve Abdullah'ın şehid düştüklerini haber
verdikçe, her biri için istiğfâr etmiş ve Cennete girdiklerini de müjdelemişti.(307)
Sancağı Hâlid alınca ise:
-Allah'ım, Hâlid senin kılıçlarından bir kılçtır. Sen O'na nusret ihsan
buyur, diye duâ etmişti.(308) Bundan sonra Hâlid'e "Seyfullah"
(Allah'ın kılıcı) denildi.(309)
Câferin şehâdet haberini duyunca, âilesi feryâda başladılar. Rasûlüllah
(s.a.s.)'de son derece üzgündü. Çok sevdiği, en değerli arkadaşlarını
kaybetmişti. Câfer'in âilesini teselli etti. Acılıdırlar, yemek yapamazlar,
diye evine yemek gönderdi.
-Allah Câfer'e, Mûte'de kesilen iki koluna bedel, iki kanat verdi. O'nu
Cennet'te meleklerle birlikte uçuyor gördüm, diye müjdeledi.(310) Bu sebeple
Câfer, bundan sonra Câfer Tayyâr diye anıldı.
2- ZÂTÜ'S-SELASÎL SAVAŞI (Cumâde'l-âhir
8 H./629 M.)
Kudâa kabîlesi'nin Uzre ve Belî kolları, Medine hayvanlarını yağmalamak
üzere, Vâdi'l-Kurâ yakınlarında toplanmışlardı. Rasûlüllah (s.a.s.) durumdan
haberdâr olunca, bunların üzerine Amr b. As (Âs oğlu Amr) komutasında
30'u atlı 300 kişilik bir seriyye gönderdi. Bunlar arasında Sa'd b. Ebî
Vakkas, Üseyd b. Hudayr, Sa'd b. Ubâde, Sâid b. Zeyd, Âmir b. Rabîa..
gibi ensâr ve muhâcirlerden ileri gelen kimseler de vardı.
Amr b. Âs. ashâbın büyüklerinden değildi. Henüz bir yıl kadar önce Müslüman
olmuştu. Fakat dedesi Vâil'in annesi Belî kabîlesinden olduğu için Amr'ın
bu kabîle ile ilgisi vardı. Amr, aynı zamanda savaş usûlünü iyi bilen,
son derece zekî bir kimse idi. Bu sebeple Rasûlüllah (s.a.s.), komutanlığa
O'nu seçmişti.
Amr, Vâdi'l-Kurâ civarında Selâsil suyu'na varınca, düşmanın sayıca üstün
olduğunu öğrendi. Burada konaklayarak, bir haberci ile Rasûlüllah (s.a.s.)'den
yardım istedi. Rasûlüllah (s.a.s.)'de Ebû Ubeyde b. Cerrâh komutasında
200 kişilik ek kuvvet gönderdi. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de bunlar arasındaydı.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Ebû Ubeyde'yi gönderirken:
- Ayrılığa düşmeyin, işbirliği yapın, buyurmuştu. Amr b. Âs, Ebû Ubeyde'nin,
askerlere imâm olarak namaz kıldırmasına itirâz etti.
- Sen bana yardıma geldin, kumandan benim, namazda ben imam olacağım,
dedi.
Ebû Ubeyde yumuşak tabiatlı bir zâttı, hiç itirâz etmedi.
- Yâ Amr, Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, ihtilâfa düşmememizi emretti.
Sen bana uymazsan, ben sana uyarım, telâşa gerek yok, diye cevâp verdi.
Amr bütün Müslümanlara sefer süresince imam olup namaz kıldırdı. Böylece
Hz. Ömer ve Hz. Ebûbekir de Amr'ın idâresine girmiş oldular. Oysa Rasûlüllah
(s.a.s.) Amr'ı ilk 300 kişiye; Ebû Ubeyde'yi de 200 kişiye kumandan tâyin
etmişti. Ebû Ubeyde'yi Amr'ın emrine değil, yardımına göndermişt.(311)
Amr, düşmana yaklaşınca gerekli tedbirleri aldı. Hava çok soğuk ve sert
olduğu halde, gece ateş yakmayı yasakladı. "Kim ateş yakarsa, onu
yaktığı eteşin içine atarım," diye tehdit etti. Asker, soğuktan Ebû
Bekir ve Ömer'e başvurdular. Hz. Ömer:
- Bu nasıl şey, herkesi soğuktan kıracak mı? diye Amr'a haber gönderdi.
Amr b. Âs:
- Yâ Ömer, sen bana itâatle memûrsun, İşime karışma, diye , cevâp verdi.
Hz. Ebû Bekir de:
Rasûlüllah (s.a.s.) O'nu savaş usûlünü iyi bildiği için kumandan yaptı.
Madem ki kumandan O'dur, işine karışmamak gerekir, dedi. Böylece gece
soğukta geçirildi. Çünkü ateş yakılsaydı, düşman Müslümanların azlığını
öğrenecekti.
Amr, plânını kimseye söylemedi. Sabaha karşı, alaca karanlıkta ansızın
düşman üzerine hücûma geçti ve savaşı kazandı. Düşman pek çok ganimet
bırakarak kaçtı. Ashâb, düşmanın peşini tâkibetmek istedilerse de Amr
buna da izin vermedi. Bir kaç gün orada kalıp etraftaki ganimet hayvan
sürülerini topladıktan sonra, Medine'ye döndü.
Sefer esnâsında Amr b. Âs ihtilâm olmuş, hava soğuk olduğu için gusletmeyerek
teyemmümle namaz kıldırmıştı.(312) Dönüşte ashâb, Rasûlüllah (s.a.s.)'e,
Amr b. Âs'tan:
1- Hava çok soğuk olduğu halde, gece ateş yaktırmadı,
2- Galip geldiğimiz halde düşmanı tâkip ettirmedi,
3- Su bulunduğu halde gusletmeyip, teyemmümle namaz kıldırdı, diye şikâyette
bulundular.
Amr bu şikâyetlere karşı:
1- Sayımızın az olduğunu düşman anlamasın diye ateş yaktırmadım.
2- Yardım için kuvet gönderebileceği düşüncesiyle düşmanı tâkip ettirmedim.
3- Soğukta yıkanmak tehlikeli olduğu ve Cenâb-ı Hakk "Elinizle kendinizi
tehlikeye atmayın." (ElBakara Sûresi, l95) "Kendinizi öldürmeyin.
Şüphesiz Allah size acımaktadır." (en-Nisâ Sûresi, 29) buyurduğu
için gusletmeyip teyemmüm yaptım, diye cevâp verdi.
Rasûlüllah (s.a.s.) Amr'ın cevâplarını tebessümle karşıladı. (313)
Amr b. Âs, henüz yeni müslüman olduğu halde, ashâbın büyüklerinin de bulunduğu
bir orduya kumandan tâyin edilmesinden dolayı gururlanmıştı. Savaşı da
kazanarak dönünce, Rasûlüllah (s.a.s.)'in yanındaki derece ve itibârını
öğrenmek istedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'e:
- En çok kimi seversiniz? diye sordu. Rasûlüllah (s.a.s.)
Âişe'yi diye cevâp verdi.
- Sonra kimi?
- Âişe'nin babasını, Ebû Bekir'i.
- Sonra kimi?
- Ömer'i.
Amr, en sonraya kendisinin kalacağından korkarak daha fazla sormaktan
vazgeçti.(314)
--------------------------------------------------------------------------------
(298) Orduda ensâr ve muhâcirlerin
ileri gelenleri de vardı. Azadlı bir köle hepsine komutan olmuştu. Bu
olay İslâm'daki ehliyet ve eşitlik uygulamasının canlı örneklerinden biridir.
(299) Tecrid Tercemesi, 10/312
(300) el-Buhârî, 5/87; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/234; Tecrid Tercemesi, 10/313
(Hadis No: 1619)
(301) el-Buhârî, 5/87; İbnü'l-Esîr a.g.e., 2/234-235; Tecrid Tercemesi,
4/541, (Hadis No: 644'ün izâhı).
(302) Zâdü'l-Meâd, 2/375; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/235; İbn Hişâm, 4/17
(303) Zeyd, ilk Müslümanlardandır. Rasûlüllah (s.a.s.) onu çok severdi.
Bedir'den itibâren bütün savaşlarda bulunmuştu. Ashâbdan Kur'ân-ı Kerim'de
ismi geçen, sadece Zeyd'dir. (Ahzâb Sûresi, 37)
(304) Câfer, Rasûlüllah (s.a.s.)'ın çok sevdiği hâmî amcası Ebû Tâlib'in
büyük oğludur. Hz. Ali'den 10 yaş büyüktür. İkinci Habeşistan hicretinde,
kafileye başkanlık etmiş, Hayber'in fethedildiği gün Medine'ye dönmüştü.
Savaşta 90'dan çok yara almıştır. Bunlardan 50'si ön tarafındaydı. (el-Buhârî,
5/86-87; Tecrid Tercemesi, 10/313; Hadis No:1619)
(305) el-Buhârî, 5/87; Tecrid Tercemesi, 4/394 ve 10/315
(306) el-Buhârî, 2/72 ve 5/87; Tecrid Tercemesi, 4/391 (Hadis No: 623)
ve 10/315; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/237
(307) İbnü'l -Esîr a.g.e., 2/273; Tecrid Tercemesi, 4/393
(308) Tecrid Tercemesi, 10/315
(309) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/238
(310) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/238; M. Zihni Efendi, el-Hakayık, 1/201,
İst. 1310
(311) İbn Hişâm,4/272; Zâdü'l-Meâd, 2/378; İbnü'l-Esir, a.g.e., 2/232
(312) Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'a göre abdest alan kimselerin teyemmüm yapana
iktidâsı câizdir. İmâm Muhammed'e göre abdestlinin teyemmümlüye uyması
câiz değildir. İhtilâf, halefiyyet su ile topraktan ibâret iki âlet arasında
mıdır? Yoksa Abdest ve teyemmümden ibâret iki temizlik arasında mıdır?
meselesinden doğmaktadır.
Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre, halefiyyet su ile toprak arasındadır.
İmâm Muhammed'e göre ise, iki temizlik (abdest ve teyemmüm) arasındadır.
Abdestli teyemmümlüye uyarsa, kuvvetli zayıfa binâ edilmiş olur. Oysa
imâm muktediden hâlen ednâ olmamalıdır. Abdest aslî temizlik, teyemmüm
ise zarûri temizliktir. Aslî tahâret yapmış olan kimse zarûri tahâret
yapmış olandan hâlen daha kuvvetlidir. (Bkz. Mehmet Zihni Efendi, Kitabü's-Salat,210-211,
İst. 1326)
(313) Zâdü'l-Meâd, 2/379; Târih-i Din-i İslâm, 3/406
(314) el-Buhârî, 5/113; el-Câmiu's Sagîr Şerhi Feyzü'l-Kadîr, 1/168 (Hadis
No: 205); Târih-i Din-i İslâm, 3/407
--------------------------------------------------------------------------------
3-MEKKE'NİN FETHİ
(20 Ramazân 8 H./11 Ocak 630 M.)
"Biz sana apaçık bir fetih ve zafer sağladık.
(el-Feth Sûresi, 1)
a) Hudeybiye Muâhedesinin Bozulması
Hudeybiye Barış Anlaşması, Müslümanlarla Kureyş arasında yapılmıştı. Anlaşma
şartlarına göre, diğer Arap kabîleleri, iki taraftan birinin himâyesine
girmekte, anlaşıp birleşmekte serbesttiler. Buna göre, Huzâa kabîlesi,
Müslümanların Benî Bekir (Bekir oğulları) kabîlesi de Kureyş'in himâyesine
girmişti.
Hicretin 8'inci yılı Şaban ayında, Benî Bekir kabîlesi, Peygamberimizin
himâyesinde bulunan Huzâa kabîlesine ansızın bir gece baskını yaptı. Esâsen
iki kabîle arasında öteden beri düşmanlık vardı. Bu baskında Benî Bekir,
Kureyşten yardım ve teşvik görmüş, hatta İkrime, Safvân ve Süheyl.. gibi
ileri gelen bir kısım Kureyş gençleri baskında bizzat bulunmuşlardı. Baskın
sonunda Huzâalılardan 23 kişi ölmüş, sağ kalanlar Harem-i Şerîf'e sığınarak
kurtulabilmişlerdi.
Bu olay üzerine Huzâalılar, 40 kişilik bir heyetle Medine'ye geldiler.
Rasûlüllah (s.a.s.)'a durumu anlatıp yardımını istediler.
Huzâalılarla Müslümanlar arasında ötedenberi dostluk vardı. Bu dostluğun
temeli, İslâm'dan öncesine kadar uzanıyordu. Bu sebeple Huzâalılar, Müslümanlarla
ilgili, Mekke'de olup biten her şeyi Rasûlüllah (s.a.s.)'a gizlice bildirirlerdi.
Hendek Savaşı hazırlığını da onlar haber vermişlerdi.
Huzâa kabilesine yapılanlardan, Rasûlüllah (s.a.s.) son derece üzüldü.
Kendilerine yardım edeceğini va'detti. Kureyş'e derhal bir elçi göndererek:
Öldürülen Huzâalılardan diyetlerinin ödenmesini, veya
Benî Bekir Kabîlesinin himâyesinden vazgeçilmesini istedi.
İki şarttan biri kabûl edilmediği takdirde, Hudeybiye Anlaşmasının bozulmuş
sayılacağını, bildirdi.
Kureyşliler, ilk iki şartı kabûl etmeyip Hudeybiye anlaşmasını bozduklarını
bildirdiler. Daha önce fiilen bozdukları antlaşmayı, böylece resmen de
bozmuş oldular.
b) Kureyş'in Barışı Yenileme Teşebbüsü
Kureyşliler, bir müddet sonra hatalarını anladılar. Alaşmayı bozduklarına
pişmân oldular. Derhal anlaşmayı yenilemek ve barış süresini uzatmak üzere
Ebû Süfyân'ı Medine'ye yolladılar.
Ebû Süfyân, Medine'de önce, Rasûlüllah (s.a.s.)'ın zevcelerinden kızı
Ümmü Habîbe'ye gitti. Oturacağı sırada, Ümmü Habîbe minderi topladı. Halbuki
evde üzerine oturulacak başka bir şey yoktu. Ebû Süfyân sordu:
- Kızım, minderi mi benden esirgiyorsun, yoksa beni mi minderden? Kızı
cevap verdi.:
- Bu, Rasûlüllah (s.a.s.)'e âittir. Sen ise müşriksin, pissin. Bu yüzden
üzerine oturmanı istemedim.(315)
Ebû Süfyân, daha sonra Rasûlüllah (s.a.s.)'e başvurdu. Olumlu bir sonuç
alamadı. Başta Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer olmak üzere ashâbın ileri gelenleriyle
bir bir görüştü, barışın yenilenmesi için desteklerini istedi. Hz. Fâtıma'yı
ziyâret ederek O'ndan yardım bekledi. Fakat bütün gayretleri boşa çıktı;
hiç bir netice elde edemedi. Eli boş dönmek istemiyordu. Hz. Ali'nin tavsiyesine
uymaktan başka çâre yoktu. Mescide geldi:
- Ey nâs, ben her iki tarafı da himâyeme alarak, Hudeybiye barışını yeniliyorum.
Sanırım, kimse benim ahdimi bozmaz.. dedi. Fakat, kimseden cevâp alamadı.
Devesine bindi, ümitsiz olarak Mekke'nin yolunu tuttu. Bir işâretle bütün
Mekke'yi harekete geçiren Ebû Süfyan, Medine'de kimseye sözünü dinletememiş,
öz kızına bile merâmını anlatamamıştı.
Dönüşünde olup bitenleri olduğu gibi Mekkelilere anlattı. Onun sözlerini
dinleyenler:
- Yazık, sen hiç bir şey yapmamışsın. Bize barış haberi getirmedin ki,
güven içinde olalım, Savaş haberi getirmedin ki, hazırlanalım. Ali seninle
alay etmiş. Senin tek başına ilân ettiğin barış neye yarar..., dediler.(316)
c) Fetih Hazırlığı
Ebû Süfyan Mekke'ye döndükten sonra Rasûlüllah (s.a.s.)gizlice fetih hazırlığına
başladı. Ashâbına sefer için hazırlanmalarını emretti. Ayrıca, Gıfâr,
Eslem, Eşca' Müzeyne, Cüheyne, Süleym gibi, kendisine bağlı kabîlelere
haber salarak Ramazan'ın ilk günlerinde Medine'de toplanmalarını istedi.
Rasûlüllah (s.a.s.),Mekke'nin kan dökülmeden fethedilmesini istiyordu.
Kureyş savunma için hazırlık yapar da karşı koyarsa, kan dökülürdü. Bu
yüzden hazırlıklar son derece gizli tutuldu. Mekke ile Medine arasındaki
bütün yollar kesildi. Bu vazife Huzâa kabilesine verildi. İki taraf arasında
sanki kuş uçmuyordu. Bu arada dikkatlerin başka yöne çekilmesi için Necid
tarafına bir de seriyye göndermişti.
d) Ebû Beltea oğlu Hâtıb'ın Kureyş'e
Yazdığı Mektup
Ancak ashabtan Ebû Beltea oğlu Hâtıb, durumdan Kureyş'i haberdar etmek
istemiş, bir mektup yazarak gizlice Mekke'ye göndermişti. Hz. Peygamber
(s.a.s.), İlâhî vahiy ile bunu öğrendi. Hemen Hz. Ali ile iki arkadaşını
görevlendirdi.
- Hah bostanına kadar gidin, orada, mahfe içinde yolcu bir kadın bulacaksınız.
Yanında bir mektup var, onu alıp getirin,buyurdu.
Kadın önce inkâr etti, fakat, "seni şimdi çırılçıplak soyar, her
tarafını ararız", deyince, çâresiz mektubu saçının hotozu arasından
çıkardı.(317)
Mektupta, Rasûlüllah (s.a.s.)'ın önüne durulamaycak bir ordu ile Mekke
üzerine yürüyeceği bildiriliyordu. Herkes şaşırıp kaldı, çünkü Hâtıb'dan
böyle bir şeyi kimse beklemiyordu. Rasûlüllah (s.a.s.) bir hey'et önünde
Hatıb'ı sorguya çekti.
- Ey Hâtıb, bu ne iş, niçin bunu yaptın, diye sordu. Hâtıb:
- Ya Rasûlüllah hakkımda karar vermekte acele etmeyin. Ben Kureyş'e anlaşarak
bağlı bir kimseyim, fakat hiç bir zaman onların mahremi olmadım. Yanınızdaki
muhacir kardeşlerimin, Mekke'de âilesini ve mallarını koruyacak yakınları
var, benimse kimsem yok. Mekkelilerden nimetdârlar kazanarak âilemi korumak
istemiştim. Bu işi dinimden dönmek için yapmadım, ben Müslüman olduktan
sonra, kat'iyyen küfre razı olmam, diye kendini savundu. Hz. Ömer, dayanamayıp:
- Yâ Rasûlallah, izin ver de şu münâfığın boynunu vurayım, demişti. Fakat,
Rasûlüllah (s.a.s.) Hâtıb'ın suçunu bağışladı.
- Yâ Ömer, Hâtıb Bedir Gazası'nda bulundu, ne bilirsin belki de Cenâb-ı
Hak Bedir ehline: "Bundan böyle istediğinizi yapın, sizi bağışladım"
demiş olabilir, buyurdu.
Fakat bu olayla ilgili olarak:
"Ey inananlar, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri
dost edinmeyin. Onlar, size gelen hakkı tanımadıkları ve Rabbımız olan
Allah'a inandığınız için peygamberi de sizi de (yurdunuzdan) çıkardıkları
halde onlara sevgi (mi) gösteriyorsunuz? Siz benim yolumda savaşmak ve
benim rızamı kazanmak için (yurdunuzdan) çıkmışsanız, ben sizin gizlediğinizi
de, açığa vurduğunuzu da bildiğim halde, nasıl olur da onlara sevgi gösterirsiniz.
İçinizden her kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur." (el-Mümtehine
Sûresi, 1) anlamındaki âyet-i kerime indirilmiştir.(318)
e) Mekke'ye Yürüyüş
Müslümanlığın temeli, "Tevhid İnancı" dır. Tevhid İnancı'nın,
yeryüzünde en büyük âbidesi, Mekke'deki Kâbe'dir. Ancak bu kutsal yer,
putlarla doldurulmuş, putperestliğin merkezi hâline getirilmişti. İslâm
güneşi doğalı 20 yıl olmuştu. Artık, Mekke'nin şirkten kurtulması, Kâbe'nin
putlardan temizlenmesi gerekiyordu.
Rasûlüllah (s.a.s.), Hicretin 8'inci yılı, Ramazan'ın 10'uncu Pazartesi
günü 10 bin kişilik muazzam bir ordu ile Medine'den çıktı.(319) (1 Ocak
630) Yolda katılan birliklerle, ordunun sayısı daha sonra 12 bine yükselmişti.(320)
O gün Rasûlüllah (s.a.s.) ve ashâbı oruçluydu. Yola çıktıktan sonra oruçlarını
bozdular. (321)
Rasûlüllah (s.a.s.)'ın amcası Abbâs Müslüman olmuş, fakat Müslümanlığını
gizliyerek Mekkede müşrikler arasında kalmıştı. Böylece Mekke'deki haberleri
gizlice Rasûlüllah (s.a.s.)'e ulaştırıyordu. Artık Mekke'de yapılacak
iş kalmamıştı. Hîcret için Mekke'den çıktı, fakat yarı yolda Fetih Ordusuyla
karşılaştı. Eşyâsını çocuklarıyla Medine'ye gönderip O da orduya katıldı.
Rasûlüllah (s.a.s.) Abbâs'ın gelişinden memnun oldu.
- Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhâcirlerin sonuncusu da sen; diye
iltifatta bulundu.
Mekke'ye bir konak (yaklaşık 16 km.) mesâfede "Merru'z-zahrân"
denilen yerde karargâh kuruldu. Rasûlüllah (s.a.s.), ortalık kararınca
burada ordu mevcûdunun sayısınca ateş yakılmasını emretti. Böylece, ordunun
haşmetini Kureyş'e göstermek istiyordu.
Yollar iyice tutulduğu için, İslâm ordusu Merru'zahrân'a gelinceye kadar
Mekkeliler hiç bir haber alamamışlardı. Müslümanların yaklaştığını duyunca
ne yapacaklarını şaşırdılar. Ebû Süfyân durumu anlamak, Müslümanlar hakkında
bilgi edinmek istiyordu. Yanına bir kaç kişi alarak, Mekke'den çıktı.
Uzakta yanmakta olan ateşler, hacıların, Arafatta arefe gecesi yaktıkları
ateşlere benziyordu. Merakla ateşlere doğru ilerledikleri sırada Rasûlüllah
(s.a.s.)'ın muhâfızları tarafından yakalanarak Peygamber Efendimizin huzûruna
getirildiler, Rasûlüllah (s.a.s.)'a karşı en çok kin besleyen Mekke'nin
resi Ebû Süfyân burada müslüman oldu. Artık Mekke fethedilmiş demekti.
Belki hiç mukavemet görülmeyecekti. Hz. Abbâs:
- Yâ Rasûlallah, Ebû Süfyân övünmeyi sever, iftihâr edebileceği bir lütufta
bulunsanız, demişti. Rasûl-i Ekrem:
- Her kim Ebû Süfyân'ın evine girerse, emniyettedir. Her kim kendi evine
kapanır, ordumuza karşı koymazsa, emniyettedir. Her kim Harem-i Şerîf'e
girerse, emniyettedir. Ebû Süfyân bunu ilân etsin, buyurdu.(322) Daha
dün, İslâm düşmanlarının lideri olan kişi, bugün Rasûlüllah'ın emirlerini
tebliğ etmekle iftihâr edecek, şeref kazanacaktı.
Merru'z-zahrân'dan hareket edileceği sıra Rasûlüllah (s.a.s.) Hz. Abbas'a:
- Ebû Süfyân'ı yolun dar bir yerine götür, İslâm ordusunun ihtişâmını
görsün, diye emretti.
Hz. Abbâs, Ebû Süfyân'ı, ordunun geçeceği dar bir geçit yerine oturttu.
Mücâhidler sırayla alay alay Ebû Süfyân'ın önünden geçtikçe Ebû Süfyân'ın
yüreği burkuluyor, geçen her kafilenin hangi kabîle olduğunu soruyordu.
Hz. Abbâs:
- Bunlar Gıfâr kabîlesi, şunlar Cüheyne.. diye geçen kabîleleri bir bir
anlattıkça Ebû Süfyân:
- Şaşılacak şey, bunlarla benim aramda ne düşmanlık var ki , buraya kadar
gelmişler, diye hayretini ifâde ediyordu. Bir ara:
- Yâ Abbâs, kardeşinin oğlunun saltanatı ne kadar da büyümüş, dedi. Hz.
Abbâs:
- Hayır, bu saltanat değil, nübüvvettir, diye cevâp verdi.
Nihâyet, Ebû Süfyân'ın daha önce benzerini görmediği bir birlik geçti.
Bunlar, ensârdı. Başlarında Sa'd b. Ubâde sancağı taşıyordu. Son gelen
birlik, sayıca hepsinden azdı. Bu birlikte Rasûlüllah (s.a.s.) ile ensar
ve muhâcirlerden en yakın arkadaşları vardı. Rasûlüllah (s.a.s.)'in sancağını
Avvâm oğlu Zübeyr taşıyordu.
Ensâr alayı, Uhud ve Hendek Savaşları'nda müşrik ordusunun başkomutanı
Ebû Süfyân'ın önünden geçerken Sa'd b. Ubâde:
- Ey Ebû Süfyân, bugün en büyük kıtal günüdür, bu gün Kâbe'de kan dökmenin
helal kılındığı gündür, demişti. Ebû Süfyân Sa'd'ın sözlerini Rasûlüllah
(s.a.s.)'a nakletti. Hz. Rasûlüllah (s.a.s.):
- Sa'd yanlış söylemiş, bugün Cenab-ı Hakk'ın Kâbe'yi yücelteceği gündür.
Bugün Kâbe'nin tevhid elbisesine bürüneceği gündür, buyurdu.(323) Sa'd'ın
kan dökmesinden endişelendiği için, hemen Hz. Ali'yi gönderdi, ensâr sancağının
Sa'd'dan alınıp oğlu Kays'a verilmesini emretti.(324)
Müslüman mücâhidlerin geçit resmini baştan sona seyreden Ebû Süfyân, Mekke'nin
tesliminden başka çâre olmadığını anladı. Hz. Abbas'tan ayrılarak, hemen
Mekke'ye döndü. Harem-i Şerif'e vardı. Heyecân içinde kendisini bekleyen
Mekkelilere yüksek sesle hitâbetti:
- Muhammed (s.a.s.) , karşı koymamıza imkân olmayan bir ordu ile geliyor:
1) Her kim Ebû Süfyan'ın evine gelirse emniyettedir.
2) Her kim silahını bırakır, evine kapanırsa emniyettedir.
3) Her kim, Harem-i Şerîf'e sığınırsa emniyettedir. Ey Kureyş, Müslüman
olunki, selâmet bulasınız...
Ebu Süfyân'ı dinleyenler, şaşırıp kaldılar. Her gün Müslümanlığın aleyhinde
bulunan bu adam, şimdi herkese "müslüman olun", diyordu. Herkeste
bir telâş başladı. Kimisi küfrediyor, kimisi bağırıp çağırıyor, kimi de
mukavemet için hazırlanıyordu. Çoğunluk ise Ebû Süfyân'ın sözlerine uyup
evlerine çekildiler. Bir kısmı da Harem-i Şerîf'te ve Ebû Süfyân'ın evinde
toplandılar.
f) Mekke'ye Giriş (20 Ramazan 8 H./11
Ocak 630 M.)
Rasûlüllah (s.a.s.), Mekke'ye girmeden önce, "Zî Tuvâ" denilen
yerde durdu. Ordusunu dört kısma ayırıp her birinin gireceği yerleri tâyin
etti. "Sakın savaşa girmeyin, saldırıya uğrayıp mecbûr kalmadıkça
kan dökmeyin..." diye tenbihte bulundu.
Sekiz yıl önce, yurdundan üç kişilik bir kafile ile nasıl ayrılmıştı,
şimdi nasıl bir ihtişâmla dönüyordu. Rasûlüllah (s.a.s.) devesinin üstünde
bütün bunları düşünüyor, mağrûr bir fâtih gibi değil, son derece mütevâzi
bir halde, başı secde eder gibi, devenin boynuna yapışmış, tesbih, tehlil
ve duâ ile, Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz lütuflarına şükrederek ilerliyordu.
Bütün birlikler, kan dökmeden Mekke'ye girdiler. Yalnızca Velîd oğlu Hâlid'in
komuta ettiği birlik tecâvüze uğradı. Kureyş'in azılılarından Ümeyye oğlu
Safvân, Amr oğlu Süheyl ve Ebû Cehil'in oğlu İkrime bir çete kurdular.
Hâlid'in birliklerini Mekke'ye girerken ok yağmuruna tutarak iki müslümanı
şehid ettiler. Bu durumda Hâlid, saldırganlar üzerine hücûm ederek, bir
hamlede onüç tanesini öldürdü, diğerleri dağılıp kaçtılar.
Rasûlüllah (s.a.s.) kan döküldüğünü duyunca üzüldü. Fakat, tecâvüzün müşriklerden
başladığını öğrenince:
- İlahî takdir böyleymiş, buyurdu.
Rasûlüllah (s.a.s.) çadırını Kinâneoğulları yurdunda "Hacûn"
denilen yerde kurdurdu. Mekke Devri'nin 7'inci yılında, Kureyş müşrikleriyle
Kinâneoğulları burada küfr üzerine anlaşmışlardı(325). Bu anlaşma gereğince
müslümanlar üç yıl muhasara altında çok acı günler yaşamışlardı.
Rasûlüllah (s.a.s.) çadırında gusledip 8 rek'at "duhâ namazı"
kıldı, sonra, devesine binerek, Kâbe'ye geldi. Yol boyunca Fetih Sûresi'ni
okuduğu işitiliyordu.(326) Deve üzerinde, ihrâmsız olarak Kâbe'yi tavâf
etti. Elindeki ucu eğri değnekle hacer-i Esved'i istilâm etti.
g) Kâbe'nin Putlardan Temizlenmesi.
Kâbe etrâfında 360 put vardı. Bunların en büyüğü olan "Hubel",
Kâbe'nin üstüne konulmuştu. Diğerleri Kâbe'nin etrafına ve içine yerleştirilmişlerdi.
Rasûlüllah (s.a.s.) değnekle bunları itiyor, her birini bizzât deviriyordu.
Putlar yıkılırken:
"Hak geldi, bâtıl yok oldu, esasen bâtıl yok olmağa mahkûmdur."(327)
"Hâk geldi, artık bâtıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir"(328)
diyordu.(329)
Kâbe'ye girmek için Rasûlüllah (s.a.s.) anahtarını istedi. Talha oğlu
Osmân anahtarı getirdi. "Emânettir Ya Rasûlallah", diyerek Hz.
Peygamber (s.a.s.)'e teslim etti. Kâbe'nin içi de putlarla doluydu. Duvarlarına
resimler asılmıştı. Rasûlüllah (s.a.s.)'ın emriyle Hz. Ömer bunları dışarı
attı. Müşrikler, ilah diye taptıkları putların parçalanışını şaşkın şaşkın
seyrettiler. Dünkü mabûdlar bir anda moloz yığını haline gelmiş, çöplüklere
atılmıştı. Sonra, Rasûlüllah (s.a.s.), yanına Üsâme, Bilal ve Talha oğlu
Osmân'ı da alarak Kâbe'ye girdi, kapının karşısındaki duvara doğru namaz
kıldı.(330) Beyt-i Şerifi dolaşıp her tarafında tekbir getirdi. Uzunca
bir müddet içeride kaldı. Bu sırada bütün Kureyş Hârem-i Şerif'te toplanmış,
sabırsızlıkla, haklarında verilecek hükmü bekliyorlardı.
h) Fetih Hutbesi ve Genel Af
Rasûlüllah (s.a.s.) Kâbe kapısının eşiğinde durdu. Karşısında sıralanmış
olan Mekkelilere baktı. 20 yıl boyunca şahsına ve müslümanlara ellerinden
gelen her kötülüğü yapmaktan çekinmeyen bu adamların hayâtı, şimdi O'nun
iki dudağı arasından çıkacak hükme bağlıydı. Rasûlüllah (s.a.s.) 20 yıl
boyunca çektiklerini bir anda zihninden geçirdi, sonra şöyle hitâbetti.
"Allah'tan başka ilâh yoktur, yalnız O vardır. O'nun eşi ve ortağı
yoktur. O va'dine bağlı kaldı, sözünü yerine getirdi. kuluna yardım etti,
tek başına bütün düşmanları hezîmete uğrattı.
İyi bilinki bütün câhiliyet âdetleri, mal ve kan davaları bugün şu iki
ayağımın altındadır. Yalnız, Kâbe hizmetleriyle hacılara su dağıtma işi
(hicâbe ve sikaye hizmetleri) bu hükmün dışında bırakılmıştır.
Ey Kureyş Cemâati! Allah sizden câhiliyet gururunu, babalarla, soylarla
büyüklenmeği giderdi. Bütün insanlar, Âdem'dendir, (O'nun çocuklarıdır.)
Âdem de topraktan yaratılmıştır."
Sonra şu anlamdaki âyet-i kerîmeyi okudu.
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Övünesiniz
diye değil, kolaylıkla tanışasınız diye, sizi milletlere ve kabîlelere
ayırdık. Allah katında en değerliniz, Ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.
Allah her hâlinizi bilir, O her şeyden haberdârdır." (Hucurât Sûresi,
13)
Rasûlüllah (s.a.s.) Mescid-i Harâm'ın geniş sâhasını dolduran kalabalığı
mânâlı bir bakışla süzdükten sonra:
- Ey Kureyş cemaâtı! Size şimdi nasıl bir muâmele yapacağımı sanıyorsunuz?
diye sordu. Mekkeliler hep bir ağızdan:
- Hayır umuyoruz. Sen kerîm bir kardeş, âlicenâb bir kardeş oğlusun, diye
cevap verdiler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
- Ben de size Yûsuf'un kardeşlerine söylediği gibi, "Bu gün size
geçmişten dolayı azarlama yok." (Yûsuf Sûresi, 92) diyorum. Haydi
gidiniz, hepiniz serbestsiniz (331), buyurdu.
Böylece Rasûlüllah (s.a.s.) hepsini affetmişti. Halbuki bunlar Hz. Peygamber
(s.a.s.)'e neler yapmamışlardı. Müslümanları en korkunç işkencelere tâbi
tutmuşlar, akla hayâle gelmedik eziyetler yapmışlardı. Şimdi başkaları
olsa ne yapardı; Hz. Peygamber (s.a.s.) ne yapmıştır? Bu mukayese Rasûlüllah
(s.a.s.)'in büyüklüğünü ortaya koymağa kâfidir.
Bu hitâbesinden sonra Rasûlüllah (s.a.s.) Mescid-i Harâm'da oturdu. Sikaye
(hacılara su ve zemzem dağıtma) hizmeti Abdülmuttaliboğullarındaydı. Bu
hizmeti Hz. Abbâs yapıyordu. Hicâbe (Kâbeyi açıp-kapama ve anahtarını
taşıma) hizmetini ise Ebû Talha oğulları yapıyordu. Bu esnâda Hz. Ali
bu iki hizmetin Abdülmuttaliboğulları'nda birleştirilmesini istemişti.
Fakat Rasûlüllah (s.a.s.) Osman b. Talha'yı çağırdı.
- Yâ Osmân, bugün iyilik ve ahde vefâ günüdür, al işte anahtarın, buyurdu
(332).
Öğle vakti, Hz. Bilâl Kâbe'nin üstüne çıktı. Güzel ve gür sesiyle ezana
başladı. "Allâhü Ekber" nidâları müşriklerin yüreklerini burkuyordu.
Bu esnâda, Ebû Süfyân, Esîd oğlu Attâb, Hişâm oğlu Hâris gibi Kureyşin
ileri gelenlerinden birkaç kişi Kâbe'nin avlusunda bir köşeye toplanmış
konuşuyorlardı. İçlerinden Attâb:
- Babam şanslı adammış, daha önce öldü de şu sesi işitmedi, dedi. Hâris
de:
- Şunun hak olduğunu bilsem, vallâhi ben de icâbet ederdim, diye konuştu.
Ebû Süfyân ise:
- Ben bir şey söylemeyeceğim. Bir şey konuşsam şu çakılların bile dile
gelip O'na haber vereceğinden korkuyorum, dedi.
Az sonra yanlarına Rasûlüllah (s.a.s.), aralarında konuştuklarını bir
bir söyledi. Bunun üzerine:
- Konuştuklarımızı kimse duymamıştı. Biz şehâdet ederiz ki, sen Allah'ın
Rasûlüsün, diye şehâdet getirdiler.(333)
l) Mekke Halkının Bîatı
Öğle namazından sonra, Rasûlüllah (s.a.s.) Safâ tepesinin yüksekce bir
yerinde oturdu. Önce erkeklerden, sonra da kadınlardan bîat aldı. Erkekler,
İslâm ve cihâd üzerine bîat ettiler(334). Kadınlar ise aşağıda meâli yazılı
âyet-i celîledeki esaslara uyacaklarına dâir bîat ettiler.
"Ey Peygamber, mü'min kadınlar Allah'a hiçbir eş ortak koşmamak,
hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları
arasında bir bühtan uydurup getirmemek ve hiçbir güzel işte sana karşı
gelmemek üzere sana biata geldiklerinde biâtlarını kabûl et, Onlara Allah'tan
mağfiret dile, Çünkü Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir." (el-Mümtehine
Sûresi, 12)
Erkekler, Rasûlüllah (s.a.s.)'in elini tutup musâfaha ederek biât ettiler.
Kadınlar ise sözle ve Rasûlüllah (s.a.s.)'in bulunduğu su kabına ellerini
batırarak bîat ettiler.(335) Rasûlüllah (s.a.s.) in eli, hiç bir zaman
yabancı bir kadının eline değmemiştir. (336)
j) Rasûlüllah (s.a.s.)'in Ensâr'ın
Endişesini Gidermesi
Fetihten sonra ensâr kendi aralarında :
- Cenâb-ı Hakk, Rasûlüne doğup büyüdüğü vatanının fethini müyesser kıldı.
Artık bizimle döner mi, yoksa buraya mı yerleşir, diye endişelerini belirtmişlerdi.
Rasûlüllah (s.a.s.) bunu duyunca:
- Böyle bir şeyden Allah'a sığınırım. Ben memleketinize hicret ettim.
Hayatınız, hayatım; ölümünüz ölümümdür, buyurdu. (337) Ensârın endişelerini
giderdi.
--------------------------------------------------------------------------------
(315) Zâdü'l-Meâd, 2/386; İbn Hişâm, 4/38
(316) İbn Hişâm, 4/39; Zâdü'l-Meâd, 2/387; Târih-i Din-i İslâm, 3/415
(317) el-Buhârî, 5/89; Tecrid Tercemesi, 10/322; Târih-i Din-i İslâm,
3/417
(318) el-Buhârî, 5/89; Tecrid Tercemesi, 10/323
(319) el-Buhârî, 5/90; Tecrid Tercemesi, 10/235 (Hadis No: 1622); Târih-i
Din-i İslâm 3/418
(320) Tecrid Tercemesi, 10/235; Kısas-ı Enbiyâ, 1/410
(321) el-Buhârî, 5/90; Tecrid Tercemesi, 10/235 (Hadis No:1622)
(322) Zâdü'l-Meâd, 2/391; İbn Hişâm, 4/47; Tecrid Tercemesi, 10/332
(323) el-Buhârî, 5/91; Tecrid Tercemesi,10/331 (Hadis No: 1624)
(324) Zâdü'l-Meâd, 2/392; Tecrid Tercemesi, 10/332; İbn Hişâm, 4/49
(325) el-Buhârî, 5/92; Tecrid Tercemesi, 6/132 (Hadis No: 786) ve 10/335
(326) el-Buhârî, 5/92; Tecrid Tercemesi, 10/337 (Hadis No: 1625)
(327) el-İsrâ Sûresi, 81
(328) Sebe'Sûresi, 49
(329) el-Buhârî, 5/92; Tecrid Tercemesi, 10/338 (Hadis No: 1626)
(330) el-Buhârî, 5/93; Tecrid Tercemesi, 10/339 Buhârî'nin Abdullah b.
Ömer'den rivâyetine göre, Rasûlüllah (s.a.s.) Mekke'nin fethi günü Kâbe'ye
girdiğinde içerde namaz kılmıştır. Abdullah b. Abbas'tan rivâyetine göre
ise namaz kılmamış sadece tekbir getirmiştir. (Buhârî, 5/93)
(331) İbn Hişâm, 4/54; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/252; Zâdü'l-Meâd, 2/394;
Tecrid Tercemesi, 10/340-341
(332) İbn Hîşâm, 4/55; Zâdü'l-Meâd, 2/395; Tecrid Tercemesi, 10/342
Câhiliyet devrinde Kâbe'yi pazartesi ve perşembe günleri ziyarete açarlardı.
Bir defasında Rasûlüllah (s.a.s) 'de gelmiş halkla birlikte O da içeri
girmek istemişti. Fakat Osmân b. Talha kabalık etmiş, Rasûlüllah (s.a.s.)'ın
içeri girmesine engel olmuştu. Rasûlüllah (s.a.s.) hiç kızmadan:
-"Ya Osmân, yakında sen benim bu anahtarı dilediğim kişiye verebileceğim
bir günü göreceksin..." buyurmuştu. Şimdi Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)
anahtarı dilediğine verebilirdi. Fakat gene Osmân'a verdi. ve:
-Yâ Osmân, sana söylediğim söz gerçekleşti mi? diye sordu. Osmân, olayı
hatırladı:
-Evet, gerçekleşti, şehâdet ederim ki sen, Allah'ın Rasûlüsün, dedi. (Zâdü'l-Meâd,
2/395; Tecrid Tercemesi, 10/342-343)
(333) İbn Hişâm, 4/56; Zâdü'l-Meâd, 2/395; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/254
(334) İbnü'l-Esîr, 2/252-253
(335) Hak Dini Kur'ân Dili, 6/4916; Tecrid Tercemesi, 10/344
(336) el-Buhârî, 6/173; Müslim, 3/1489 (Hadis No: 1866); İbnü'l-Esîr,
a.g.e., 2/254
(337) Zâdü'l-Meâd, 2/397; Müslim, 3/1405 - 1406 (Hadis No: 1780); Tecrid
Tercemesi 10/346-347
--------------------------------------------------------------------------------
4- HUNEYN GAZVESİ (6 Şevval 8 H./ 27 Ocak 630 M.)
And olsunki, Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği,
fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün bütün genişliğine rağmen size
dar gelip de bozularak gerisin geriye döndüğünüz Huneyn gününde yardım
etmişti."
(et- Tevbe Sûresi, 25-26)
Huneyn, Mekke ile Tâif arasında, Mekke'ye yaklaşık 16 km. mesafede bir
vâdidir. Câhiliyet devri Arap şâirlerinin şiir müsabâkası yaptıkları "Zü'l-mecâz"
panayırı da bu vâdi kanarında kurulurdu. Huneyn Savaşı, Mekke'nin fethinden
on altı gün sonra (6 Şevval Cumartesi) bu vâdide Hevâzin Kabîlesi ve müttefikleriyle
yapıldı.
a) Savaşın Sebebi
Hevâzin, Arabistan'ın en büyük kabîlelerinden biriydi. Mekke'nin güney-doğusundaki
dağlarda yaşıyorlardı. Mekke müslümanlar tarafından fethedilmiş, Kâbe'deki
bütün putlar kırılmıştı. Hevâzin kabîlesi bu durumdan endişeye düştü.
Tedbir alınmazsa, aynı hâl bir gün kendi başlarına gelebilirdi. Kabîle
başkanı genç şâir Avf oğlu Mâlik'in teşvikiyle hemen savaş hazırlığına
başladılar. Tâif'te bulunan Sakîf Kabîlesi de bunlarla birleşti. Bu iki
büyük kabîle (Peygamber Efendimizin süt annesi Halîme'nin mensup olduğu)
Sa'd Oğulları gibi bazı küçük kabîleleri de ittifakları içine aldılar.
Böylece 20 bin kişilik bir kuvvetle Huneyn Vâdisi'nde toplandılar. Bu
harekâtı, ölüm-kalım savaşı sayıyorlardı. Bu sebeple kadınlarını, çocuklarını,
bütün hayvanlarını ve kıymetli eşyalarnı da berâberlerinde getirdiler.
Ya savaşı kazanıp, Müslümanlığı ortadan kaldıracaklar, yahut da bu uğurda
hepsi öleceklerdi.
b) Düşman Üzerine Yürüyüş
Rasûlüllah (s.a.s.) Mekke'de şehrin idâresini düzenlemekle meşguldü. Düşmanın
Huneyn'de toplandığını öğrenince, Mekke'de Esîd oğlu Attâb'ı kaymakam
bırakarak, 12 bin kişilik bir kuvvetle derhal düşmana karşı harekete geçti.
Bu kuvvetin l0 bini, Mekke'nin fethi için Medine'den gelen mücâhidler,
2 bini ise, Mekke'nin fethinden sonra müslüman olan Kureyşlilerdendi.
Ayrıca bunlar arasında 80 kadar da henüz müslüman olmamış Mekkeli müşrik
vardı. Ümeyye oğlu Safvân bunlardan biriydi.
Müslüman ordusu gerek sayı, gerek silâh ve teçhizat bakımından mükemmeldi.
Şimdiye kadar hiç bu kadar mükemmel bir orduları olmamıştı. Bu durum müslümanların
bir çoğunu gururlandırıyor, "artık bu ordu yenilmez," diyorlardı.(338)
İki ordu Huneyn vâdisinde karşılaştı. Müslüman ordusu Huneyn'e sabah karanlığında
ulaşmış, vâdinin alçak kısımlarında yer alabilmişti. Düşman kuvvetleri
ise buraya önceden gelmişler, yüksek kısımlara ve en elverişli yerlere
yerleşerek pusu kurmuşlardı.
c) Pusaya düşünce
İslam ordusunun öncü kuvveti, yeni müslüman olan Mekke'lilerle Süleym
Oğullarından meydana gelmişti. Velîd oğlu Hâlid'in komutasında sabah karanlığında
pervasız ve tedbirsizce ilerlerken, pusuya düşdüler. Ansızın karşılaştıkları
ok yağmuruyla dağılıp geri çekildiler. Alaca karanlıkta her taraftan düşman
hücûma başladı. Öncü kuvvetlerdeki çekilme, gerideki birliklere de sirâyet
etti. Müslümanlar daracık vâdide, yamaçları tutmuş olan düşmanın ok yağmuru
altında neye uğradıklarını anlayamadılar. Şaşırıp birbirlerine girdiler.
Umûmî bir panik başladı. Böylece o yenilmez sanılan mükemmel ordu, daha
savaş başlamadan dağıldı, herkes kaçmağa başladı.
Ancak Rasûlüllah (s.a.s.) bindiği katırı düşmana doğru sürüyordu. Sağında
amcası Abbâs, solunda amcazâdesi Hâris oğlu Ebû Süfyân, katırın dizginlerini
tutarak, ilerlemesine engel olmağa çalışıyorlardı(339). Rasûlullah (s.a.s.
) etrafında, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Üsame...gibi, ashâbın ileri
gelenlerinden ancak 80-100 kişi kalmıştı.
Bu âni bozgun, yeni müslüman olanlardan, henüz imânı zayıf kimselerin
gerçek düşüncelerini ortaya çıkarıvermişti. Ebû Süfyan mânâlı bir tebessümle:
- Artık bu bozgunun denize kadar önü alınamaz, demişti. Kelede:
- Bugün sihir bozuldu, diye haykırmış, henüz müşrik olan kardeşi Safvân:
- Sus, ağzın kurusun, bana Hevâzinden biri hâkim olacağına Kureyş'den
biri olsun, diyerek kardeşini azarlamıştı? Uhud Savaşında öldürülen Ebû
Talha'nın oğlu Şeybe ise:
- Bugün Muhammed'den intikamım alınıyor, diyecek kadar ileri gitmişti.
Mekke'de bile:
- Muhammed ölmüş, ordusu dağılmış, Arablar eski dinlerine dönecekler,
diye söylentiler çıkmış, Rasûlüllah (s.a.s. ) kaymakam bıraktığı Attâb
b. Esîd:
- Muhammed ölmüşse, Allah bâkidir, şerîatı duruyor, diye halkı teskine
çalışmıştı.
d) Rasûlüllah (s.a.s. )'in Metâneti
ve Düşmanın Hezîmeti
İşte böylesine tehlikeli bir anda Hz. Peygamber (s.a.s.), metânetle yerinde
durup, kaçıp dağılan müslümanlara:
- Ey Allah'ın kulları! Buraya geliniz. Ben Allah'ın Peygamberiyim, bunda
yalan yok! Ben Abdülmuttalib'in torunuyum, diyordu.(340)
Sonra Rasûlüllah (s.a.s. )'in emriyle Hz. Abbâs gür sesiyle haykırdı:
- "Ey Akabe'de bîat eden ensâr! Ey, Şecere-i Rıdvân altında, geri
dönmemek üzere bîat edip söz veren ashâb! Muhammed (s.a.s.) burada. O'na
doğru gelin.
Abbâs'ın sesini duyanlar,, derhal "Lebbeyk, lebbeyk" diyerek
geri dönüp geldiler. Yâ Evs, Yâ Hazrec diye nidâ ederek bütün ensâr Rasûlüllah
(s.a.s. )'in etrâfında yeniden toplandılar. Savaş bütün şiddetiyle yeniden
başladı.(341)
Hz. Peygamber (s.a.s.), Cenâb-ı Hakk'a zafer ihsân etmesi için duâ ettikten
sonra yerden bir avuç toprak alıp düşman üzerine savurdu. Düşmanlardan
bu topraktan gözüne isâbet etmeyen hiç kimse kalmadı.(342) Cenâb-ı Hakk'ın
yardımıyla düşman hezimete uğradı. Darmadağın olup, kadınlarını, çocuklarını,
hayvanlarını bırakıp kaçmağa başladılar. Müslümanlar arkalarından kovalayıp,
yetişebildiklerini öldürdüler veya esir ettiler. Savaşı kazanmak üzere
olan düşman, mağlup oldu; yenilmek üzere olan Müslümanlar ise galip geldi.
Savaşta müşriklerden ölenlerin sayısı 70'i buldu, müslümanlardan ise 4
şehid vardı.
Kur'ân-ı Kerîm'de bu savaş şöyle anlatılmaktadır:
"(Ey mü'minler), şüphesiz Allah size (Bedir, Hendek, Hudeybiye, Hayber
ve Mekke gibi) bir çok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etti. O gün Çokluğunuz
size gurûr vermiş, böbürlendirmişti. Fakat bu çokluğun hiç bir faydası
olmamış, yeryüzü bütün genişliği ile başınıza dar gelmişti. Sonra gerisin
geriye dönüp kaçmıştınız. Bu hezîmetten sonra Allah, Peygamberine ve mü'minlere
sükûnet veren rahmetini indirdi, görmediğiniz askerler (melekler) gönderdi,
inkâr edenleri azâba uğrattı. Kâfirlerin cezâsı işte budur." (et-Tevbe
Sûresi, 25-26)
--------------------------------------------------------------------------------
(338) et-Tevbe, Sûresi, 25-26
(339) Müslim, 3/1398 (Hadis No: 1775)
(340) el-Buhârî, 5/99; Müslim, 3/1400 (Hadis No: 1776); Tecrid Tercemesi,
10/353
(341) Müslim, 3/1398-1399 (Hadis No: 1775); İbn Hişâm, 4/87
(342) Müslim, 3/1402 (Hadis No: 1ş)
--------------------------------------------------------------------------------
5- EVTÂS SAVAŞI
Huneyn'de bozguna uğrayan düşmanın bir kısmı, bu bölgedeki Evtâs Vâdisi'nde
toplandı. Bunların başında ihtiyar bir savaşçı olan Düreyd b. Simme vardı.
Bir kısmı da Sakif kabîlesiyle birlikte Tâif'e çekildi. Bunların başında
ise Hevâzin reisi Avfoğlu Mâlik bulunuyordu. Bunlar, hazırlıklarını tamamlayıp
yeniden savaşmak istiyorlardı. Bu sebeple Rasûlüllah (s.a.s. ) Evtâs üzerine
Ebû Mûsa'l-Eş'arî'nin amcası "Ebû Âmir" komutasında bir birlik
gönderdi.
Yapılan savaşta Düreyd öldürüldü. Ebû Âmir de şehid oldu. Ebû Âmir, yaralandığı
zaman, kumandayı yeğeni Ebû Mûsa'l-Eş'arî'ye bırakmıştı. Ebû Mûsâ savaşı
kazandı. Birçok esir ve ganimetle geri döndü.(343)
Esirler arasında Sa'd Oğulları Kabîlesi'nden Rasûlüllah (s.a.s. )'in süt
kardeşi "Şeymâ" da vardı. "Ben Peygamberin süt kardeşiyim"
deyince, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e götürdüler. Rasûl-i Ekrem Şeymâ'yı görünce
tanıdı. Üzüntüsünden gözleri yaşardı. Hemen hırkasını serip üzerine oturttu,
hâl-hatır sorup ikrâmda bulundu. Bir köle, bir câriye, iki deve ve bir
mikdâr koyun vererek, isteği üzerine kabilesine gönderdi.(344)
6- TÂİF MUHÂSARASI (Şevvâl 8 H./Şubat
630 M.)
Huneyn hezîmetinden sonra Sakif Kabîlesi, memleketleri olan Tâif'e çekilmişlerdi.
Hevâzin Kabîlesinin reisi Avf oğlu Mâlik de bunlarla berâberdi. Huneyn
Savaşı'nın kesin sonucunu almak için Tâif'te toplananların da takibi gerekiyordu.
Hz. Peygamber (s.a.s.), Hâlid b. Velîd'i bin kişilik öncü kuvvetle Tâif'i
muhâsara için gönderdi. Huneyn ve Evtâs'ta ele geçen ganimet ve esirleri
Mekke'ye yaklaşık 16 km. mesâfede "Ci'râne" denilen yerde muhâfaza
altına aldıktan sonra, kendisi de ordusuyla Tâif üzerine yürüdü.
Tâif, Mekke'nin güney doğusunda, etrâfı yüksek kale duvarlarıyla çevrili
eski bir şehirdi. Kale içinde bol miktarda erzâk ve silah depo edilmişti.
Muhâsara yirmi günden fazla sürdü. Müslümanlar ilk defa bu muhâsarada,
kale duvarlarını yıkmak için mancınık ve debbâbe denilen savaş âletlerini
kullandılar.(345) Bu âletleri müslümanlara Sel-mân-ı Fârisî öğretmişti.
Fakat kale duvarları çok sağlamdı. Tâifliler, duvarlar üzerindeki siperlerden
ok atarak kaleyi savunuyorlar, gedik açılmasına imkân vermiyorlardı. Hatta,
atılan oklarla 12 kişi şehid olmuştu. Bir ara Hâlid b. Velîd mubâreze
için er diledi. Tâifliler:
- Sana karşı çıkabilecek kimsemiz yok, erzâkımız bitinceye kadar kaleyi
savunacağız. Sonra hep birlikte çıkıp ölünceye kadar çarpışacığız, diye
cevâp verdiler.
Tâiflilerin erzâkları tükenip teslim olmaları veya kaleden çıkmaları uzun
sürecekti. Rasûlüllah (s.a.s). durumu, ashabı ile istişâre etti. Nevfel
b. Muâviye:
- Tilki inine kapandı. Uzun müddet sıkıştırılırsa, mecbûr olup çıkar,
böyle bırakılsa da zarar gelmez, dedi.(346) Muhâsaranın uzamasında yarar
görülmedi. Rasûlüllah (s.a.s. ):
- Allah'ım, Sakif'e hidâyet nasip et, onları bize gönder, diye duâ etti.(347)
Muhâsarayı kaldırıp, ganimetleri mücâhidlere dağıtmak üzere Ci'râne'ye
döndü. Tâifliler bir sene sonra (Hicretin 9'uncu yılında) Medine'ye bir
hey'et gönderip İslâm Dini'ni kabûl ettiklerini bildirdiler.
--------------------------------------------------------------------------------
(343) el-Buhârî, 5/101; Tecrid Tercemesi, 10/358 (Hadis No: 1629); İbn
Hişâm, 4/97
(344) Tecrid Tercemesi, 7/134; İbn Hişâm, 100-101; Târih-i Din-i İslâm,
3/454
(345) İbn Hişâm, 4/126; Zâdü'l-Meâd, 2/462
Mancınık: Topun icâdından önce, kale duvarlarını dövmek için iri taş ve
gülle atmakta kullanılan âlet.
Debbâbe: Tahtadan bir iskelet üzerine kalın deri gerilerek yapılan bir
savaş âleti. İçine kale duvarlarını delecek askerler girip yavaş yavaş
kale duvarı dibine kadar yaklaşırlar ve bu siperin içinde duvarı delerlerdi.
Bu âlet, ilkel bir tank demekti.
(346) Zâdü'l-Meâd, 2/462; Tecrid Tercemesi, 10/365 (Hadis No: 163)
(347) Zâdü'l-Meâd, 2/463; İbn Hişâm, 4/131
--------------------------------------------------------------------------------
7- ESİRLER VE GANİMETLER
Huneyn ve Evtâs Savaşlarında, kadın erkek 6 bin esir, 24 bin deve, 40
bin okiyye (yaklaşık 5 ton) altın ve gümüş ve pek çok kıymetli eşyâ ele
geçmiş, bunlar Ci'râne'de toplanmıştı. (348) O zamana kadar hiçbir savaşta
bu kadar çok esir ve ganimet ele geçmemişti. Özellikle yeni Müslüman olmuş
bedevî Araplar, Huneyn zaferinin ilk gününden itibâren, ganimet mallarını
paylaştırılmasını istemişlerdi. Rasûlüllah (s.a.s.) ise bu mürâcaatlara:
- Tâif'ten döndüğümüzde, diye cevâp vermişti.
a) Esirlerin Serbest Bırakılması
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Tâif'ten Ci'râne'ye döndükten sonra esirleri ve
ganimet mallarnı hemen paylaştırmadı. Esirleri kurtarmak üzere Hevâzinlilerin
müracaatlarını bekledi.(349) Yeni müslüman olan bedevîler ise, kendilerine
bir an önce ganimetlerin verilmesi için sabırsızlanıyorlardı.(350)
Nihâyet, Hevâzin Kabîlesinden 14 kişilik bir hey'et geldi. Bunların çoğu
bu esnâda müslüman olmuşlardı. Aralarında Rasûlüllah (s.a.s.)'in süt annesi
Halîme'nin mensûb olduğu Sa'doğulları'nın temsilcileri de vardı.
- Yâ Rasûlallah, biz asâlet ve aşîret sâhibi kimseliriz, başımıza geleni
biliyorsunuz, dediler; esirlerin ve ganimet mallarının geri verilmesini
istediler. İçlerinden Hz. Peygamber (s.a.s.)'in süt amcası Zübeyr:
- Ey Allâh'ın Rasûlü, esir kadınlar arasında süt halalarınız, süt teyzeleriniz
de var. Onlar sana çocukluğunda hizmet ettiler. Sen ise yardım için başvurulacak
insanların en hayırlısısın... dedi.(351) Rasûlüllah (s.a.s.) onları dinledikten
sonra:
- Ben sizi bugüne kadar bekledim. Siz çok geç kaldınız. Halk etrâfımda,
ganimetlerin paylaştırılmasını bekliyor. Şimdi siz ikisinden birini tercih
edin. Kadınlarınızı ve çocuklarınızı mı istersiniz, yoksa mallarınızı
mı? diye sordu. Hey'et:
- Elbette kadınlarımızı ve çocuklarımızı isteriz. Âile şerefini hiç bir
şeyle değişmeyiz, dediler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
- Bana ve Abdülmuttalib oğullarının payına düşen esirler serbesttir, onları
size bağışladım, buyurdu. Diğerlerinin de serbest bırakılması için, namazdan
sonra, kendisini şefâatçi kılarak, müslamanlardan istemelerini söyledi.
Hevâzin hey'eti, Rasûlüllah (s.a.s.) 'in öğrettiği gibi yaptılar: Öğle
namazından sonra ayağa kalkıp:
- Biz, Rasûlüllah (s.a.s.)'i şefâtçi kılarak, Müslüman kardeşlerimizden,
kadınlarımızı ve çocuklarımızı bağışlamalarını istiyoruz, dediler. Gönülleri
coşturacak sözler söylediler. Rasûlüllah (s.a.s.) Cenâb-ı Hakk'a hamd
ve sena ettikten sonra:
- Ashâbım, bana ve Abdülmuttalib oğullarının payına düşen bütün esirleri
ben serbest bıraktım. İçinizden, kardeşlerinizin gönlünü hoş etmek, karşılığını
Allah'dan almak isteyenler de böyle yapsın. Bedelsiz vermek istemeyenlere
ise, Cenâb-ı Hakk'ın ihsân edeceği ilk ganimetten (her bir esir için 6
deve) vereceğim, buyurdu.
Bütün müslümanlar:
- Biz de hissemize düşeni, Rasûlüllah (s.a.s.)'a bağışladık, diye bağrıştılar.
Böylece 6 bin esir bir anda kurtulmuş oldu.(352) İnsanlık târihinde bu
olayın benzerini göstermek mümkün değildir. Bu büyüklük karşısında Hevâzin
Kabîlesi toptan Müslüman oldu.
Bu esnâda, kabîle reisi Mâlik Tâif'teydi. Hz. Peygamber (s.a.s.) Hevâzin
heyetine:
- Eğer Mâlik, gelir de Müslüman olursa,bütün âilesi ve mallarından başka
ayrıca 100 de deve veririm, buyurdu. Mâlik bu heberi duyunca, gelip Müslüman
oldu. Çocuklarıyla birlikte, bütün mallarını ve 100 deveyi alarak kabîlesine
döndü. Rasûlüllah (s.a.s.) onu kabîlesine âmil (zekât toplama memuru)
tâyin etti.(353)
b) Ganimetlerin Taksimi
Esirlerin hürriyete kavuşmasından sonra sıra ganimetlerin taksimine geldi.
Esâsen Bedevîler:
- Artık bizim de deveden, davardan hakkımızı ver, diye taşkınlık yapıyorlar,
Rasûlüllah (s.a.s.) 'ın peşini bırakmıyorlardı. Rasûl-i Ekrem bunlara
hitâben:
- Ey nâs! Ne diye sabırsızlanıyorsunuz? Ganimet davarları, şu vâdinin
ağaçları sayısınca bile olsa, dağıtacağım. Sonra yanındaki deveden aldığı
bir tüyü parmaklarının arasında göstererek:
- Benim sizin ganimetlerinizle, değil bir deve, şu tüy kadar bile ilgim
yok. Aldığım beşte bir hisse de gene size (fakirlerinize) sarfolunmaktadır.
İğne-iplik bile olsa, aldığınız her şeyi teslim ediniz. Çünkü kıyâmet
gününde en büyük ar ve azâb vesîlesidir, buyurdu.(354) Sonra ganimet mallarını
dağıtmağa başladı.
Ganimetler beşe bölündü. Bir hisse Beytü'l-mâl için ayrıldı, dördü mücâhitlere
paylaştırıldı. Beytü'l-mâl hissesinin tasarrufu (harcama yetkisi) Rasûlüllah
(s.a.s.) 'e âitti.(355)
c) Müellefe-i Kulûb
Rasûlüllah (s.a.s.) , Mekke'nin fethinden sonra müslüman olmuş olan Kureyş
ileri gelenlerine ganimetten paylarına düşenden ayrı olarak, Beytü'l-mâl
hissesinden de bol mikdârda bağışda bulundu. Bunlar uzun yıllar, Rasûlüllah
(s.a.s.)'a düşmanlık hareketinin öncülüğünü yapmışlar, Mekke'nin fethinden
sonra çâresiz müslüman olmuşlardı. Ancak gönülleri İslâm'a ısınmamıştı.
Bunca yıl İslâm düşmanlığı yaptıktan sonra, bir anda bütün kalbiyle Müslümanlığı
benimseyivermek kolay bir iş değildi. Kur'ân-ı Kerîm, bu gibilere "el-müellefetü
kulûbühüm" adını vermekte, gönüllerinin kazanılması, İslâm'a ısındırılması
için bunlara zekât verilebileceğini bildirmektedir.(356) Rasûlüllah (s.a.s.)
bunları İslâm'a ısındırmak istedi. Çünkü bunlar nüfûzlu ve itibârlı kimselerdi,
halk üzerindeki tesirleri büyüktü. Samîmî müslüman oldukları takdirde,
kendilerinden faydalı hizmetler beklenebilirdi.
"Müellefe-i kulûb" denilen bu kimselerin sayısı, 30 kadardı.
Rasûlüllah (s.a.s.) bunların bir kısmına 100'er deve ile münâsip miktâr
gümüş verdi. Ebû Süfyân ile oğlu Muâviye, Ebû Cehil'in oğlu İkrime, Amr
oğlu Süheyl, Ümeyye oğlu Safvân, Ebû Talha oğlu Şeybe bunlardandır. Diğer
kısmına ise, durumlarına göre 50'şer veya 40'ar deve, uygun mikdarda gümüş
verildi.(357)
d) Ensâr'dan bir Kısım Gençlerin Yakışıksız
Sözleri
Müellefe-i kulûb'a yapılan bu bağışlar, imânı zayıf olanları İslam'a ısındırmak,
henüz imân etmemiş olanların, gerçek müslüman olmalarını sağlamak içindi.(358)
Ancak, Rasûlüllah (s.a.s.)'in bu yüksek düşüncesini ensârdan bazı gençler
kavrayamamıştı. Kendi aralarında:
- Cenâb-ı Hak, Rasûlüne hayır ihsan buyursun, artık kendi kavmine kavuştu.
Henüz kılıçlarımızdan Kureyş kanı damlarken, bizi bırakıp bütün ganimeti
onlara verdi.(359) Savaş gibi zor işler olunca biz çağrılıyoruz, ganimete
ise başkaları...(360) gibi sözlerle yakışıksız dedi-kodular yaptılar.
Hatta münafıklardan biri:
- Bu taksimde Allah rızası gözetilmedi, demişti. (361/1)
Rasûlüllah (s.a.s.) bu tür dedi-koduları duyunca son derece üzüldü. Hemen
Ensâr'ın toplanmalarını emretti. Allah'a hamd ve senâdan sonra:
- Ey Ensâr Cemâti! Siz yolunu şaşırmış müşriklerdiniz. Allah size benimle
doğru yolu göstermedi mi? Siz tefrikaya düşmüş, birbirinize düşman olmuştunuz.
Allah, benim hicretimle sizi kaynaştırmadı mı? Siz fakir idiniz. Cena-ı
Hakk, benim aranıza gelmemle sizi refâha kavuşturmadı mı? Rasûlüllah (s.a.s.)
sordukça ensâr:
- Bütün minnet, Allah ve Rasûlüne, bütün minnet Allah ve Rasûlüne, diye
cevap verdiler.(361/2). Rasûlüllah (s.a.s.) devâmla:
- Ey Ensâr! Siz isteseydiniz, şöyle de cevâp verebilirdiniz: "Seni
kavmin yalanlamıştı. Bize hicret ettin, biz seni tasdik ettik. Seni kavmin
terk etmişti, biz sana yardım ettik. Seni kavmin kovmuştu, biz seni bağrımıza
bastık. Sen yoksuldun, biz seni malımıza ortak ettik... Böyle söyleseydiniz,
doğru söylemiş olurdunuz, ben de sizi tasdik ederdim.(362)
Ey Ensâr! Bu ne sözdür ki tarafınızdan söylenmiş, bana kadar ulaşmıştır?
buyurdu. Ensârın ileri gelenleri:
- Ey Allah'ın Rasûlü, bizim büyüklerimizden hiç biri, sizi üzecek hiçbir
söz söylememiştir. Yalnız bazı gençlerimiz, bu sözleri söylemişlerdir,
dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s.) :
- Kureyşten bazı kimselere dünyalık verdim, bunlar küfür ve şirk zamanına
yakın olduklarından, böylece kalblerini İslâm'a ısındırmak istedim. Ey
Ensâr! Herkes aldığı mallarla, koyun ve develerle evlerine dönerken, siz
de Peygamberinizle dönmeğe razı olmaz mısınız? Allah'a yemin ederim ki,
Sizin Peygamberle Medine'ye dönmeniz, onların ganimet mallarıyla evlerine
gitmesinden çok daha hayırlıdır, buyurdu. Ensâr yaşlı gözlerle:
- Râzıyız yâ Rasûlallah, biz yalnız Seninle dönmek isteriz, diye heyacânla
bağrıştılar.(363) Rasûlüllah (s.a.s.) devamla:
- Eğer hicret fazileti olmasaydı, ben ensârdan bir fert olmak isterdim.
Bütün insanlar açık bir vâdiye, ensâr ise dar bir dağ yoluna girse, ben
ensâr'ın yolunu seçer, onlarla beraber giderdim. Ey Ensâr! Siz benden
sonra, hakkınızın çiğneneceği günler de göreceksiniz. Sabrediniz ki, Kevser
havzı başında bana kavuşasınız, buyurdu.(364)
e) Ci'râne Umresi ve Medine'ye Dönüş
Ganimetlerin dağıtılmasından sonra, Rasûlüllah (s.a.s.) Ci'râne'de ihrâma
girdi. Mekke'ye inip umre yaptı. Esîd oğlu Attâb'ı Mekke'ye Vâlî tayin
etti . Muâz b. Cebel'i de Mekkelilere İslâmî hükümleri öğretmek üzere
bıraktı, ordusuyla birlikte Zilkade ayında Medine'ye döndü.
Çıkışı ile Medine'ye dönüşü arasında 2 ay 16 gün geçmişti.
--------------------------------------------------------------------------------
(348) Zâdü'l-Meâd, 2/443; Tecrid Tercemesi,
7/128 ve 10/372
(349) el-Buhârî, 4/54 ve 5/99
(350) Tecrid Tercemesi, 7/135 ve 10/370-372 (Hadis No: 1634)
(351) İbn Hişâm, 4/ 131; Zâdü'l-Meâd, 2/445; Tecrid Tercemesi, 7/33
(352) Bkz. el-Buhârî, 3/62; Nesâi, Sünen, 6/263 (K. Hibe, 1); Tecrid Tercemesi
7/128 (Hadis No: 1040); İbn Hişâm, 4/131-132; Zâdü'l-Meâd, 2/445
(353) İbn Hîşâm, 4/133-134; Tecrid Tercemesi, 7/141
(354) İbn Hişâm, 4/134; Nesâi, Sünen, 6/264 (K. Hibe:1)
(355) el-Enfâl Sûresi, 41
(356) et-Tevbe Sûresi, 60
(357) İbn Hîşâm, 4/135-136; Tecrid Tercemesi, 7/137 ve 8/506
(358) Tecrid Tercemesi, 8/509 (Hadis No: 1299); Gerçekten bu bağışların
hemen tesiri görülmüştür. Ebû Süfyân:
"Anam babam sana fedâ olsun, bu ne büyük lütuf ve cömertlik, yâ Rasûlallah,
Allah için sen sulh zamanında da, savaş zamanında da kerîmsin..."
demişti.
Bu sırada vâdide en iyi cins 100 kadar deve dolaşmaktaydı. Ümeyye oğlu
Safvân onlara bakarak:
Ne kadar güzel, demişti. Safvân henüz Müslüman değildi. Mekke'nin fethinden
sonra, karâr verebilmek için iki ay mühlet istemiş, Rasûlüllah (s.a.s.),
dört ay mühlet vermişti. Hz. Peygamber (s.a.s.), Safvan'ın develere imrendiğini
görünce:
-Haydi onlar da senin olsun, buyurdu. Safvân:
-Bu derece lütuf ve cömertlik ancak peygamberde bulunabilir, diyerek verilen
süreyi beklemedi, derhal Müslüman oldu. (Târih-i Din-i İslâm, 3/459)
(359) el-Buhârî, 4/59, 4/221 ve 5/104; Tecrid Tercemesi, 8/509 (Hadis
No: 1300), 10/8 (Hadis No:1520 nin izahı) ve 10/371-373 (Hadis No: 1635);
Müslim, 3/733 K. ez-Zekât, B. 46.(Hadis No: 132/1059)
(360) el-Buhârî, 5/106; Müslim, 2/736, K. ez. Zekât, B. 46 (Hadis No:
135/1059)
(361/1) el-Buhârî, 5/106; Tecrid Tercemesi, 8/505 (Hadis No:1296), 8/513
(Hadis No: 1303) ve 10/373
(361/2) el-Buhârî, 5/104; Tecrid Tercemesi, 10/373-374; Müslim 2/738,
K. ez-Zekât, (Hadis No: 139/1061)
(362) İbn Hişâm, 4/152; Tecrid Tercemesi 7/138-140 (Hadis No: 1040'ın
izâhı) ve 10/374; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/271
(363) el-Buhârî, 5/104-105; Tecrid Tercemesi, 7/139-141 ve 10/374-376;
Müslim 2/736 (Hadis No: 135/1059)
(364) el-Buhârî, 4/İ ve 5/104; Tecrid Tercemesi, 10/9 (Hadis No: 1520)
ve 10/375-